SEMÂ VE GÜZEL BİR KADIN

A+
A-

SEMÂ VE GÜZEL BİR KADIN

Nuri Şimşekler

Mevlâna Celâleddin Rumi… 750 yıl önce Anadolu”da yaşamış, ama günümüzde tüm dünyaya hitap eden bir düşünür. O yıllarda küçücük bir hücrede yazılan İslâm merkezli eserler, bugün dünyanın dört bir tarafına yayılmış. Türk”ü Japon”u, İranlı”sı, Amerikalı”sı, İtalyan”ı İspanyol”u bir vesileyle bu eserlerle karşılaşmış ve bir daha düşürememiş elinden. Nasıl düşürsünler ki? Âdeta her dizesine onlarca sayfa yorum yazılabilecek bu eserler, şimdiye kadar duymadıkları, yada üzerinde fazla düşünmedikleri şeyleri fısıldıyor kulaklarına. Her yönüyle doyumuna ulaştıkları bu maddesel dünyanın keşmekeşi içinde “insan gibi yaşam”ı keşfediyorlar bu dizelerden. Bu âlemin bir imtihan yeri, öbür âlemin ise burada yaptıklarının mükâfat ve cezasını görme yeri olduğunun farkına varıyorlar. Yüce Allah”ın her ân “gözetleme yeri”nde kendilerini izlediği mânâsını kavrayarak da muhasebesini yapıyorlar icraatlarının. Bunun gibi daha bir çok konuda da güzel benzetme ve hikâyelerle insanları doğruya ve güzele yönlendiriyor Mevlâna kendilerini.

Semâ… Teknolojinin ilerlemesiyle, her şeyin kendi ve bağlı bulunduğu nesnenin etrafında döndüğünün kanıtlandığı günümüz bilim dünyası. Ve sekiz yüzyıl kadar önce Konya”dan başlayan “çark”ın bütün dünyayı gizemli bir şekilde kendine çekmesi. “Ey Allah”ım beyaz kefenimi giydim, döne döne, tam bir aşk ve teslimiyetle ruhundan üfürdüğün canımla Sana gelmeye hazırım” metaforuyla kendinden geçmiş semâzenler. Mevlâna”nın yaşamı boyunca bedeninin bütün hücrelerinde yaşadığı “ayrılık acısı”nın habercisi semâzenler. Bir gün Amerika”da, bir gün Umman”da. “Gel”in, “Gel”in diyorlar her çarklarında. Gelin de eşref-i mahlûkât olan insanın son dini olan İslâmiyet”in güzelliklerini görün. O “yaşadığım müddetçe Kurân”ın kölesi, Hz. Muhammed”in ayağının tozuyum” diyen Mevlâna”mızla anlayın bâkî âleme giden bu yolu. Dünyanın çeşitli yerlerinde bazı yanlış örnekleri görüp de “İslâmiyet bu mu?” demeyin. “Gelin de şu arı duru İslâm ırmağına girin; kin ateşleriyle, savaş füzeleriyle yıpranmış, yaralanmış gönüllerinizi temizleyin.”

Güzel bir kadın, hem de tescilli. 120″lı yılların ortalarında dünyanın en büyük ülkelerinden birinin güzeli seçilmiş, ardından ülkenin en popüler TV”lerinden birinde haber spikerliği. Ana haber bültenini sunuyor; sunuyor ama, başta İslâm ülkeleri olmak üzere dünyanın her bir köşesinde yaşanan savaşları sunmaktan da bir hayli rahatsız. Haberlerin bitiminde saatlerce ağlıyor. Ertesi gün yine aynı tarzdaki haberleri okuyacağından istemeye istemeye geliyor, o çoğu kişinin gıptayla baktığı işinin başına. Anlaşılan gönlü de “güzel” bu spikerin. Güzelin birkaç yıl devam eden bu görevi, psikolojik tedavi görmesine sebep oluyor; ve “artık dayanamayacağım” diyerek görevinden ayrılmak zorunda kalıyor. Boşluk içinde dolaştığı dönemlerde okuduğu bir kitapta “Rumi”ye ait “İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer. Hepsi de anlamsız ve saçmadır.” sözünü görüp irkiliyor birden. Kim bu Rumi? Araştırıp öğreniyor ve ülkesinde hemen hemen her kitapçıda bulabileceği Mesnevî”yi ve Mevlâna”nın şiirlerinin çevirisini okuyor. Ülkesinde yapılan bir semâ törenini izleyerek “içindeki can”ı keşfetmeye başlıyor. Topraktan yaratılan bedenine değer katan “İlâhî âlemin parçası” canın farkına varıyor. “Bütün”ünü düşünmeye ve anlamaya çalışıyor. Derken iyice “âşık” oluyor sorularının cevabını bulduğu Mevlâna”ya. Kalkıp Konya”ya geliyor ve bir şekilde beni buluyor; yanında da iki kameraman. Bunalıma düşüp ayrıldığı o TV kanalı için Mevlâna”yı anlatan bir belgesel hazırlayıp “Mevlâna”nın bu insancıl, barışçıl ve sevgi dolu yönünü tüm dünyaya tanıtacağım” diyor. Tanınmış şarkıcı Madonna ile arkadaş olduğunu, kendisiyle de bu konuda konuştuklarını ve onun da Mevlâna”yı çok sevdiğini belirtiyor. 3-4 saat süren konuşmamızda Mevlâna”yı iyi tanıdığını söylüyor, ama Mevlâna”nın, ne Müslüman, nede Türk olduğunun farkında. Açıklamalarımın sonunda da ama, diyor “Ben okuduğum kitapların hiç birinde böyle bir cümle görmedim ki!” Ben şaşırmıyorum. Niye şaşırayım ki, özellikle 250″yi aşkın İngilizce eserlerin bir çoğunda bu “iki önemli husus”un yer almadığını biliyorum zaten. Ramazan ayında gerçekleşen bu röportaj sonunda benim bir şey yiyemeyeceğimi, ancak kendilerine bir yemek ikram etmek istediğimi söyleyince de hayır, diyor nazik bir şekilde ve ekliyor “Mevlâna”nın aklı bir kenara itip tam bir aşkla Tanrı”ya itaat etmeli dediği bu olsa gerek.” Bu güzeli ve kameramanlarını “Ürgüp” tarafına uğurlarken yine iki yıl önceki Ramazan ayında Konya”ya gelip “Hz. Pîrini” ziyaret eden “Amerikalı Mevlevi” bir hanıma evimizde açtırdığım oruç geliyor aklıma; ve ey güzel, diyorum “Allah takdir etsin de seninle de bizim fakirânede bir oruç açalım.”

Hiçbir kâfiri hor görmeyin! Olur ya Müslüman olarak ölebilir.”(Hz. Mevlâna)