Semâdan sırr-ı tevhidi duyan gelsin

A+
A-

Semâdan sırr-ı tevhidi duyan gelsin

Tarikat-i Halvetiyye meşâyihinden, Halvetiyyenin Sivasiyye kolunu kurduğu için pîr olarak anılan devrinin önde gelem mutasavvıf alimleri arasında yer alan, aynı zamanda iyi bir şair olan Abdülehad Nûrî Hazretlerinin (ö. 1651) her dinlediğimde kalkıp peşinden gitme arzusu uyandıran güzel bir nutk-ı şerifi var. Ayasofya cami kürsü şeyhliği esnasında vaaz ederken kendisine kutbiyyet makamı verildiğinde söylediği rivayet edilen ilahinin sözlerini takdim edeyim:

Semâdan sırrı tevhîdi duyan gelsin bu meydâne
Derûn içre bugün Allah diyen gelsin bu meydâne

Görenler nûr-i Gaffâr’ı duyanlar sırr-ı Settârı,
Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsin bu meydâne

Salâdır ehl-i irfâne getirsin cânı kurbâne
Bugün başını merdâne koyan gelsin bu meydâne

Kamunun hâlıkı birdir niçin bazısı kâfirdir
Bu ne hikmet bu ne sırdır bilen gelsin bu meydâne

Geçip bu âb ü gilden dahî cümle kîl u kâlden
Bu dünya nakşını dilden yuyan gelsin bu meydane

Gönül maksûdunu buldu cihân envâr ile doldu
Bugün Nûrî imâm oldu uyan gelsin bu meydâne

Tasavvuf yoluna açıkça bir davet mektubu olan bu ilahide Abdülehad Nurî Hazretleri adetâ yolculuğa çıkmak isteyenlere şartları sıralamaktadır. Çağırdığı yol bırakın sıradan insanları, her dervişin bile gidemeyeceği için önceden uyarmaktadır. Öncelikli şart ise âşık olmaktır. Ancak âşık olanların dayanabileceği bir yolculuğa bize çağırmakta, âşık olmayanların bu işe kalkışmamaları konusunda uyarmaktadır.

Şiirin kafiyesini oluşturan Abdülehâd’ın davet ettiği meydan şiir boyunca devam eden temel kavramdır. Dolayısıyla meydanın ne olduğu bilinmeden şiir anlaşılmaz.

Meydan birkaç anlama gelecek şekilde kullanılmıştır. Her şeyden önce aşk ve aşıklık halidir ve bu dervişlikte en üst makam kabul edilir. İkinci anlamı dervişliğin kendisidir. Üçüncü anlam ise dünyadır. Şiirde geçen bir anlamı da tekkelerde zikir ve ayinlerin yapıldığı geniş mekanlardır. Bu meydana çıkıp zikire katılmak ise şeyhin iznine bağlıdır.

İlâhîde aynı zamanda tâliplere meydan okunmaktadır. Eskiden savaşlarda bir yiğit öne çıkar ve karşısına kendisi gibi bir er isterdi. Buna da meydan okumak adı verilirdi. Dolayısıyla Abdülehad Nurî Hazretleri de gittiği yolun ve nefsine karşı verdiği mücadelenin kolay olmadığını meydan okuyarak dile getirmektedir.

Şair ilahiye “Semâdan sırrı tevhîdi duyan gelsin bu meydâne” mısraıyla başlar. Bu çok güçlü bir giriştir ve aynı zamanda bu meydana çıkmanın ilk şartıdır. Semadan yani göklerden yani Allah’tan kalbine tevhid sırrının ilham olunması ilk şarttır. Bu mısra ile tevhid sırrının okunarak ve dinlenerek öğrenilebilecek bir şey olmadığını ancak ilhâm-ı Rabbanî ile bilinebilecek bir bilgi olduğunu anlıyoruz.

İkinci mısrayı ikinci şart olarak okuyabiliriz. İkinci şart zikrini gizlice yapacak olan, bağırmadan çağırmadan içinde saklayarak yapmaktır. Kalbi her an Alllah diyenlerin hâlini zikreder. Bu durumda meydan dünya olmakta ve yapıp ettikleri ile ilham- Rabbânîye mazhar olanların kalbinin gece-gündüz devamlı Allah’ı zikretmekle meşgul olmasına işaret eder. Bu da gönlün her türlü mâsivâdan, dünya işlerinden ve dünya sevgisinden temizlenmesidir.

İlk beyitte duymak ve söylemekten bahseden Abdülehad Nûrî Hazretleri ikinci beyte görmekten bahsederek başlar. Gaffar “günahları çok örten ve mağfireti çok olan, kullarının günahlarını bağışlayan” anlamında Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Bunun için ise kulun istiğfâr etmesi yani günahlarının bağışlanmasını Allah’tan talep etmesidir. Gaffarın nûrunu görmenin şartı istiğfardır. O yüzden dervişliğin başı istiğfardan başlar ve sonuna kadar istiğfar ile devam eder. Kuran-ı Kerim’de peygamberlerin istiğfar etmelerinden bahsedilmesi bağışlanmanın ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Settar örten anlamına gelmekte olup kullarının kusurlarını, ayıplarını, günahlarını örten ve bağışlayan anlamına gelen Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Sır ile vahdet ve tevhid kastedilir. Allah’ın nurunu görüp sırrına erenler gelsin derken Allah’ın sevgili kulları, evliyası, erenler kastedilmektedir.

İkinci mısra ise ilk mısrada dile getiren hususun ön şartı gibidir. Allah’ın sırrını işitmek ve nurunu görmek için ar ve namus şişesini kırmak yani benliklerinden geçmeleri gerekmektedir. Ar ve namus şişesini kırmak aynı zamanda melâmet yoludur ve melâmi meşrebi olmayanların giremeyeceği ifade edilmiş olunmaktadır. Melâmet ise yapılan ibadetlerin ve iyiliklerin halk tarafından bilinmemesi veya yapılan her işin hâlık için yapılması ve balıkların düşünülmemesidir. Dolayısıyla yaptıkları iyilikten sonra karşılığını ancak Allah’tan beklerler. İnsanlarla işi olan, onlardan aferin veya teşekkür bekleyenler bu işe yeltenmemesi gerektiği üzerinde durulmaktadır.

Üçüncü beyit şairin yaptığı davetin kimleri için olduğunu açıklamasıyla başlar. Davet irfan ehli içindir. İrfan Allah ve O’nun sıfatları, fiilleri, isimleri ve tecellileri hakkında mânevî tecrübeyle doğrudan elde edilen bilgidir. Bu bilgiye tefekkür, keşif ve ilham yoluyla sahip olunur. Bu da tevhid ilminin zevkedilmesiyle mümkündür. Her dervişim diyenin yapabileceği ve öğrenebileceği şeyler değildir. Şair Allah’ı her bakımdan bilen irfan sahiplerine canlarını kurban olarak meydana getirmelerini, nefislerini Allah yolunda feda etmelerini ister. Hz. İsmail gibi sorgusuz sualsiz, zerre miktarı korkmadan ve şüphe etmeden yani merdane, ancak mert olanlara yakışırcasına ve onların yapabildikleri gibi başını taşa koyabilenler meydana çıkabilmektedir. Bu yolun sonunda başı vermek de vardır. Nitekim başını veren birçok aşk şehidi vardır.

Dördüncü beyitte şair şartları biraz daha özelleştirerek tüm kulları yaratan Allah’ın kullarının birkısmını mümin birkısmını da kafir yaratmasının sebebini bilenleri davet etmektedir. Davet, yaratanın aşkı ve hatırı için cümle mevcudat ve mahlukâta iyi davranabilmenin yanında imtihan dünyasında insanlara verilen rolün farkında olanlaradır.

Beşinci beyitte âb u gil ve kîl ü kâl ile dünya hayatı ve ilmine vurgu yapılmaktadır. Âb u gil su ile toprak olan insanın yaratıldığı çamur, yani bedeni kastedilir. Kîl u kâl ise mekteplerde, medreselerde öğretilen ilimdir. Dolayısıyla bu dünyadan hem bedenen hem zihnen ve aklen vazgeçebilenler davete icabet edebilir. Yukarıdaki beyitlerde irfan ehlinin ilmi kimden ve ne şekilde öğrenildiğine göndermede bulunulmuştu. Burada da mektep ve medresede tahsil edilmeyen ancak tekkede kâmil bir mürşidin dizine dizleri değdirerek olabileceği bir kez daha hatırlatılmaktadır. Dünya nakşını dilden yumak dünyaya ve onun nimetlerine dair her türlü arzu ve isteği kalpten söküp çıkarmak, Kabe’nin için putlardan temizlenmesi gibi tertemiz yapmadan meydana çıkmak mümkündür.

Son beyitte ise Abdülehad Nurî Hazretleri sıraladığı tüm şartlara haiz olduğunu işaret etmektedir. Gönlün maksudu Allah’tır ve şair O’nu bulmuştur. O’nu bulduğu için de cümle kâinat nurla dolmuştur. Artık şair için karanlık bir nokta, bilinmeyen bir husus kalmamıştır. Dolayısıyla kendisi imam olmuş, yani kendisine kutbiyyet makamı ihsan edilmiştir. O hâlde aşk meydanına çıkmak isteyenler ona uymalı, onun mürşitliğini kabul etmeli, onun arkasında namaz kılmalıdır.

Allah Abdülehad Nurî Hazretlerinin davet ettiği meydana çıkabilen kullarıyla karşılaşabilmeyi nasip etsin. Amin.

Yazıyı okuduktan sonra Ahmet Muhtar Gölge tarafından bestelenmiş ilahiyi bir kez daha dinlemenizi tavsiye ederim.

 

İsmail Güleç

https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2024/06/29/semadan-sirr-i-tevhidi-duyan-gelsin