Sema’ Adabı

A+
A-

SEMA’ ADABI

Ö.Tuğrul İNANÇER

“Semâ” adı ile tanınan Mevlevî Âyininin  resmî adı  “Mukâbele-i  Şeriftir. Mevlevî mukabelesi, tekkenin ‘Semâhâne’ denilen bölümünde icra edilir. Semahane,   genellikle  etrafı   parmaklıklarla çevrili   bir ziyaretçi  yeri     -züvvâr maksuresi-, âyin okuyan ve çalanlara ayrılmış ‘Mutrıb-hâne’ ve semâ   edilecek   bir  alan   olan ‘Meydân-ı Şeriften ibarettir. Namaz kılınırken imamın durduğu mihrab ve Mesnevî okunurken Mesnevî-hân Dede’nin yer aldığı Mesnevî kürsüsü de Semahaneye dahildir. Bazı tekkelerde türbe de Semahane ile aynı çatı altındadır. Mevlevîlikte mukâbele-i şerîf, İstanbul dışındaki tekkelerde genellikle   Cuma   namazından sonra yapılırdı. İstanbul’daki beş Mevlevihâne de ise belli günlerde mukabele vardı.  Cuma ve  Salı Galata, Cumartesi Üsküdar, Pazar Kasımpaşa, Pazartesi ve Perşembe Yenikapı, Çarşamba Beşiktaş (daha sonra Eyüb Bahariye), Mevlevîhânelerin âyin günleri idi. Ayrıca İhyâ Geceleri’ denen bayram ve kandil gecelerinde ve hilâfet merasimlerinde de  âyin yapılırdı. Mevlevî Âyini, Hz. Mevlâna tarafından tamamen bir vecd hâlinin ifadesi olarak, bir usûl ve merasime bağlı olmaksızın yapılan semâın, bir düzene bağlanması ile oluşmuştur. Hz. Mevlâna’nın düşünce, fikir, yaşayış, ilim, aşk ve cezbesinin, bir tasavvuf ekolü halinde ortaya çıkışı, oğlu Sultan Veled zamanında olmuştur. Sultan Veled ve hatta oğlu Ulu Arif Çelebi, aynen Hz. Mevlâna gibi, belli bir düzen olmadan, coşkunlukla semâ ederlerdi. Ancak ayrıca Cuma namazından sonra Hz. Mevlâna’yı anmak maksadı ile tertiplenen toplantılar, âyinin bir düzen halinde ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiş ve semâ meclislerine belli bir düzen verilmeye başlanmıştır.

Âyin, önce Pîr Âdil Çelebi ve daha sonra da Pîr Hüseyin Çelebi tarafından bugünkü şekil ve düzenine konulmuştur. Pîr Âdil Çelebi, Sultan Veled’in(ö. 1312) oğlu Şemseddin Emir Âbid Çelebi’nin(ö.1338) oğlu Emir Âlim Çelebi’nin(ö.1388) oğludur ve Feridun Ulu Arif Çelebi’nin(ö.1328) oğlu Muzaffereddin Ekber Emir Âdil Çelebi’nin(ö.1368) oğlu olan II. Arif Çele-bi’nin 1421’de vefatı ile Çelebilik makamına geçmiş, 1460’da vefatına kadar 39 yıl bu görevde kalmıştır. Semâ âyinine bugünkü şeklini veren bu zattır. En son şekillendirme ve teferruat düzenlemesi ise, Afyonkarahisarlı III. Ârif Çelebi’nin 1642’de vefatı ile Çelebilik makamına geçen ve Ferruh Çelebi’nin(ö.1591) oğlu olan Hasan Çelebi’nin oğlu Pîr Hüseyin Çelebi (ö.1666)  tarafından  yapılmıştır. Konya’daki Âsitâne’nin (Pîr Evi) 18.  postnişîni olan  Pîr Hüseyin Çelebi,   Tekke Medrese kavgasının en ateşli zamanları olan Sivasîler-Kadızâdeler kavgasını görmüş, yaşamış ve bu tesirle de Mevlevi Semâ Âyinini, cahiller ve inatların dışında, herkesin kabulüne mazhar bir düzenle ortaya koymuştur.

Bu düzenlemeye göre Mevlevi Mukâbele-i Şerîfi şöyle yapılır:

Mukabele günü veya gecesi, görevli  Meydancı Dede namaz vaktinden biraz önce, semahaneye girerek, yere ters olarak yayılı duran kırmızı renkli şeyh postunu alır ve sol omzuna koyar ve şeyh dairesine giderek, semâ izni  ister.  Şeyh, “Eyvallah” diyerek izin verdiğini belirttikten sonra, Meydancı Dede, dervişlerin duyabileceği kadar yüksek sesle ve özel okunuşu ile “abdeste tennureye sala” diye seslenir ve postu semahaneye götürüp usulünce yayar. Sonra ezan okunur. Semâa girecek dervişler, semâ kıyafetlerini giyerler. Tersine katlanmış olan tennureler koltuklarından tutulur ve öylece kıbleye karşı diz üstü oturulup, Hz.Mevlana’nın ruhuna üç İhlâs bir Fatiha okunur   Yine oturmakta iken tennurenin yakası öpülüp baştan aşağıya geçirilir. Böylece tennure tersken, yüz olmuş olur. Sonra ayağa kalkılıp, bele bağlanan “Elifi nemed” (veya elif-lâm bend) kemer gibi bağlanır ve özel şekilli bir yelek olan”deste-gül” sırta giyilir. “Resim Hırkası” denen çok geniş kollu, uzun ve geniş hırka da omuza alınır ve sikke de başa giyilerek kıyafet tamamlanmış olur.

Meydancı Dede’nin “Buyrun Yâ Hû” hitabı ile davet edilen dedeler ve diğer kişiler teker teker baş keserek selâm verip sağ ayak­la, eşiğe basmadan semahaneye girerler ve görev rütbeleri ve kıdemlerine göre yerlerini alarak, ayakta beklerler. Âyinin mûsikîsini icra edecek olan Mutrıb Heyeti de Mutrıb-hâne’de yerini alır. Herkes, sağ ayak başparmakları sol ayak başparmağını üzerinde; yani “ayakları mühürlü” denen durumda ve sol eli ile sağ omuz, sağ el ile sol omuz tutulmak suretiyle ayakta durarak, Şeyhin gelişini bekler. Bu duruş şekline “Niyaz Vaziyeti” denir.

Şeyh, sağ arkasındaki Meydancı ile birlikte semahaneye girip ayak mühürleyerek başını eğmek suretiyle selâm verdiğinde, herkes aynı biçimde sessizce selâma cevap verir. Şeyh, postuna geçer ve namaz başlar. Camideki usûlün aynısı olarak kılınan namaz, Şeyhin Fâtiha’sı ile sona erer.

Namaz bittiğinde, namaz safları bozulur ve yüzler Mesnevî kürsüsüne dönük olarak yeni yerleşim hâli alınır. Şeyh, (veya Mesnevîhân) kürsüye çıkıp oturduğunda, herkes yer öperek bulunduğu yere oturur. Mesnevî’den şerh edilecek beyitleri, Şeyh kendi okumayacaksa, “Kârî-i Mesnevî” denen, Mesnevî okumakla görevli dede, daha önce Meydancı tarafından kürsünün altına serilmiş olan seccadeye, yüzü kıbleye karşı olarak oturur ve şerh edilecek beyitleri okur. Şeyh, tesirli sözler söyleyebilmek, yanlışlıkların bağışlanmasını ve hâttâ düzeltilmesini dilemek için Allah’tan yardım isteyici ve yakarıcı bazı beyitleri okuduktan sonra Mesnevî beyitlerinin şerhine başlar. Sonunda “Yüce Allah’ın sırlarının keşfedicisi olan Mevlâna işte böyle buyurdu. O’nun bu buyurdukları ne uyku halindeki rüyadır, ne faldır ne de yıldız bilgisidir. Doğrusunu Allah bilir ama, herhalde Hakk’ın bir vahyi olsa gerekir” anlamındaki dörtlük okunarak Mesnevî şerhi bitirilir.

Sonra Mutrıbhânede kısa bir Kur’an-ı Kerîm okunur; Fatiha okunmaz. Şeyhin kürsü üzerinden okuduğu “Post Duası” sonunda Fatiha okunur. Şeyh, kürsüden inerken, herkes öpüp ayağa kalkar ve kıbleye göre sema­hanenin sağ tarafında yerlerini alırlar. Çok ender olarak Mesnevî şerhi yapılma­mışsa, bu yer alma namazdan sonra olur. Post duası da posta oturulunca yapılır. (1950’li yıllardan sonra Konya’da her yıl yapılmakta olan Mevlâna İhtifallerindeki Semâ Âyininde bu yer alış ve sonrası sergilenebilmektedir.)

Bütün tarikat âyinleri, Hz.Peygamber’e olan sevgi ve saygının ifadesi olarak, salâvat ile başlar. Mevlevî Âyininde bu ifade, “Na’t-ı Mevlâna” ile olur. Hz. Mevlâna’nın “Ya Habîballah, Resûl-i Hâlik-i yekta tuyi” (Ey Allah’ın sevgilisi, tek ve eşsiz yaratıcının elçisi sensin) diye baş­layan ünlü na’tını, Türk Mûsikîsinin dahîlerinden Mustafa Itrî Efendi, Rast makamında bestelemiş ve bu şaheser; “Nât-ı Mevlâna” olarak iki asırdan fazla hem Mevlevîhânelerde; hem de gerektiğinde başka tekkelerde okunmuştur. Itrî’nin bu bestesi en tanınmış nât bestesidir ve Abdülhalim Çelebi (Ö.1679) veya II.Bostan Çelebi (Ö.1705) tarafından, bir Çelebilik Makamı tavsiyesi olarak, bütün Mevlevîhânelere âyinde ney taksiminden önce okunması bildirilmiştir. Na’t olarak, bu beste ile başka güfteler okunduğu da olmuştur. Ayrıca, bu bestenin bitişi olan “Yâ tabîb-el kulûb, Yâ veliyellah” sözlerinin yer aldığı terennüm bölümünde, çok usta birer icracı olan nât-hânlar görevinde bulunduğu zamanlarda böyle yaptığı anlatılmaktadır. Itrî’nin bu bestesi, İstanbul Belediye Konservatuarı Tasnif Heyeti tarafından, Yenikapı Mevlevîhânesi kudümzenbaşısı bestekâr Ahmed Hüsameddin  Dede’nin  okuyuş  tarzı esas alınarak notayı alınmış; Zekai-zade Hafız Ahmed Irsoy ve Raûf Yekta Bey, bu eserin unutulmasını önlemişlerdir, Itrî’nin bu bestesinden evvelki beste veya bestelerin, yahut da Hz. Mevlâna’nın, Hz. Peygamberi öven birçok gazellerinin, kasîde tarzında doğaçlama olarak, okunduğunu kabul etmek gerekmektedir.

Na’tın okunması sessizce dinlendikten sonra, kudümzenbaşı kudüme birkaç darbe vurur ve neyzenbaşının veya onun görevlendirdiği bir neyzenin “post taksimi” adı verilen taksimi başlar. Post taksiminde, okunacak âyinin makamını önce dem sesler denen pest perdelerde ve uzun süreli seslerle gösterip sonra meyan açarak ve az makam geçkisi yapıp vakur nağmelerle taksimi tamamlamak, gelenekleşmiş bir haldir. Taksim bittiğinde hiç ara verilmeden kudümzenbaşının kudüme ilk darbe vurması ile beraber peşrev çalışmaya başlanır. Bu ilk “zahme” darbesiyle beraber Şeyh Efendi ve semâzenler ellerini şiddetli bir şekilde yere vurup ayağa kalkarlar. Buna “Darb-ı Celâl” denir. Neyzenler de ayağa kalkarak icraya katılırlar.

Ayağa kalmış bulunan semâzenler hırkalarına çeki düzen verip; sağa doğru birbirlerine yaklaşırlar. Bu sırada Şeyh, postun önüne çıkıp baş keserek selâm verir, herkes de baş keser. Sonra Şeyh, sağına doğru dönüp, peşrevin temposu­na da uygun bir şekilde, sağ ayağını atıp solu yanına çekerek, sonra solu ileri atıp sağı yanına çekerek yürümeye başlar. Semahanenin kenarında yüzleri ortaya dönük durmakta olan semâzenlerden sağa dönüp aynı tarzda yürümeye başlarlar. Şeyhin arkasındaki kişi (aşçıbaşı veya semâzenbaşı) postun önüne geldiğinde ayak mühürleyip baş keser ve hatt-ı istiva denen postun ucu ile kapı arasında çizili olduğu varsayılan ve Şeyhten başkasının basamayacağı çizginin sağ ayakla atlayıp solu da attıktan sonra, posta arkasını dönmeden, cephesini geliş yönüne çevirip yine ayak mühürleyip bekler. Bu sırada arkasındaki semâzen de postun önüne yaklaşmıştır. O da ayak mühürler ve postun önünde iki derviş birbirlerinin yüzüne, gözüne ve özellikle iki kaşın arasına bakarak ve hırkalarını içindeki sağ ellerini kalplerini götürerek selâmlaşıp niyazlaşmış olurlar. Postun sağındaki kişi arkasını semahaneye dönmeden yine sağa dönerek yürümeye başladığında, kendisinden sonraki semâzen yine aynı tarzdaki hareketlere devam eder. Böylece herkes birbiriyle selâmlaşmış olur ki buna “cemâl seyri” veya “cemâl cemâle gelmek” denilir.

 Semahaneyi ikiye böldüğü kabul edilen hatt-ı istivâa post hizasındaki uzantısında gene ayak mühürlenip baş kesilir; karşı karşıya geliş olmadan yürümeye devam edilir. Eğer, türbesi olan bir semahanede âyin yapılıyorsa, türbenin yanından geçilirken de baş kesilip selâm verilir. Şeyh, birinci devirde postun önüne geldiğinde, karşısında kıdemsiz derviş bulunmaktadır. Onlarda birbiri ile selâmlaşırlar ve ikinci, üçüncü devirlerde aynen böyle devam eder. Böylece herkesin üç defa semahanenin etrafını dolaşmalarına “devr-i veledi”(Sultan Veled Devri) denilir.

Mutrıb peşrev çalmaya devam ediyordur. Peşrev, yürüyüş sırasında bitse bile tekrar başa dönülerek çalınmaya devam edilir. Üçüncü devirde sırasının sonundaki semâzen, şeyhi beklemeden selâmını verip yürümeye devam eder. Onun sıradaki yerini alması ile beraber şeyh de postuna geçmiş olur. Bu anda kudümzen-başı peşrev çalmaya son verilmesini işaret etmek için kudüme hızlıca birkaç defa vurur ve sadece makamı gösteren bir iki cümlelik çok kısa bir ney taksimi yapılır. (Sultan Veled Devrindeki karşılıklı niyazlaşma Konya’daki Âsitânede şeyh postu önünde değil, Hz.Pîr Mevlâna’nın sandukası önünde yapılır.)

Sultan Veled devri devamında, herkes, sessizce Allah ismini (İsm-i Celâl) zikretmektedir.

Ney taksiminin bitiminde, âyinhân denen mutrıbdaki okuyucular, yine saz refakatinde, âyini okumaya başlarlar. Şeyh, postunun üzerinde, semâı idare edecek olan semâzenbaşı hariç, semazenler omuzlarındaki hırkaları çıkarıp oturdukları yere bırakırlar ve hemen niyaz vaziyeti alırlar.

Şeyh, postun önüne doğru üç adım atarak ileri çıkar ve baş keser, herkes de baş keser. Şeyh, sağ eli üstte olarak ellerini kavuşturmuş durumda dururken, semâzenbaşı şeyhe doğru ilerler ve şeyhin açıkta duran elini, şeyh de eğilerek onun sikkesini öper. Semâzenbaşının sağ ayağını geriye çekerek veya ileri atarak verdiği işarete göre semâzen, ya ortaya veya kenara doğru üç adımda yürüyüp semâa başlar. Omuzları tutmakta olan eller yavaşça aşağıya indirilip, elin dışı vücuda ve sikkeye temas ettirilip omuz hizasından yukarı kadar kaldırılır ve ‘sağ el yukarıya, sol el aşağıya’ bakacak şekilde semâ edilir. Semâzenin başı hafifçe sağa eğik, yüze biraz sola dönük, gözleri sol elin başparmağına kısık bir şekilde bakar durumdadır. Bu şekilde son semâzen, de semâa girdikten sonra, semâzenbaşı şeyhe baş kesip, semâı idare etmek üzere sema hanede dolaşmaya başlar. Şeyhde postun gerisine çekilip, ayakta durarak semâı izler.

Semâzenin sol ayağına “direk”, sağ ayağına “çark” denir. Direk, yerden hiç kesilmez ve diz bükülmez. Çark, direğin etrafında sola (kalbe) doğru döndürülerek atılır, direk yerden sürünerek geriye doğru hareket ettirilir. Böylece vücudun bir tam kendi etrafında dönüşüne de çark adı verilir. Direği, yerden sürümeden sabit durarak çark atmaya da “direk tutma” denir. Semâzen her tam çarkta bir defa olmak üzere sessizce içinden İsm-i Celâl okur. Semâ böylece devam eder…

Âyin bestesinin birinci selâmı bitip, ikinci Selâmın başladığı, beste usûlünün değiştiğinden anlaşılır. Selâm başında, herkes bulunduğu yerde yüzleri “Kutuphane” denen semahanenin merkezine gelecek şekilde durup, niyaz vaziyetinde baş keser ve ikili üçlü gruplar halinde omuz omuza yaslanır. Şeyh, postun önüne doğru ilerleyip baş kestiğinde, yine herkes baş keser. Şeyh, sessizce selâm duasını yapıp yine postun gerisine geçtiğinde tekrar beraberce baş kesilir. Semâzenbaşı ve semâzenler yine birinci selâmdaki gibi semâa girerler. Yalnız, el ve sikke öpmezler. İkinci selâm denen bölüm böylece devam eder ve yine bestedeki usul değişikliği ile Üçüncü Selâma girilir.

Dördüncü Selâma giriş de aynı şekilde yapılır.

Dördüncü Selâmda semâzenler, semahanenin ortasına girmezler ve etrafa sıralanarak sema ederler; orta yer boş bırakılır. Son semâzenin de semâa girmesinden sonra, hepsi yerlerinden kıpırdamadan direk tutarak semâ ederler. Semâzenbaşı şeyhe niyaz edip semâzleri de yerleştirdikten sonra Şeyhin solundaki yerine geçer ve artık yürümez. Şeyh ise postundan öne ilerleyip niyaz eder ve o da semâa girer. Şeyh, sol eli ile hırkasının sağ tarafını bel hizasından, sağ yakasından tutarak hırkanın göğüs kısmını sağ tarafa doğru hafifçe açarak semâ eder. Başı, semâzenler gibi, hafifçe sağa eğik ve sola dönüktür. Hatt-ı istiva üzerinden adım atarak semâ etmek suretiyle semahanenin merkezine kadar gelir. O da orada direk tutar. Bu tarz yaka tutarak ve ağır tempo ile olan semâa “post semâı” denir. Semâzen başı da bulunduğu yerde post semâı yapar.

Âyin bestesinin dördüncü selamın sözlü kısmı bittiğinde sazlar hemen saz semaisine ve takiben son peşreve girerler. Eğer Niyaz İlahisi denen Segah makamındaki eser icra edilecekse, Semai yerine sazlardan biri Segâh’a geçiş taksimi yapar ve ilâhiye girilir. Saz semaisi veya Niyaz’ın bitmesi ile son taksim başlar Son taksimin, post taksimi ile mutlaka ney ile yapılması gerekmez; başka saz ile de yapılabilir. Taksimin başlaması ile kutuphânede direk tutmakta olan Şeyh yavaş yavaş postuna doğru gitmeye başlar. Şeyh posta vardığında taksim bitirilir ve hemen tiz perdeden olmak üzere mutrıbta görevli biri tarafından Kur’an okunmaya başlanır. Bu anda herkes olduğu yerde baş kesip, yer öperek bulunduğu yere oturur. Eller omuzlarda ve baş öne eğiktir. Görevli dervişler, sırtlarına hırkalarını koyduklarında normal oturma hali alınarak, Kur’an dinlenir. Kur’an okunması bittikten sonra Şeyhin sol tarafında uygun bir yerde “Duâgû Dede’ (Duacı Dede) özel okuyuş tarzı ile, özel duayı tekbîri ve salâvatı okuduktan sonra, Şeyh, “Fatiha” der. Herkes sessizce Fâtiha’yı okur. Sonra Şeyhle beraber her­kes yer öpüp ayağa kalkar. Şeyh, postu­nun üzerinde “Hû diyelim” sözü ile biten ‘gülbank’i (özel tertip ve tespit edilmiş duâ) okur. Mutrıbhân ve semâzenler baş keserek bir nefes boyu ve yüksek sesle “Hû” derler. Şeyh, postun üzerinden ayrılıp baş keserek yüksek sesle selâm verdiğinde, semâzenbaşı yüksek sesle ve son Hû hecesini nefesince uzatarak selâma alır, semâzenler de baş keser. Şeyh bu sırada postun tam karşısındaki kapıya doğru yürümektedir. Tam orta yere geldiğinde yine selâm verir. Bu selâmı neyzenbaşı alır, mutrıbdakiler baş kesen Şeyh semahanenin çıkışına vardığında posta doğru dönerek baş kestiğinde, herkes beraberce baş keser. Şeyh semahaneden ayrıldıktan sonra, herkes posta selâm vererek teker teker semahaneyi terk ederler. (Eğer semâ türbeli semahanede yapılmışsa, ayağa kalktığında önce türbedekiler için Fatiha okunur sonra gülbank çekilir.) Meydancı Dede tarafından Şeyh Postunun usulünce kaldırılması veya katlanması ile Mevlevi Mukabelesi bitmiş olur. Semâ sırasında da, Sultan Veled devrindeki gibi sessizce Allah’ın ismi (İsm-i Celâl) zikredilir. Semâzen çarkını yerden kaldırırken “Al”, yere basarken “lah” hecesini söylemek suretiyle her çark atışta bir İsm-i Celâl okuyarak zikre devam eder.

Mevlevî Mukabelesi denen bu resmi âyin şeklinden başka “âyin-i cem” (Aynü’l-cem) denen bir âyin tarzı daha vardır ki, tekkenin semahanesinde değil, “meydan odası” denen özel bölümünde yapılır. Ya bir sohbet meclisinde veya bir ikram için toplanıldığında na’t okunmadan ney taksimi ile başlar. Âyin okunurken, herkes değil, sadece arzu edenler hırkalarının kollarını giyip post semâı tarzında kol açmadan sema ederler ve selam başlarında da durmak yoktur. Yine Kur’an okunması ve gülbank ile biter; sonra istenirse sohbete ve ikrama devam edilir. Hz. Mevlâna’nın ahrete göç etmesi hicri takvimle 5 Cemaziyelâhir 672’dir. Bu gün Mevlevîlerce sevgiliye kavuşma zamanı, gelin gecesi (Şeb-i Ârûs) olarak kabul edilmiştir. Hicri takvimin mevsimlere göre dönüşü ile yaz aylarında tekke bahçesinde açık havada; kışın meydan odasında 5 Cemaziyelâhir günü mutlaka âyin-i cem yapılırdı. Mukabele ve âyin-i cem’den başka bir ayin vardır ki buna da “Müptedî Mukabelesi” denir.  Semâ etmeyi artık öğrenmiş olan bir yeni der­vişin (nev-niyâz) mukâbele-i şerîf’e katıl­masına izin verilmesi törenidir. Bu âyine Şeyh katılmaz. Âyini semahanede Şeyh Postunun  yanında  duran  Ser-tebbâh (Aşçıbaşı Dede) idare eder. Tıpkı âyin-i cem gibi na’t okunmadan ney taksimi ile başlar.   Peşrevle  beraber  Sultan Veled Devri yapılır ve semâ başlar.  Müptedî Mukabelesinin özelliği, âyin okunmamasıdır. Dört bölümlü semâ sadece peşrev çalmaya   devam   edilerek  yapılır;   yine Kur’an ve gülbank’le biter. Birçok tarikatta rastlanan besteli evrâd-ı şerîf, Mevlevîlikte yoktur. Mevlevî evrâd-ı şerîfi sabah namazı vakti topluca değil, bireysel olarak okunur.

Mevlevîhânelerin mesci­dinde sabah namazından sonra topluca yapılan bir zikir âyini şekli vardır ki buna ” ism-i celâl çekmek”  veya  “Lafza-i Celâl okumak” denir. Namazdan sonra şeyh, postuna oturur; herkes görev rüt­besi ve kıdemine göre yerlerini alarak tam bir daire oluşturulur. Meydancı, iri taneli ve çok uzun bir tespihi, imamesi Şeyhe gelecek şekilde bütün halkaya yayar. Herkes iki eli ile tespihi tutar. Şeyh çok ağır ve uzun hecelerle ve pest perdeden “Eûzu besmele” çeker ve yine uzun hecelerle topluca üç defa Lâilâheil-lallah, sonra da yine üç defa ağır ağır “Allah” denilir. Sonra İsm-i Celâl hızlanır ve perde çok belli edilmeden küçük ses aralıkları ile yükseltilir. Sonunda adeta harfler belli olmadan iki hecenin sesi duyulur hale gelir. Bu sırada baş, elif harfi çizer gibi yukarı aşağı hareket ettirilir. Tespih, sağa doğru avuç içinden yürütülür. Mevlevî İsm-i Celâl zikri, kendine özgü ritmi ve perde kaldırması ile çok estetik ve çok tesirli bir zikir tarzıdır. Belli bir adet; Allah isminden sonra, Kur’an okunması, Şeyhin gülbank’i ve Fâtiha’sı ile biter. Bazen mukâbele-i şerîf’te namazdan veya Mesnevî okunmasından sonra da İsm-i Celâl çekilir. Herhangi bir sebeple mukabele yapılamadığı zamanlarda da, Aşçıbaşı Dedenin idaresinde ve semâhânede İsm-i Celâl çekilerek o gün veya gecenin “dinî âyini” yapılmış olurdu.

Mevlevî Mûsikîsi ve Semâ’daki Semboller

Mevlevî Semâ Âyini, mûsikîsinden kıyafetine kadar her alanda, pek çok sembolleri taşır.  Benliğinden ölü olan Mevlevî dervişinin, başındaki sikkesi mezar taşı, giydiği tennuresi kefeni, sırtındaki hırkası kabridir. Semahane kâinattır; sağ tarafı görünen ve bilinen madde âlemi, sol taraf mânâ âlemidir. Posttan sağa doğru hareket, yücelikten düşüklüğe gidiş (ulvîden süflîye) hatt-ı istivanın sonundan posta doğru hareket düşüklükten yüceliğe varıştır ki, “seyr-i sülük” denen manevî olgunluğa erişme yolculuğunu anlatır. Kudümün ilk vuruşu “Ol” emrinin, anlatımıdır. Ney, “İnsân-ı kâmil”dir. Ney’in üflenmesi, İsrafil’in “Sûr”u üflemesidir. Kalkarken yere el vurmak hem “Ol” manın, hem Sûr’u işitince kabirden kalkmanın sembolüdür. Sultan Veled Devrindeki üç tur, “İlm-el yakîn, ayne’l yakîn, hakke’l yakın” denen bilme, görme ve olma mertebele­rine işarettir.

Tecelli rengi olan kırmızı renkli post üstündeki Şeyh Hz. Mevlâna’yı temsil eder. Hakikate varan yolu o bilir; ve bunun için hakikate varan en kısa yolu temsil eden hatt-ı istivâ’ya yalnızca o basabilir. Sûr’un üflenmesiyle kabirlerinden canlanarak kalkanların şaşkın şaşkın nereye gideceklerini aramak yerine, insân-ı kâmilin peşine takılıp, onun gittiği yoldan, adımlarını onun gibi ata­rak kurtuluşa eren yolu bulmayı, Sultan Veled Devrindeki yürüyüş temsil eder. Semâdaki selâmlar zât, sıfat, fiil, vahdet gibi tasavvuf anlamlarını taşırlar. Dört selâm, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet kademelerini anlatmaktadır. Dördüncü selâmda; Allah’ın tek ve gerçek  varlığı ile var oluş olan, vahdet durağından kıpırdamadan, ayak direyerek duruş,  anlatılmaktadır.  Ve  sonunda:

“bütün mânâ mertebelerini bilsen de, ulaşsan da, asla kulluktan vazgeçme, en yüce makam ve mertebe kulluktur, fakat, bilenle bilmeyen bir değildir.” denilir

 divider11