Seniha Bedri Göknil

Seniha Bedri Göknil

Seniha Bedri Göknil

Mezarımın yanından geçen sarhoş olur.

Mezarımın başında duransa sonsuza kadar sarhoş olur.

Mezarımın sarhoşu denize dalsa, deniz sarhoş olur, taşar köpürür.

Toprağa girse mezar da sarhoş olur lâhitde. [1]

Kim bilir; Nice Hz. Mevlânâ âşığı bu ilâhi sözler ile sermest olmuştu. Konya hülyalarıyla, Hz.Pir,sevdasıyla, nihayetsiz tutkulu bir aşk yaşamıştı. Dîvân-ı Kebir ve Mesneviyle büyülenmişti. Can pahasına sır dolu esrarlı bir alemde, Zümrüd-ü Anka olup, kaf dağını aşmıştı. O ilâhi şem-i nûr”un etrafında, pervane gibi döndükçe dönmüş, çaresiz, kararsız bir halde yandıkça yanmıştı.

Kim bilir; Burcu belâ”nın kaç bilge fâtihi, Seniha Bedri Göknil misali; Gönlü yakan yandıran O kor alevler içinden, güller, lâleler toplamıştı. Aşkın sonsuz bilinmez derinlikleri içerisinde, “Sevgilinin dikeni bütün güllerden daha hoştur” demişti. “Onun gül bahçesinden bir tek gül koparmadan önce, göğsüne yüz binlerce diken batmıştı”[2]

“Mest bir halde hakikat meyhanesine geldim. Kendimden geçtim. O nedenle yücelmeyi de alçalmayı da düşünmez oldum” demişti. [3]

Hakkın sonsuz kudret ve kuvvetini idrâk ederek, O büyük ilâhi aşkın önünde kendi hiçliğini kabul edip, bu ledünni bilinç içinde yaşayan, Seniha Bedri Göknil; Kutsal ideallerinin rehberliğinde geçen yaşamı boyunca, çok az kişiye nasip olacak güzellikte maddi, mânevi hizmetleriyle bu âlemde hoş bir sadâ bırakmıştır. Başarılarıyla şöhreti yurt dışına taşan, Seniha Bedri Göknil; Bu değerli edebi çalışmalarıyla; ilim, eğitim, fikir ve kültür hayatımızda; Karşı konulmaz bir tutkuyla bağlandığı, Hz. Mevlânâ”ya olan sonsuz aşkı ile de, his ve gönül dünyamızda, çok derin izler bırakarak 1973 yılında aramızdan ayrılmıştır.

Değerli üstad; İbnülemin Mahmut Kemal yazmış olduğu bir makalede, fikir, san”at ve edebiyat dünyamız meşahir-i meçhule ( bilinmeyen ünlüler ) ile dolup taşmaktadır. Batıda bu gibi insanların heykelleri dikilirken bizde ise bir karın sonra, belki isimlerini yâdedecek adam bulunmayacaktır diyerek, unutulmaya terkedilmiş maddi mânevi değerlerimiz konusunda üzüntülerini dile getirmiştir. Bu çok değerli biyografımıza hak vermemek mümkün değil. Belki şimdilik henüz unutmadık; fakat böyle giderse yakında unutulacaklar listesine katılacak olanlardan biride “Seniha Bedri Göknil” Hanımefendidir. Kültür ve Gönül dünyamızın bu müstesna ismi; Güçlü karekteri, ilmi hüviyeti, san”atkâr mizacıyla, bilgi, incelik, zevk, ve heyecan dolu maddi mânevi çalışmalarıyla, gelecek nesillere geniş ufuklar açmıştır. Gönül ve fikir bahçemizde en değerli duyguların yeşermesi için çok büyük gayretler göstermiştir.

Türk edebiyatının liyakat sahibi en yetkin çevirmenlerinden olan, Seniha Bedri Göknil; İstanbul”un tanınmış ailelerinden, dindar bir aristokrat olan, Nafıa Nazırı ( Bayındırılık Bakanı ) ve Sadâret Müsteşarı ( Başbakan yardımcısı ) Giritli Ziya Bey ve pek muhterem eşleri, Dilistan Hanımefendinin, kızları olarak 11201 yılında İstanbul”da dünyaya geldi. Yaşadığı dönemlerin en popüler okullarından biri olan, Dame de sion”u büyük bir başarıyla bitirdi. Ailesinin verdiği çok derin ve köklü maddi mânevi eğitimin dışında, okuldan aldığı yabancı dil eğitimini de, gönlünde yatan edebiyat aşkıyla birleştirince, tadına doyulmaz eşsiz çeviriler meydana geldi. 1920 li yıllardan başlayarak 1960 lı yıllara kadar devam eden çalışmalarında; Friedrich Schiller, Henrik Ibsen, Peter Weiss, Ludwig Fulda, Gustav Freytag, Edmund Morris, Hermann Sudermann, Gerhardt Hauptmann, William Shakespeare, ve büyük Alman düşünürü Goethe gibi, birçok dünyaca ünlü yazarın klasikleşmiş eserlerini dilimize çevirdi. Yıllarca Türk edebiyatına nitelikli çeviriler kazandıran Seniha Bedri Göknil; Türk ve dünya edebiyatına değerli katkılarından, özelliklede Goethe”nin, Faust adlı eserini çevirmekte gösterdiği ustalık ve başarıdan dolayı, 1933 yılında Goethe Nişanı aldı. Çok değerli tiyatro üstadımız Muhsin Ertuğrul ile kardeş yakınlığı içerisinde geçen uzun ve samimi dostlukları içerisinde, çevirileriyle Türk Tiyatrosuna da bir çok yapıtlar kazandıran, Seniha Bedri Göknil; Edmund Morris”in Tahta Çanaklar, Gerhardt Hauptman”ın Yedi köyün zeynebi, Peter Weiss”in Mara ve Ludwig Fulda”nın Yanardağı gibi daha bir çok tanınmış tiyatro oyunlarını da büyük bir ustalıkla dilimize çevirdi. Tiyatro sevenler bu oyunları hâlâ büyük bir beğeni ile izlemektedir. Edebiyat dünyamızın güzel, hırslı ve başarılı, his ve gönül dünyamızın, ince ruhlu, zarif, nâdide bir Hanımefendisi olan Seniha Bedri Göknil; sınırları yurt dışına taşan şöhretini, başarılı edebi çalışmalarını, hiçbir zaman mânevi değerlerin üzerinde tutmamıştır. Popülizme heves etmeyen, gösterişsiz, mütevazi, Hz. Mevlânâ âşık”ı faziletli bir Hanımefendi olarak, kendinden sonraki genç nesillere çok önemli bir rehber ve idol olmuştur. Sınırlı sayfalar içerisinde edebi şahsiyeti ve bu konudaki başarılarına daha fazla değinmeden, Hz. Mevlânâ”ya olan tutkusundan ve sıra dışı mânevi hizmetlerinden bir nebze olsun bahsetmek isterim.

Seniha Bedri Göknil; Cenâb-ı Hâkkın lutfû ihsanıyla daha bu dünyaya gözlerini açar açmaz, Pek muhterem Peder-i âlileri ve tüm aile fertlerinin gönülden bağlı olduğu, mânevi büyükleri, Esad Erbili Hazretlerinin çok sevdiği mânevi bir evladı olmuştu. Çocukluk günlerini ailesiyle birlikte sık, sık ziyaretlerine gittiği, Esad Erbili Hazretlerinin sohbetlerini dinleyerek ve pek muhterem kerimeleri, Saadet Hanımefendiyle yakın dostluk ve arkadaşlık ederek geçirmişti. Henüz küçük bir çocukken Esad Erbili Hazretlerinin yanı başına diz çokmüş; Tecellâ-yı cemâlinden habibim nev-bahâr âteş. Gül âteş, bülbül ateş, sünbül âteş, hak-ü hâr âteş. mısralarını onun ateş gibi gönülleri yakan gür sesinden dinleyerek, anlayamadığı ilâhi bir ateşin içine düşmüştü. O büyük mutasavvıfın feyz-i mânevisinden nasiplenme saadetine erişmişti. Genç kızlık dönemlerinde ise Esad Erbili Hazretleri, kendi kızı gibi kabul ettiği Seniha Hanımefendiyi, Osmanlının son dönemlerinde Şam valisi olarak görev yapan, Ahmet Nedim Göknil Beyin oğlu, Nedim Bedri Göknil ile evlendirmeyi arzu etmişti. Bu nedenle de, İstanbul Erenköy”de ki köşkünde çok sevdiği bu iki genci bir araya getirerek tanıştırmıştı. Her iki gençte bu tanışmadan çok memnun kalmışlar, daha ilk görüşmede ömür boyu sürecek, eşsiz bir saadeti Esad Erbili Hazretlerinin arzu ve tavsiyeleriyle yakalamışlardı. O günlerde tütün tüccarı olan Nedim Bedri Göknil, ilerleyen yıllarda Demokrat Partiden milletvekili olmuştu. Eşi ve ailesi ile birlikte, gönül verdikleri Esad Erbili Hazretlerinin son nefesine kadar yakınında olan Seniha Bedri Göknil; Uzun yıllar süren mutluluk, huzur saadet içinde geçen evliliğinde ise iki kız çocuğu dünyaya getirmişti. Entelektüel kişiliğiyle, ilim irfan sahibi aydın bir İstanbul Hanımefendisi olan, Seniha Bedri Göknil; Goethe nişanı alacak güzellikteki başarılı çalışmalarına, eşiyle geçirdiği sevgi, saygı dolu mutlu yıllara, tüm dünyevi huzur ve saadete, yaşamına eşsiz güzellikler katan iki evladına rağmen, zaman, zaman rûhunda kopan fırtınaları bir türlü anlayamıyor, içinde ta.. gönlünün derinliklerinde yanan, patlayan volkanlara engel olamıyordu. Çocukluk günlerinde tanıma lûtfuna eriştiği, aile dostları Esat Erbili Hazretleri; daha çocuk masumiyeti içerisinde yaşarken, kendisi farkında bile olmadan, Gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş, mısralarıyla rûhuna anlayamadığı bir ateş düşürmüş, gönlüne nice sevgi tohumları ekmişti. Kabuklarını kırıp çatlayan, yeşeren yüce bir aşkın patlamaları, fırında pişen ekmeğin yanışıydı, bu gönlünü yakan ateş. Yıllar boyu hiç kimseler fark etmedi, yüreğindeki bu derin sızıyı. Allah”ın lûtfettiği bunca mutluluğa rağmen içindeki burukluğu, acıyı. Hayatın tüm cömertliğine rağmen gönlündeki yoksulluğu.Yaşamının bir parçası olmuştu, varlık içinde yokluk, mutluluk içinde mutsuzluk. Onlarca etrafındaki kalabalığa rağmen rûhundaki yalnızlık. Aslında kendiside bilemiyordu. O da çözememişti bu karışık ledünni bilmeceyi. Yıllarca devam etti, yüreğine düşen bu kor alev. Kimi zaman aşk oldu içini yaktı. Kimi zaman tatlı bir bahar meltemi. Kimi zaman nisan yağmuru gibi gönlünü yeşertti, serinletti.

Rûhundaki fırtınalı günlerde sığındığı tek liman olan çok sevgili hayat arkadaşı, Nedim Bedri Göknil Bey, bu çok değerli İstanbul Hanımefendisini anlayamadığı yalnızlığıyla baş başa bırakarak ebedi bir yolculuğa çıktı. Seniha Bedri Göknil, büyük bir aşkla bağlandığı eşinden ayrılmanın acısı ve hüznüyle artık bir başka bakıyordu bu âleme. Dünyanın boşluğunu, zevklerinin gelip geçiciliğini biliyordu zaten. Hiçbir zaman gönülden bir bağı olmamıştı fâni dünyaya. Fakat yinede eşinden ayrılmanın verdiği dayanılmaz acı ve ıstırap, onu biraz daha çekmişti parıltılı bu âlemden. Daha da çok kendi içine dönmeye yöneltmişti bu zarif Hanımefendiyi. Bir bilinmez sevda peşinde geçen, nice günlerden sonra; Konya”da, Fisûn”lu bir Şeb-i Arûs gecesi, bütün acıları dinmiş, karanlığı aydınlık olmuştu. Rûhunun sonsuz derinliklerinde, uzun yıllar kutsal bir sır gibi sakladığı hasret dolu duyguların “Aşk”hemde “İlâhi bir aşk” olduğunu fark etmişti. Yıllardır bir türlü çözemediği soruların cevabını nihayet bulmuştu. Konya”nın karlı soğuk bir kış gecesi, onun hayatına baharı getirmiş, gönlünde güller, lâleler açmıştı. Yaşanan bu Şeb-i Arûs; sanki kendi düğün günüydü. Hazzın en doruk noktasını vadeden süreç bitmiş, şimdi doyasıya vûslatı yaşıyordu. Neyler üflenip tanbur”un teline dokundukça aşina eller, terennümler ile kendinden geçiyordu. İnleyen rebap sesinden “Ben sizin Rabbınız değimliyim” hitabını tüm benliğinde hissediyordu. Bu ilâhi sesler vücudunun her hücresinde defalarca yankılanırken; Güneş kadar parıltılı gönlünü, mânâ diyarına açarak, sırlı bir aydınlığa davet eden, Şeyh Efendinin etrafında büyük bir iştiyakla dönüyor, dönüyor, dönüyordu. Sorsanız bu mânevi gönül semâsı kaç yıl, kaç asır böyle devam etti. Bir anlık ilâhi aşkı yaşayış kaç ömre bedeldir, bilen var mı bilinmez. O artık devrinin büyük Mevlevi Şeyhlerinden, Mithat Bahari Hazretlerinin, ilâhi nurunun etrafında dönüp dolaşan bir pervane olmuştu. Rûhundaki bu coşkun mânevi duygular önüne geçilmez bir sel gibiydi. Kendisini anlamakta zorlanan yakınlarının ve birçok kişinin tüm karşı çıkmalarına, hatta onu kınayıp her fırsatta sataşmalarına rağmen, aldığı her nefesini, maddi mânevi tüm varlığını, Şeyhi Mithat Bahari Hazretlerine adamıştı. Çünkü O çok iyi biliyordu ki; Hz. Mevlânâ bir gazelinde; “Sağdan, soldan çekiştirmeler, ayıplamalar duyulsa bile, gönlünü bir güzele kaptırmış olan bir kişi, aşkından asla dönmez. Aşk yüzünden kınanmak, ayıplanmak nasıl bir âdet ise, âşığın kulağının sağır olması da bir âdettir.” [4] Hz. Pir”in buyurduğu gibi kulağını Hakkın sadâsından başka her şeye kapamış, teslimiyet içinde aşka boyun eğmişti.

Dostum âlem senin için eğer düşman olursa bana.

Tasa değil çünkü yetersin dost ancak sen bana.[5]

Bu düşünceler içerisinde aynı mânevi duyguları paylaştığı birkaç gönül dostuyla, dikenli yollarda aşk ile yürüyerek, kendinden sonra gelecek nesillere vefa, sadakat ve hizmet örneği olmuştu.

Seniha Bedri Göknil”in güvenli coşkun hizmet duyguları, Mithat Bahari Hazretlerinide çok etkilemişti. Bu nedenle de yaşamını tümüyle değiştirecek çok önemli kararlar almıştı. O günlerde müzik öğretmeni olan kızı Mutahhara hanım ve Fransızca öğretmeni olan küçük kızı Destina hanımla birlikte İstanbul Cadde bostanda güller içerisinde, iki katlı güzel bir köşkte yaşıyordu. Devrinin tanınmış bu Mevlevi büyüğüne birçok kişi gönül vererek, yakınında olmanın huzur ve saadetini yaşıyordu. Bir cilve-i Rabbâni neticesi, Peder-i âlilerinin mânâsına vakıf olamadıklarından, Mutahhara ve Destina Hanımlar aynı huzur ve saadeti hissedemiyorlardı. Bu nedenle de Mithat Bahari Hazretlerinin; Kendi devlethanesinde yapmış olduğu sohbet ve toplantılara çok az kişi katılabiliyordu. Mutahhara ve Destina hanımları rahatsız ediyor olmanın verdiği sıkıntıyla, zaten bu sohbetler fazlada coşkulu geçmiyordu. Bu duruma fazlasıyla üzülüp rahatsız olan, Seniha Bedri Göknil; Mithat Bahari Hazretlerinin isteğiyle bu gönül sohbetlerini, İstanbul Göztepe”de bulunan kendisinin yaşadığı villada yapmaya başladı. Çok kısa bir zaman sonrada; O yıllarda ileri yaşlarda olan şeyhine karşı duyduğu şefkat, sadakat ve bağlılığının, yüceliği ve derinliği neticesinde, çok değer verdiği mânevi büyüğünün, daha uygun ortamlarda ve en güzel şartlarda yaşamasını sağlamak, özelliklede yaşlı olması dolayısıyla sağlığıyla yakından ilgilenebilmek için, Mithat Bahari Hazretlerinin de arzusu doğrultusunda, ûlvi bir aşkla gönül verdiği şeyhini, kendi yaşadığı villasına taşımıştı. Şeyhinin her zaman yakınında olmanın verdiği huzurla yaşayan, Seniha Bedri Göknil, o yıllarda doksan yaşlarında olan bu değerli mânevi büyüğünün her türlü hizmetini inanılmaz bir aşkla, büyük bir şefkatle yapıyordu. Mithat Bahari Hazretleri artık kendisine ilâhi duygularla gönülden bağlanan, Seniha Bedri Göknil”in Göztepe”de bulunan villasında yaşamaya başlamıştı. Çarşamba ve Cumartesi günleri de, Hâk âşıklarına sohbetler yapıyordu. Çarşamba günü yapılan toplantıya mânevi olgunluğa erişmemiş yeni dervişler katılıyordu. Cumartesi toplantıları ise; Seniha Bedri Göknil”in, entelektüel kişiliği, geniş dost yelpazesi, kişisel gayretleri, özelliklede özverili sonsuz hizmet etme aşkı neticesinde, büyük bir coşkuyla geçiyordu. Dönemin çok değerli ve tanınmış Tasavvûfçuları, Edebiyatçıları, Şairleri, Mûsikişinasları, Âlimleri, Hattatları, Hâfızları, en önemlisi de, Mevlânâ âşıkları bu sohbetlere huzur içinde büyük bir şevkle katılıyordu. Seniha Bedri Göknil; gönlü gibi güzel ve geniş olan, yaşadığı hanesinin kapılarını, samimi duygularla herkese sevgiyle açmıştı. Böylece bir çok kişi bu sohbetlerin müdavimi olurken, Mithat Bahari Hazretleri de, huzur içerisinde bir çok kişinin gönül hanesine mihman olmuştu. Her hafta yapılan sohbetlerin ana konusunu genellikle, Mithat Bahari Hazretleri ve Seniha Bedri Göknil”in çok yakın dostlarından; Şefik Can hazırlıyordu. Özellikle bu gün için Divan-ı Kebirden bir gazel seçerek, Mithat Bahari Hazretlerine getiriyordu. O zamanlar fotokopi makinesi yaygın olmadığından, seçilen gazeli kopya kağıtlarıyla çoğaltarak gelen bazı misafirlere de dağıtıyordu. Mithat Bahari Hazretleri de Farsça olan bu gazelleri tercüme ederek açıklamalarını yapıyordu. Bu vesileyle sohbetler genişleyip derinleşiyordu. Güne iştirak eden mûsîkîşinasların, Mevlevi ayini ve tasavvûf müziği icrasıyla bu günler büyük bir zevk-i mânevi içinde geçiyordu. Seniha Bedri Göknil; Şefik Can”ın hazırladığı Osmanlıca el yazması olan gazelleri, yine Mithat Bahari Hazretlerinin el yazması olan tercümeleriyle birleştirerek, evde yaptıkları amatör bir çalışmayla kitap şeklinde getirmiştir.Mânevi değeri yüksek bu kitabı daha sonraları, Şefik Can”a armağan etmiştir. Yaşadığı dönemlerin çok kültürlü, ilim irfan sahibi, varlıklı elit bir Hanımefendisi olan, Seniha Bedri Göknil; bu sohbet günlerinde yanında çalışan aşçı, uşak ve diğer hizmetliler yardımıyla, tüm misafirlere beş çayı ve akşam yemeği servisi yapıyordu. Gelenlerin tümüyle tek, tek çok yakından ilgileniyordu. Her biri farklı, farklı meşreplerden olan bu misafirlere, kendi meşreplerine göre ayrı, ayrı büyük bir özenle nâmütenâhi, sofralar hazırlıyordu. Bu mânevi ailenin çok değerli bir üyesi olan, Neyzen Halil Can”ın; şeker hastası olmasına rağmen; Kapıdan çıkarken, aşçının eline küçük bir not sıkıştırarak, haftaya bu yemek ve tatlıları isterim deyip emirler yağdırması da, günün espiriler içinde neşe ile kapanmasına vesile oluyordu. Seniha Bedri Göknil; Böylece, yıllar süren ilâhi ince bir duygu ve anlayışla, Mithat Bahari Hazretlerinin her türlü hizmetini sonsuz sevgi, saygı ve edeple, büyük bir özveriyle yapmaya çalıştı.

Erenlerin sağı solu belli olmaz derler, nedendir bilinmez; Mithat Bahari Hazretleri Seniha Bedri Göknil”in villasında yapılan Cumartesi toplantısını, tekrar kendi devlethanesinde yapmaya karar vermişti. Cumartesi günlerini büyük bir heyecanla bayram sevinci içerisinde yaşayan Seniha Bedri Göknil”e şeyhinin ve çok değer verdiği gönül dostlarının o gün evde olmayışı öyle bir acı ve ıstırap vermişti ki, ev mâtem yerine dönmüştü. Ah-ı figanı dayanılmaz bir haldeyken kapı çalınmıştı ve hiç beklenmedik bir zamanda Şefik Can içeri girmişti.

Çok değerli Şefik Can Hocamız; Halâ dün gibi hatırladıkları, O çok özel günü, büyük bir heyecanla şöyle anlatmaktadırlar: “Seniha Bedri Göknil Hanımefendi, büyük bir ıstırap”la yaşadıklarını gözyaşları içerisinde bendenize anlattı. Yalvarırcasına elçiye zeval yoktur derler. Ne olur; Beyefendiye git hali perişanımı bildir. ( Seniha Bedri Göknil Hanımefendi, Mithat Bahari Hazretlerine, Beyefendi diye hitap ediyordu. ) Nasıl feryâd-ı figan ettiğimi, ne halde olduğumu, Zât-ı âlilerine arz et. Fakirhâneme lûtfedip tekrar şeref versinler diyerek, gözyaşları içerisinde, Mithat Bahari Hazretlerine gitmem için rica etti. Çok değer verdiğim Seniha Bedri Göknil Hanımefendiyi böylesine üzgün bir halde görünce çok müteessir olmuştum. Koşar adımlarla hâl-i perişanını anlatmak için Mithat Bahari Hazretlerinin köşküne gittim. Birde ne göreyim neyler üfleniyor sazlar çalıyor, öyle bir hâl var ki; tüm gayretime rağmen cesaret gösterip, Mithat Bahari Hazretlerine Hanımefendinin halini arz edemedim.Yardımcı olamamanın verdiği sıkıntıyla, tekrar koşar adımlarla Seniha Bedri Göknil Hanımefendinin villasına geldim. Büyük bir hüzünle çaresiz bir şekilde kapıyı çaldım. Seniha Bedri Göknil Hanımefendi, beklemediğim büyük bir sevinçle kapıyı açtı. Az evvel ağlayan perişan olan hali gitmiş, sanki yerine hiç görülmediği kadar heyecan ve sevinçli, Seniha Bedri Göknil Hanımefendi gelmişti. Bu duruma mânâ veremedim. Büyük bir merakla; Hanımefendi; sizi birden bire böyle sevindiren mutlu eden hâl nedir? Kısa bir zaman önce çok mutsuz perişan haldeyken, şimdi sizi böylesine neşelendiren ne olabilir diye sordum. Seniha Bedri Göknil Hanımefendi büyük bir heyecan ve sevinçle anlatmaya başladı: “Siz, Beyefendiye gitmek için evden ayrıldınız. Biraz sonra kapı çaldı. Heyecanla gidip açtım. Belki inanması çok zor ama, Hazreti Mevlânâ geldi. İşte tam şu koltuğa oturdu.” Bu cümleden sonra yüzümdeki heyecan ve şaşkınlığı gören Hanımefendi, yaşadıklarını gerçek boyutuyla anlatabilmek için, Hz. Pir”in üzerindeki giysileri, başındaki bizim tabirimizle sarığa benzer destar”ını, uzun,uzun anlattıktan sonra; “Sen bu kadar boş yere üzülüp ağlama, Şeyhin yine buraya gelecek. Kendini böyle perişan etme” diyerek beni teselli etti deyince, elimde olmadan gözlerimle bir anda bütün evde Hz.Pir”i aradım. Elbette görmem mümkün değildi. Yaşanan bu hâl, Seniha Bedri Göknil Hanımefendinin dürüstlüğünden, samimiyetinden, Hz.Pir”imize olan büyük aşkından, sadakatinden kaynaklanan mânevi bir haldi. Hz. Pir”imizin Seniha Bedri Göknil, Hanımefendiye bir lûtfu ilâhisi olan bu mübarek teşrifleriyle ilgili, Hanımefendinin anlattığı hiçbir şeyden asla şüphe etmedim. Çünkü O yanlış anlatımlar içine girecek basit düşünceli bir Hanımefendi değildi. Buna ihtiyacı da yoktu zaten. Bu nedenle bendenizde büyük bir heyecana kapıldım. Mithat Bahari Hazretlerinin tekrar geleceğinin müjdesini bizzat Hazreti Pir”den alan, Seniha Bedri Göknil Hanımefendinin, sevincini, huzur ve saadetini birlikte yaşadım. Her zaman çok büyük bir saygı duyduğum, mânevi ablam, gördüğüm en mükemmel âşık, müstesna insan dediğim, bu değerli Hanımefendiye, her fırsatta tekrar ettiğim gibi, bir kez daha büyük bir heyecanla “Hanımefendi; Ben sizin aşkınızın âşıkıyım” dedim. Bendeniz zaten her zaman Seniha Bedri Göknil Hanımefendinin aşkının âşıkı olmuşumdur. “

Gerçektende Mithat Bahari Hazretleri Seniha Bedri Göknil”in Göztepe de bulunan villasına en kısa zamanda tekrar gelmişti. En güzel meşkler, sözler, sohbetler hep burada olmuştu. Yine bülbüller coşmuş, Hâkk âşıkları cumartesi günlerini bayram kabul etmişti.

İlâhi bir aşkla bağlandığı mânevi büyüğüne, hizmet etmeyi kendisi için kutsal bir görev kabul eden, Seniha Bedri Göknil; Mithat Bahari Hazretlerini edebiyat dünyamıza tanıtmak, eserleriyle de onu ebedi yaşatabilmek için, çok büyük gayretler göstermişti. Mithat Bahari Hazretlerinin önceden neşrettiği küçük birkaç kitabın dışında, yayımlanan tüm eserlerinin basım ve yayım giderlerini, Seniha Bedri Göknil karşılamıştı. Kendi kişisel imkanları, maddi, mânevi yardımları, gayret ve çabalarıyla, Mithat Bahari Hazretlerinin kitaplarını bastırmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan Divan-ı Kebirden seçmeler kitabının basımı içinde en büyük gayreti yine Seniha Bedri Göknil göstermiş, bu konuda şeyhine çok büyük destek vermişti. Kelama sığmaz söze gelmez nice hizmetleriyle uzun yıllar her konuda Mithat Bahari Hazretlerine büyük bir özveriyle, sonsuz bir aşkla hizmet ederek, bu yer ve gök sofrasından bir çok kişinin nasiplenmesine vesile olmuştu. Buna rağmen, engin tevazûu neticesinde hiçbir zaman kendini ön plana çıkarmamıştı. Her zaman şeyhinin arkasına gizlenerek, Onun gölgesinde kalmayı kendisi için en büyük saadet kabul etmişti. Bu mânevi, feyzli, bereketli güzel günler; Hayli yaşlanmış olan, Mithat Bahari Hazretlerinin sağlık problemlerinin başlaması nedeniyle bozulmuştu. Seniha Bedri Göknil hasta olan şeyhinin yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Hastalığı boyunca insan üstü sevgi ve şefkatiyle şeyhine hizmet ediyordu. Fakat İlâhi takdir karşısında hiçbir tedbirin geçerli olmadığını da biliyordu. Her âşık gibi baş tacının da, vuslata çok yaklaştığını gönlünün derinliklerinde hissediyordu. Bu fâni âlemde her şeyin bir sonu olduğu gibi, Seniha Bedri Göknil”de, Hayatı boyunca her türlü sevginin üstünde tuttuğu, göz ve gönül aydınlığından ayrılmanın, vakti geldiğini kendi kemali ölçüsüne kabullenmişti. Sükût içinde tüm hüznünü sırlayarak, yıllardır kendine nice mânevi kapıları açan, şeyhinin yanı başına büyük bir edeple diz çöktü. Bu karanlık dünyada bizleri ışıksız bırakma dercesine, masum bir çocuk gibi; Hakkın aynası dediği gözlere, büyük bir aşkla derin, derin, baktı. Gönlünü ısıtan sıcaklığı bir kez daha hissetmek için, kutsal bir emanete dokunur gibi, şeyhinin ellerini yavaşça tutu. Büyük bir saygı ve edeple öptü, kokladı. Göz yaşları aşk ırmağı oldu. Sessizce gönül havuzuna dolup taştı. O andan sonra kim bilir neler hissetti, neler yaşadı. Bu duygular, söze sığmaz, kelama gelmezdi. Böylece Mithat Bahari Hazretleri, Mevlânâ âşık-ı Seniha Bedri Göknil”in hem gönül hanesinde, hem de fâni olan dünyevi hanesinde, son yolculuğuna kadar sevgilerin en güzeliyle yaşadı. En ûlvî, en âşıkâne bir şekilde hizmet gördü. Sevildi sayıldı.

Seniha Bedri Göknil; Hz. Pir”in gazellerini orjinal şekliyle okuyabilmek için altmış yaşından sonra, Şefik Can”ın tavsiye ve gayretleriyle Farsça öğrenmişti. Şeyhinin yokluğunda tek tesellisiydi bu gazeller. Hz. Pir”imizin mübarek sandukasının üzerinde bulunan adına ölüm dediğimiz, yokluk dediğimiz, fakat aslında doğumu anlatan tüm gazelleri okuyor, Hz.Mevlânâ”nın sözlerinin gölgesinde gönül yangınını söndürmeye çalışıyordu. Fakat her sabah uyandığında kutsal bir mabet saydığı şeyhinin odasını boş görmeye alışamıyordu. Baktığı, dokunduğu her yerde, kullandığı tüm eşyada, aldığı her nefeste şeyhinin yokluğunu hissediyordu. Onun hassas rûhu bu acılara daha fazla tahammül edemedi. Istıraplarını hafifleteceğine inanarak, Mithat Bahari Hazretleri ve çok değerli Hâkk âşıklarıyla birlikte ancak Cennette ulaşılabilecek huzur ve saadeti yaşadığı, kendisi için mânevi değeri eşsiz olan, Göztepe”de ki villadan büyük bir hüzünle ayrıldı. Mânâ diyarından parlak bir yıldız kayıp giderken, Seniha Bedri Göknil”i de; sanki yalnız, çaresiz, kör bir kuyuya bırakıp ta gitmişti. Bu hüzünlü ve yalnız günlerinde kendisine can yoldaşı olacağına inandığı, Kardeşi Nahide Hanımefendinin Kalamış”ta bulunan evininin yakınında bir eve taşındı. Bu günlerden sonra tüm acı ve hüznünü, yüreğinin derinliklerinde gizleyerek, kutsal hizmetine bıraktığı yerden devam ediyordu. Eski günleri aratmayacak bir şevkle kendini Hâkk âşıklarına adamıştı. Özellikle Cumartesi sohbetlerini hiç aksatmadan yapmaya çalışıyordu. Çünkü Mithat Bahari Hazretleri kendinden sonrada bu sohbetlerin devam etmesini arzu etmiş, Şefik Can”ın da bu görevi üstlenmesini istemişti. Bu nedenle bütün gönül dostları, gene büyük bir iştiyakla, bir araya geliyordu. Şefik Can”da eski günlerde olduğu gibi, Divan-ı Kebirden gazeller hazırlıyor, tercüme ve açıklamalarını da, yine kendileri yapıyordu. Böylece Seniha Bedri Göknil; Mithat Bahari Hazretlerinden sonra, hiç bir şeyi değiştirmeden Şefik Can”la birlikte büyük bir aşkla hizmete devam ediyordu. Bu örnek Hanımefendinin her zamanki aşkı, çabası ve gayretleriyle her şey yolunda gibi görünse de, sağlığı hiçte iyiye gitmiyordu. Uzun zamandan beri rahatsızdı. Kendisi hastalığını fazla ciddiye almıyor, çektiği acı ve ıstıraplara tahammül ediyordu . Fakat sağlık sorunları oldukça önemliydi. O bunun farkında bile değildi ama, aslında pankreas kanseriydi ve çok acil olarak ameliyat olması gerekiyordu. Ne yazık ki onun hiçbir zaman kendine ayıracak vakti olmamıştı. Bundan sonrada bazı şeyler için artık vakit çok geçti. Zaman, zaman kendisi içinde vûslat vaktinin geldiğini içten içe düşünüyordu. Bu nedenle de, Şefik Can, kardeşi Nahide Hanımefendi ve birkaç yakın gönül dostuyla birlikte, Konya”ya gitmeyi arzu etti. Kim bilir ? belki de son kez yapıyordu bu kutsal yolculuğu.

Huzûr-u şerife geldiğinde, niyaz ederken her zerresi edeb olmuştu. Hz. Pir”ine karşı çok mahcuptu; Bu dünyaya gelmiş, işte çok yakın bir zamanda da gidecekti. Bunu biliyordu. Fakat çok çabalamasına rağmen “Âşıklar Kâbesini” tavaf edemeden gideceğini düşünüyordu. Son derece mahsun boynu bükük gözleri yaşlı ayrıldı Hz.Pir”in huzurundan. Gönlündeki acı ve hüzün, bedenindeki sancıları unutturmuştu. Eski günleri düşündü dalgın ve sessizce. Hâkkın aynası olarak kabul ettiği mânevi büyüğü, Şeyhi, Mithat Bahari Hazretleriyle kim bilir kaç kez birlikte gelmişlerdi Konya”ya. O ilk defa görüp kendinden geçtiği, Şeb-i Arûs”u hatırladı. Aradan yıllar geçmişti ama, hâlâ bir pervane olduğunu düşündü. O büyülü ışığın etrafında yine dönüp duruyordu. Farkında bile olmadan Mithat Bahari Hazretlerinin Konya”ya geldiği zaman, kaldığı, Başak palasa gelmişti bile. Herkes bu güzel Hanımefendiyi tanıyordu zaten. Söylemesine bile gerek kalmadan, şeyhinin kaldığı odanın anahtarını uzattılar eline. Kendiside bilmiyordu neler olduğunu. Sessizce çıktı merdivenleri. Ayaklarının değdiği her yeri gözyaşlarıyla yıkadı. Bir başkası için sıradan bir oda iken, kendisine kutsal bir mâbet olan kapıyı heyecanla titreyen elleriyle açtı.

Hiç uyumamıştı o gece. Son kez buralara geldiğinin farkındaydı. Sabah olduğunda çok samimi içli duygularla vedalaştı; Konya”da ki her ağaçla, kuşla, çiçekle, böcekle, gözlerinin değdiği her yere sevgi tohumları ekti. Büyük bir saygıyla bastığı toprakla helalleşti. Gözleri yaşlı gönlü buruk son bir defa dönüp baktı. “ Kubbe-i Hadrâ”ya “ İşte tam O an yaşam durmuştu.” Bu fâni âlemdeki imtihanı bitmişti artık. Fakat sayılı birkaç günü tamamlamak üzere, dostlarıyla geldiği gibi tekrar döndü İstanbul”a. Çok değil birkaç gün sonra, çektiği acı ve ıstıraba dayanamayan, kardeşi Nahide Hanımefendi, küçük kızı Nazan Hanımefendi ve yakın dostu Şefik Can, Onu son bir ümit olarak, Ambulansla Hastahaneye götürürlerken, Aşka ve hizmete adanmış ömrü içinde, son nefesine kadar canlı tuttuğu hatıraları ve hizmetleriyle şeyhine ve ideallerine bağlı kalarak, O yeşil kubbeye takılı kalan gözlerini sessizce kapamış, dönülmez bir yolculuğa çıkmıştı bile.

Şimdi ummanlar kadar geniş gönlünün, küçücük benzeri olan bir yerde, denizin ortasında “Büyük Ada”da” taze bir gül fidanı gibi hâlâ duyup işiten sevdalı gönüllere, Hz.Mevlânâ”ın aşkını fısıldıyor. Denizin dalgası, rüzgarın sesiyle.

Mithat Bahari Hazretleri ve Seniha Bedri Göknil”le beraber ; Saygı ve sevgiyle samimi uzun bir dostluk yaşayan, hayatın acı, tatlı, maddi, mânevi bir çok gerçeğini birlikte paylaşan, Şefik Can Hocamız hatıralarında; Gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki; Eğer Seniha Bedri Göknil Hanımefendinin, Mithat Bahari Hazretlerine çok üstün hizmet etme aşkı olmasaydı, bugün herkes Mithat Bahari Hazretlerini; Konya”da posta çıkan, mütevazi, kendi halinde, köşesinde sesiz sakin yaşayan bir Mevlevi Postnişini olarak tanırdı. Böylesine eserleriyle, sohbetleriyle, edebi şahsiyetiyle tanınıp bilinmezdi. Nasıl ki Mithat Bahari Hazretleri Seniha Bedri Göknil Hanımefendi için ilâhi bir lutûfsa, Seniha Bedri Göknil Hanımefendide, O günlerde ileri yaşlarda olan Mithat Bahari Hazretleri için, Allah”ın ilâhi bir lutfû”dur demektedir.

Uzun yıllar sonra, Şefik Can Hocamı tanıma saadetine eriştiğim zaman, feyzli, bereketli, ömrü içinde Hz. Pir”e gönül veren bir çok dervişan ile tanışmış olduğunu gördüm. Her biri ayrı, ayrı, çok hassas olan gönüllerinde bir iz, bir hatıra bırakmışlar. Fakat şu bir gerçek ki; hiç biri Seniha Bedri Göknil kadar, Şefik Can Hocamda derin bir iz bırakmamış. Mevlânâ âşıkı bu değerli Hanımefendiden her zaman büyük bir saygıyla söz ederken, onun aşkının âşık-ı olduğunu sık, sık tekrar ederler. Zaman, zaman bendenize, Hakka yürüdüklerinden dolayı seni tanıştıramadığım için çok üzüldüğüm iki Hanımefendi var. Bunlardan biri Seniha Bedri Göknil. İkincisi de, Hz. Mevlânâ”nın yirmi birinci kuşak torunu Celâleddin M. Bakır Çelebi efendinin muhterem anneleri, İzzet Çelebi Hanımefendi diyerek her zaman bu konudaki üzüntülerini dile getirirler.

Aşkı, vefası, sadakatiyle, yapmış olduğu hizmetleriyle bendeniz için çok önemli seçkin bir örnek olan, Seniha Bedri Göknil Hanımefendinin aşka ve hizmete adanmış hayat hikayesini, Şefik Can Hocamdan sık, sık dinlerken, çok büyük bir hayranlıkla “Bu fakir de, her ikinizin aşkının âşık-ı” demekten başka bir şey söyleyemiyorum.

Üstad İbnülemin Mahmut Kemal, Unutulan adamlar adlı yazmış olduğu başka bir makalede; “Milletin muhtelif mesleklerde yetiştirdiği sâir hünerver ( hünerli ) kıymettar adamların da cisimleri ve isimleri nâbud olmuştur. ( yok olmuştur ).Bunların namlarını ihyâ etmek (adlarını yaşatmak ), ihyay-ı emvat ( ölüleri diriltmek ) kabilindendir. Herkes az, çok demeden bildiğini yazar anlatırsa yine bir faidedir. [8] demektedir.

Çok müstesna bir şahsiyet olan Seniha Bedri Göknil Hanımefendiyi layıkıyla anlayabildiğimi ve anlatabileceğimi düşünmüyorum. Böyle bir iddiam olmadığı gibi, bu muhterem Hanımefendiyi anlatmaktaki acziyetimin farkında olarak, kendilerine duyduğum sonsuz saygı ve sevgi den aldığım mânevi destekle beraber, değerli üstadımız İbnülemin Mahmut Kemalin neredeyse yetmiş yıl önce söylediği vasiyet gibi olan bu sözlerinden cesaret alarak, Seniha Bedri Göknil”in yakın gönül dostu Şefik Can hocamdan dinlediğim hatıraları ve yine çok yakın kendi aile bireylerinden edindiğim bilgileri sizlerle paylaşmaya çalıştım. Çok değerli şahsiyetlerini anlatmakta yetersiz kalan bu satırlar için,rûhaniyetlerinden bağışlanmayı diliyor, bir kez daha saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum.

Teşekkür: Seniha Bedri Göknil Hanımefendiden, hatıralarında büyük bir saygı, sevgi ve hürmetle sık, sık söz ederek, bendenizi yönlendiren çok değerli Şefik Can Hocama, çok içten ve samimi duygularla, bu yazının hazırlanmasına büyük ilgi gösteren, her türlü bilgiye ulaşmamda, bendenize büyük bir gayretle yardımcı olmaya çalışan, Seniha Bedri Göknil Hanımefendinin Yeğenleri,( Nahide Hanımefendinin Kızları) Çok muhterem; Sevgi Çilingiroğlu ve Melike Ateş Hanımefendilere, çok değerli; Fuat Çilingiroğlu Beyefendiye, en içten, sevgi, saygı ve hürmetlerimle sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum.

[1] Hz. Mevlânâ Rubailer. ( Şefik Can no 843)

[2] Divân-ı Kebir ( Şefik Can cilt 1 no 320 )

[3] Divân-ı Kebir ( Şefik Can cilt 1 no 235 )

[4] Divân-ı Kebir ( Şefik Can cilt 1 no 246 )

[5] Fûzûli

[6] Her Ay, Yıl,Sayı 3, Mayıs Haziran 1937,s.125-133 )

H. Nur Artıran