ŞEMSEDDİN ÂBİD ÇELEBİ B. SULTAN VELED
2.2.1.3. ŞEMSEDDİN ÂBİD ÇELEBİ B. SULTAN VELED (V. 739 / 1338)
Şemseddin Emîr Âbid Çelebi, Sultan Veled’in ikinci oğludur ve 682 / 1283-4 yılında831 , dolayısıyla dedesi Mevlânâ’nın göçmesinden sonra Nusret Hâtun’dan832 dünyaya gelmiştir.833
717 / 1317-8’de abisi ve şeyhi Ulu Ârif Çelebi’den kardeşi Çelebi Salâhaddîn Emîr Zâhid-i Ekber ve Çelebi Hüsâmeddîn Abdülvâcid ile birlikte hilâfet ile âyîn ve erkânın icrâsına icâzet almıştır.834 Ulu Ârif Çelebi âhir ömründe, baba bir kardeşi Şemseddin Âbid Çelebi’yi kendi makâmına geçirmiş ve böylelikle Âbid Çelebi henüz abisi ve şeyhi hayatta iken müridlerin ve hânedânın sorumluluğunu üstlenmiş, ârif Çelebi’nin 24 Zi’l-hicce 719 / 5 Şubat 1320 Salı günü bu dünyadan göçmesinin ardından da 37 yaşında tarikatın dördüncü postnişîni olmuştur.835 Âbid Çelebi’nin posta geçmesiyle Mevlevîlikte merkezî otorite anlayışının iyiden iyiye pekiştiği söylenebilir. Eflâkî ayrıca Ârif Çelebi’nin iki oğlunun da kendisine son derece hürmet gösterdiklerini de nakledilmektedir.836
Âbid Çelebi’nin meşreb ve tavır açısından Ârif Çelebi ile son derece müşâbehet içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. O da Ârif Çelebi gibi rind-meşrebdir. Eflâkî, Çelebi’yi “mâsivâyı terk ve cömertlik hususunda Sıddîk’a yaraşır bir şekilde davranan, kalender tavırlı, dünyanın tuzak ve kayıtlarından kurtulmuş ahrârın özü ve ebrârın önderi, kendi ruhuna candan bir dost edindiği hakîkî matlûbu kendi zâtında müşâhede eden, daima kendi hâli etrafında dönüp dolaşan ve müşâhede ehline mütâbaat zevkinden taklid ehli halkla alışverişe girişmez rindliğin sırrının serinden dolayı padişahlara yaraşır bir hayat süren, kendisini yeren inkârcıların yermesinden sakınmayan ve acz göstermeyen” bir şahsiyet olarak resmeder. 837 Bütün bunlara ilave olarak Âbid Çelebi’nin kendi iç dünyasında yaşayan bir sûfî olduğu da satır arası ifadelerinde görülmektedir.
Abid Çelebi’nin postnişîn olduğu dönemde Anadolu, ilerde içerisine düşeceği sosyal ve siyasi anlamda çalkantılı bir dönemin hemen arifesindeki sükûneti yaşamaktaydı. Neredeyse çocuk denecek yaşta İlhanlı Tahtına oturan Ebû Saîd Bahadır Han’ın sarayının en etkili emiri olan Emir Çoban’ın oğlu Timurtaş838 , baskıcı ve zâlimâne bir politika sergileyen İrencin Noyan’ın azli ile boşalan Anadolu Genel Valiliği’ne atandığında uyguladığı siyâset, adaleti ve dindarlığı ile halkın ve ileri gelenlerin teveccühünü kazanmıştı. Onun valiliği zamanında Anadolu’da dirlik ve düzen sağlanmış, halk refaha ulaşmıştı. Bununla birlikte 1319’da babası ve dolaylı olarak kendisine yönelik siyasi hesaplaşmalara dayalı olarak vuku bulan karışıklık döneminde daha önce babasının geri aldığı Konya tekrar Karamanoğulları’nın eline geçmişti. Timurtaş, 1323 yılında Konya üzerine yürümüş ve bu şehri Karamanoğulları’ndan geri almıştır. Eflâkî 720 / 1321 yılında vuku bulduğunu belirttiği bu olayın akabinde bildirdiğine göre Timurtaş, kendisine bağlılıklarını bildiren sâir ulemâ, ümerâ ve sûfî sınıflarından pek çok kimse gibi Âbid Çelebi’nin de mensubanı ile birlikte meclisinde ve hizmetinde bulunmasını arzu etmesine rağmen Âbid Çelebi’nin “ferâgat-i bâl ve istiğrâk-ı hâl” dolayısıyla bundan uzak durduğunu ifade eder. Doğal olarak bu durum birtakım hasetçi kimseler tarafından Çelebi’nin, Timurtaş ile müttefik olmadığı ve kendisini istemediği yönünde değerlendirilmiştir. Mamafih Eflâkî, Çelebi’nin Timurtaşa uzaktan uzağa sevgi gösterisinde bulunduğunu ve toplantılarına seyrek katıldığını bildirerek bu durumun Timurtaş’ın incinmesine ve hoşnutsuzluğuna sebep olduğunu belirtir.839
Çelebi’nin bu tutumu Timurtaş’ı siyasi bir tedbire sevk etmiş ve kendisinin Timurtaş’a tabiiyyetlerini sağlamak üzere Uç illerinin beylerine elçi olarak göndermek suretiyle Konya’dan uzaklaştırılmasını melikü’l-ümerâ Emir Eretna Bey’e bildirmiştir. 840 Çelebi her ne kadar Eflâkî’yi Eretna Bey’e göndererek bu vazifeden affını istediyse de dileği kabul görmemiş ve Çelebi “itikat sahibi olması, müridlere (yârân) karşı şefkati ve işin sonunu düşünerek vahşet ve ihânet vaki’ olmasın düşüncesiyle” ister istemez Konya’dan ayrılmıştır.841 Bununla birlikte Konya’dan ayrılırken gönül derdiyle bir ah çekip şöyle demiştir: “Biz dönüp gelinceye kadar bunlardan hiç biri kalmayacaktır.” Bu seyahatin rotası hakkında bir bilgimiz olmamakla beraber Eflâkî Lâdik şehrine uğradıklarını, Çelebi’ye ve Ârif Çelebiye karşı saygısızca ifadelerde bulunan Saîd adlı şeyyâd bir dervişin ölümü vesilesiyle bildirir.842
Gerçekten Çelebi seferden döndüğünde Konya’da Tac-ı Kızıl’ın oğlu Zahîreddin’den843 başka hiç kimse kalmamıştır. Hepsi Anadolu’dan ayrılarak Şam ve Mısır yoluna düşmüşlerdir. Dolayısıyla bu seferin 1327 yılı başlarında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Eflâkî işin başında pek te hayırlı görülmeyen bu seferde gayb âleminden tavsîf edilemeyecek derecede fütûhâtın elde edildiğini vurgular.844 Âbid Çelebi bu seferinde muhtemelen bütün Uç Vilâyetlerini dolaşmıştır. Bu arada Osmanlı Beyliği ile de temâsa geçtiği düşünülebilir. Nitekim kimi Osmanlı tarihçilerinin845 Orhan Bey’in oğlu Süleyman Gazi’nin (1316-1357) Mevlevî sikkesi giydiği şeklindeki ifadeleri Mevleviyye ile Osmanlı hanedanı arasındaki irtibatı II. Murad Han zamanından daha gerilere götürme ihtimalini tevsîk etmektedir.
Çelebi, bir defasında Konya hakimi Emir Zahîrüddîn Mahmud b. Tâc-ı Kızıl’ı ziyarete gittiğinde bıyıklarının fazlaca uzun olması dolayısıyla Emir tarafından sipahi olmadığı, Şeyh olduğu yönünde ta’zir ve tenkîd edildiğinde Çelebi kendisine “Benim bıyıklarım uzundur, fakat senin hırs gözüne perde gelmiştir. Bu bıyığı kısaltmak çok kolaydır, ama senin gözündeki hastalığın dermanı yoktur” şeklinde cevap vermiştir. Bu durumdan son derece utanan Zahirüddin o anda Sabık Anadolu Valisi Timurtaş’ın oğlu Şeyh Hasan’dan aldığı acayip bir haber üzerine yemeğini bile yemeden acilen Çelebi’den özür ve himmet dileyerek oradan ayrılmış ve birkaç gün sonra da ölüm haberi gelmiştir.846 Eflâkî, ölümünü evvelce Timurtaş ve ekibinin inkırâzında olduğu gibi Âbid Çelebi’ye karşı saygısızlığı ile irtibatlandırmaktadır.847 Ve bu düşüncesini Moğolların yıkılışına kadar dayandıracaktır.
Nitekim naklettiğine göre Ebu Saîd Baha Han zamanında Âbid Çelebi, Ordu’ya (Moğol karargahına) bir sefer düzenlemiş ve yol üzerinde Tebriz’e ulaştığında Ulu Ârif Çelebi’nin oğlu Bahâeddin Emir Âlim Çelebi ile buluşup onu da yanına almıştır. Sahib-i A’zam Hâce Reşidüddin’in oğlu Vezir Hâce Şemseddin Emîr Muhammed’in huzuruna gelip dervişlerin ihtiyaç duyduğu bazı ufak tefek hususları kendişsine bildirdilerse de vezirin lâyıkınca muamelede bulunmayıp tegâfül göstermesi ve mühim işlerin halledilmesi hususnda gevşeklik göstermesi üzerine Âbid Çelebi ve Şehzâde ciddi bir teki göstererek Moğollar’dan yüz çevirmiş, kırgın ve hiddetli bir şekilde Anadolu’ya yönelmişlerdir. Âbid Çelebi Konya’ya dönerken Bahâeddin Emir Âlim Çelebi de Sinop limanından gemiyle Türkistan ve Deşt seyahatine çıkmıştır. Eflâkî Moğolların inkırâzını bu hâdiseye merbût olarak değerlendirir. 848 Hatta bizzat Mevlânâ’nın bu hususta Muinüddin Pervâne’nin sorusu üzerine bir açıklamada bulunduğunu nakleder. Rivâyete göre Pervane, Mevlânâ’ya “Bizim askerimiz diye buyurduğunuz Cengizhan sülalesinin devleti ne zaman sona erecek ve onların sonu ne olacak?” şeklinde bir soru sorduğunda Mevlânâ bu durumu babası Bahâeddîn Veled’in Belh’ten ayrılışı ile Hârizmşahlar hânedânının inkırâzı arasında bir ilişkisi kurarak açıklamış ve şöyle demiştir:849
“O tayfanın devleti, bizim çocuklarımıza, haleflerimize, torunlarımıza kötü davrandığında, onlara karşı cefa ve eziyette bulunup hürmet etmekten geri durduğunda, zorbalıkları ve büyüklük taslamaları yüzünden bizim soyumuza layıkıyla tazimde bulunmadıklarında yok olur. Şüphesiz Hakk Teâlâ gayret buyurup onları basiret sahiplerine ibret yapar. “Zalimlerin yardımcıları yoktur.” (Bakara, 2/270) ayeti bunlar hakkında okunur. Bütün âlem halkı zalimlerin cezasını müşâhede ederler.”850
Eflâkî de bu durumu tekrarlayarak Bahâeddîn Veled’in “akıl ile hareket edenlere uyarak (Muhtemelen Fahreddin Razi kastediliyor) akıl bağlarıyla bağlanmış” olan Hârizmşâh’tan ve etbâından incindiğinde ettiği dua ile Moğol ordusu ortaya çıktıysa şimdi de Hakk’a hususi bir kurbiyyeti bulunan bu hanedanın mensubu Âbid Çelebi ve Şehzâde Bahâeddin Emir Âlim Çelebi’nin gönüllerinin incitilmesi ve hatırlarının kırılmasının, Moğolların inkırâzına sebep olduğunu ve böylelikle Mevlânâ’nın kerâmetinin vuku bulduğunu dile getirir.851
Âbid Çelebi’nin de halefi Ârif Çelebi gibi gayret sâhibi bir sûfî olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Konya’da zuhur eden ve kaba zühd tavrına sahip bulunduğu anlaşılan Şeyh Paşa adında bir dervişle münâkaşa/kavga etmiştir. Eflâkî bu dervişi ikiyüzlülükle itham eder. Kendisinin çok az arpa unu ile iktifâ ettiğini, (gönlünün) perdeli olmasından ötürü suratının daima acı ve ekşi olduğunu ve “İman bütünüyle şevk ve zevktir” mefhumundan haberdar olmadığı için elbette semâ’ı da inkâr ettiğini, kimsenin yemeğini yemediğini ve ashâba (Mevlevî cemâati) selam dahî vermediğini belirtir. Görülüyor ki bu durum başta Ârif ve Âbid Çelebi olmak üzere Mevlevî cemâatinin takındığı sûfî tavrın muârızıdır. Şeyh Paşa’nın müridleri de “Bir tür hayvan sayılabilecek olan aşağı tabakadan insanlar da ona uymuştu” ifadeleriyle betimlenir.
Âbid Çelebi postnişîn olduktan sonra birkaç kez bu adamla karşılaştığında Şeyh Paşa başını çevirip selam vermeden geçip gitmişti. Bu duruma hiddetlenen Çelebi bir gün Şeyh Paşa’nın başına kamçı ile üç kez adamakıllı vurunca Şeyh Paşa hastalanmış ve yatağa düşmüştür. Mensuplarının Konya kadısı Tâceddîn Kalemşâh’a mürâcaatı üzerine kadı Çelebi’nin bu dervişi ziyaret etmesini uygun bularak hükmetmiştir.852 Ne var ki Şeyh Çelebi kendisini ziyaret edip te evinden ayrıldığında ölmüş ve Bağçe-i Sultânî’ye defnedilmiştir. Eflakinin bu hadiseyi naklettikten sonra sarfetiği bir cümle dikkat çekicidir. Şöyle söyler: “Âbid Çelebi, Ârif Çelebi’nin birçok münkirini (inkarcılarını) felâkete uğramış ve terk edilmiş kılarak yokluk âlemine gönderdi.”853 Böylelikle anlaşılıyor ki çok sonraları İstanbul’da zuhur eden Kadızâdeli anlayışı dönemine göre hiç te yeni değildir ve adeta Konya Kadızâdelileri de karşısına çıkmaya cüret edemedikleri Mevlânâ ve Sultan Veled’den sonra yer yer Ârif Çelebi’ye ve asıl ondan sonra Mevlevî cemâatine sataşmaya ve uğraşmaya aşlamışlardır. Elbette bunda genişleyen ve iyiden iyiye yaygınlaşmaya başlayan Mevlevî cemâatinin sahip olduğu çok renkli yapının da etkisi olmuştur.
Abid Çelebi’nin biri kız, üçü erkek toplam dört çocuğu olmuştur. Kızı Şah Melek Hâtun’dur.854 Büyük oğlunun ismi ise tartışmalıdır. Sahîh Dede’nin bildirdiğine göre Çelebi Salâhaddîn Emîr Zâhid-i Sânî (Küçük diye de zikrolunur)’dir.855 Başka kaynaklar ise Burhâneddîn Şâh Melik ismini kaydedip Emîr Zâhid’i bu şahsın oğlu olarak zikretmektedirler. 856 Diğer oğlu Muhammed Çelebi’dir. 857 Son oğlu ise Mevlânâ makâmının sekizinci postnişîni olacak olan Çelebi Emîr Âlim-i Sânî Bahrulkemâl’dir.858
Âbid Çelebi, 20 sene seccâde-i hilâfette bulunup ve 5 Muharrem 739 / 24 Temmuz 1338 Perşembe günü, 57 yaşında bu dünyadan göçtüğünde Kızı Şâh Melek Hâtûn 33, büyük oğlu Muhammed Çelebi 30 ve küçük oğlu Bahrulkemâl Çelebi Emîr Âlim-i Küçük Sânî 24 yaşında hayatta bâki kalmıştır.
Akabinde Mevlânâ makâmına küçük kardeşi melikü’l-meşâyih ve’l-ârifîn Hüsamüddîn Emîr Vâcid Çelebi (Abdülvâcid olarak da zikredilir)859 50 yaşında şeyhlik makamına geçip 5. postnişîn olarak Türbe’nin hizmeti ile meşgul olmuştur.860
831 Seyyid Sahîh Ahmed Dede, Mecmuatü’t-Tevârihi’l-Mevleviyye, haz. Cem Zorlu, İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s. 199.
832 Nusret Hâtun, Sultân Veled’in 681 yılında evlendiği ikinci zevcesidir.
833 Sultan Veled oğlu Şemseddîn Âbid Çelebi hakkında bir gazel inşâd etmiştir. Bk. Sultân Veled, Divan-ı Sultan Veled, nşr. Feridun Nafiz Uzluk, Uzluk Basımevi, İstanbul 1941, s. 541 (Gazel Nr. 894).
834 Seyyid Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 212.
835 Seyyid Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 213.
836 Eflâkî, IX, 1.
837 Eflâkî, IX, 2.
838 Eflâkî Timurtaş’tan şu ifâdelerle bahseder: “Tesadüfen o zamanda tekrim edilmiş [saygı gösterilmiş] Noyanzade Timurtaş bin Çoban (Tanrı her ikisine de rahmet etsin) 720/1320 yılında Konya’yı fethedip Karamanoğulları’nı buradan çıkardı. Konya’ya bağlı ve ekli yerleri ele geçirdi. Mağrurları, zorbaları itaat altına almaya çalıştı ve “Ben sahipkıran bir hükümdarım, hatta zamanın Mehdisiyim” diye iddia etti. Ona buna bol bol mal vermekte dengi yoktu, Adalette de ikinci Anuşirevan’dı [Nuşirevan]. Gerçekten dindar ve temiz bir gençti. Rum ulularının hepsi, bilginler, şeyhler, emirler, ileri gelenler, kumandanlar ve daha başkaları ona itaat edip biat etmiş, ona boyun eğmeyi vacip görmüş ve bu hususta söz vermişlerdi.”
839 Eflâkî, IX, 2.
840 Böylelikle Timurtaş İlhanlı sarayına karşı girişeceği isyan sürecinde muhtemelen kendisini desteklemeyeceğini düşündüğü Çelebi’yi Anadolu merkezinden uzaklaştırmış oluyordu.
841 Eflâkî Çelebi’nin şu beyitleri diline vird edindiğini bildirir: Ey oğul! Veliler de Allah çocuklarıdır.
Gâib ve hazır olmakta Allah (onların ve onları arkadan kötüleyenlerin) ahvalinden haberdardır.
Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Çünkü onlar için kin güden, onların öcünü alan Allah’tır. (Mesnevî, III, 79-80)
Öyle bir bekçim var ki saltanat, ona yaraşır. Bana nasıl bir yel esmekte? O bilir!
O yel soğuk mudur, sıcak mı? A kötü kişi! O bilen Allah, gafil ve gâib değildir, bilir! (Mesnevî, IV, 233-234)
842 Eflâkî, IX, 9.
843 Eflâkî kendisinden şöyle söz eder: “Mefhari’l-ümerâ Tac-i Kızıl’ın oğlu Zahireddin bir süre Konya’ya egemen olmuştu. Hükümeti idare edip halkı gözetmede eşi yoktu.” Bk. Eflâkî, IX, 8. Emir Zahîrüddîn Mahmud İlhanlılar’ın Anadolu valilerinden olup 729 / 1329 yılında bu Saîd Bahadır Han tarafından bu göreve atanmıştır. Muhtemelen daha önce de Anadolu’da başka vazifelerde bulunmaktaydı. 1319’da vuku bulan Zencan Çayı muharebesinde Ebu Said’in yanında yer almıştır. Babası Emîr Esen Kutluğ bir Uygur türküdür. Kendisi Olcaytu’nun şiîliği tercih etmesine rağmen Emir Çoban gibi sünnî olarak kalmıştır. Daha çok lakabı ya da ünvanı olan “Tâc-ı Kızıl, Tâc-dâr (Şemseddin Ahmed)” şeklinde anılmıştır. Esen Kutluğ İlhanlı Hanı Olcaytu Herbende ve halefi Ebu Said Bahadır Han’ın has adamlarından biri idi. 717/1318 yılında Timurtaş’ın Anadolu Valisi olduğu dönemde Esen Kutluğ da Horasan Valisi olmuş, ancak bir yıl sonra 718 /1318 yılında vefat etmiştir. Oğlu Emir Zahirüddin Mahmud ise 1339 yılında Anadolu Valisi Celâyir Şeyh Hasan tarafından öldürülmüştür. Bünyan Ulu Camii kendisi tarafından Muharrem 734 / Eylül 1333 tarihinde yaptırılmıştır. Ayrıca oğlu Taşkın (Taşhun) Paşa 1350 yılında tanzim edilen bir senetten anlaşıldığına göre Konya’nın Kemertaş köyünü satın almıştır. Taşkın Paşa da Ürgüp/Damsa köyünde bir cami, türbe ve medrese inşa ettirmiştir. Kendisinin Eretna Devletine bağlı bir emir olduğu anlaşılmaktadır. Bk. Mehmet Çayırdağ, “Kayseri’de XIV. ve XV. Yüzyıllarda İki Emir Ailesi, Emir Zahireddin Mahmud ve Emir Şeyh Çelebi”, Vakıflar Dergisi, sy. 27, s. 133-139; Mehmet İnbaşı, “Kayseri’de 1476 Tarihli Bir Vakfiye”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XIX/30 (1997), s. 205-214; Kemal Ramazan Haykıran, İlhanlı Hükümdarı Ebu Sa’id Bahadır Han Döneminde Doğu Anadolu (1317-1335), Ankara Ünv., Sos. Blm. Enst., Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007.
844 Eflâkî, IX, 3.
845 Bk. Robert Anhegger, “Mehmed b. Hacı Halîlü’l-Kunevî’nin Târîh-i Âl-i Osman’ı”, İ.Ü.E.F., Tarih Dergisi, II/3-4 (1952), s. 55.
846 Eflâkî, IX, 8.
847 Varlık iddiasında bulunan, varlığından geçmiş bir veliye çattı; kendi eliyle kendi gözüne diken batırdı.
848 Eflâkî, IX, 4. Ayrıca konuyla ilgili olarak şu beyitleri de kaydetmiştir: Erlerin hışmı, bulutu kurutur, gönüllerinin hiddet ve gazabı ise alemleri yakar, yıkar. (Mesnevî, III, 2816) Bir Allah erinin kalbi kırılmadan, Tanrı hiçbir kavmi rezil etmemiştir. Şu halde her devirde (peygamber yerine) bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir. (Mesnevî, II, 3112 ve 815)
849 Eflâkî, Mevlânâ’nın şâhit olarak bir de Hadîs-i Kudsî naklettiğini belirtir. “Ve şu ilahi hadisi de şahit olarak getirdi: Tanrı, Muhammed’e vahiy yoluyla “Benim bir takım askerlerim vardır. Ben onları doğu tarafında yerleştirdim ve onlara Türk adını verdim. Onları hiddet ve gazab arasında yarattım. Herhangi bir kul, bir ümmet benim emrimi yapmazsa, bunları onların üzerine musallat ederim ve bunlar aracılığıyla onlardan öc alırım.” diye bildirdi.”
850 Eflâkî, IX, 5.
851 Eflâkî, IX, 6.
852 Bunun üzerine onun muhipleri, kadıların sultani Taceddin Kalemşah’a gittiler, gerçekleşen olayı anlatıp etrafına üşüştüler. Şehrin kadısı, Çelebi’nin lütuf ve veliliğin gereğiyle merhamet etmesini, bu gönlü yaralı dervişin hastalığını sormaya giderek kabahatini affetmesini uygun gördü.
853 Eflâkî, IX, 7.
854 Şah Melek (ya da Melik) Hâtun, 703 / 1303-4’te dünyaya gelmiş ve 775 / 1373-4 yılında vefât etmiştir. Bk. Seyyid Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 208, 225. Bazı kaynakların Germiyanlı Süleyman Şah’ın oğlu İlyas Paşa’nın (v. 773) zevcesi ve Ergun Çelebi’nin annesi olan Âbide Hâtun’un bu hanım olduğunu ileri sürmelerine rağmen bu durum kronolojik açıdan mümkün değildir. Bk. Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi İzbudak, Silsilenâme-i Evlâd ve Ahfâd-ı Mevlânâ (içerisinde: Hz. Mevlânâ Efendimiz’in Oğulları, Kızları, Torunları, Haz. Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi İzbudak ve Mustafa Feridûn Nâfiz Uzluk), SÜSAM Nr. 131, s. 80.
855 Sahih Dede’ye göre 706 / 1306-7’de doğmuş ve 737 / 1336-7’te göçmüştür ve kendisinin iki oğlu vardır ki bunlardan ilki Çelebi Emîr Âdil-i Küçük, ikincisi de Çelebi Abdülehad’dir. bk. Seyyid Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 208, 209, 217, 218.
856 Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi İzbudak, Silsilenâme-i Evlâd ve Ahfâd-ı Mevlânâ (içerisinde: Hz. Mevlânâ Efendimiz’in Oğulları, Kızları, Torunları, Haz. Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi İzbudak ve Mustafa Feridûn Nâfiz Uzluk), SÜSAM No. 131, s. 80.
857 709 / 1309-10’da dünyaya gelmiş ve 765 / 1363-4’te göçmüştür. Sahîh Ahmed Dede, s. 209, 223.
858 715 / 1315-6’da dünyaya gelmiş ve 748 / 1347-8’de Ulu Ârif Çelebi’nin Emîr Âlim’den torunu İsmet Hâtun ile evlenmiştir. Seyyid Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 212, 220.
859 Seyyid Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 218.
859 Seyyid Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 218.
860 Eflâkî, IX, 11.