Sekiz asırdır aşka çağırıyor

A+
A-

Sekiz asırdır aşka çağırıyor

Mevlânâ, Batılıların verdiği adla ‘Rûmi’, son yıllarda dünyada en çok konuşulan, adına toplantılar düzenlenen ve eserler yazılan bir isim. Çağlar öncesinden seslenen bu büyük bilge, debisi sürekli artan bir ırmak gibi, geçtiği yerleri yeşertip aşka, umuda ve aydınlığa çağırıyor. 2007’de, onun 800. doğum yıldönümü kutlanacak. Doğrusu Türkiye, bağrında taşıdığı bu büyük hazineyi yeterince değerlendiremiyor. Onun düşüncesi, eserleri ve tesiri üzerine yapılan çalışmalar henez olması gereken düzeyde ve nitelikte değil. Oysa Batı’da özellikle ABD ve Kanada’da ‘Rûmi’ üzerine sayısız çalışma yapılıyor, eserleri didik didik inceleniyor. Dünyada Mevlânâ üzerinde yoğunlaşan ilginin sağlıklı bir düzlemde ilerlemesi aslında Türkiye’de ortaya konacak çalışmalara bağlı. Unutmamalı ki o bir mutasavvıf ve biricik gayesi ilahi aşkın deryasında kanmak. Bu açıdan, Mevlânâ üzerine konuşurken söze tasavvufla başlamamız gerekecek.

Hikmet ve irfan hazinesi

“İslam dini bütün kainat için açılan bir şemsiye gibidir. Farklı coğrafyada yaşayan değişik ırk ve kültürlere ait olan Müslümanlar ise bu şemsiyenin altında kendi mahallî ‘şemsiye’leriyle yaşarlar. Bu farklılıklara mezhep, meşrep, mektep ve tarikat da denilebilir. İşte bu şemsiyelerden biri de tasavvuftur. Mutasavvıflar kendilerini dinin ruhî, ahlâkî yönüne vurgu yapmakla görevli sayan kimseler kabul etmişlerdir.” Tasavvuf tarihi içinde bu görevi tam manasıyla ifa eden mutasavvıflardan biri de Mevlânâ Celaleddin Rûmî (ö. 17 Aralık 1273) olmuştur. Mevlânâ, İslâmiyet’in hakikatine vasıl olmuş; tefsir, hadis, kelâm gibi dinî ilimlere vâkıf; döneminin düşünce hayatına hâkim, âlim, mutasavvıf, şâir ve mütefekkir bir şahsiyettir. Mevlânâ tefekkürü; din, ilim, felsefe ve tasavvuf süzgecinden geçirmiş, îman ve sevgi potasında eritmiş, zaman ve mekânla aşınmayan sağlam bir düşünce sistemi haline getirmiştir. On binlerce beyitlik hikmet ve irfan hazinesi olan eserlerinde, yaşadığı çağın manevî iradesini tasvir etmeye çalışmıştır. Düşünceleri ve eserleriyle her zaman muhatabını adeta büyülemiştir. Çünkü mesajlarındaki tazelik, zamanın akışı ile tesirini yitirmemiştir. Olağanüstü çalkantılı dönemler yaşamış olmasına rağmen, insanlığa umut ve huzur vermiş ve vermektedir. Mevlânâ, yalnız büyük bir şair, bir tarikat kurucusu, derin bir sûfi, etraflı bir âlim değil; aynı zamanda ve hepsinden önce Anadolu’da kurulmaya başlayan yeni kültür unsurları arasında büyük bir kaynaşma ve birleşme temin eden, insan haysiyetine saygı ve Allah’ın ulûhiyetini vurgulayan prensipleri yeniden inşa eden, derin bir ruh ve hamle önderidir.

Mevlevîlik, ilhâmını mutlak manada Kur’an ve sünnetten alan, “Bende benden bir şey bırakmadı.” dediği aşkın gerçek hürriyet olduğunu idrak eden ve bu idrakle merkezinde ‘aşk’ bulunan; muhitine dalgalar halinde aşkı yayan Hz. Mevlâna’nın öğretileri üzerine oğlu Sultan Veled ve daha sonra onun soyundan gelen Çelebiler tarafından müesseseleştirilmiştir. Bu yol; âşık, ârif, âlim, kâmil, fâzıl ve hakîm mürşitler vasıtasıyla uzun asırlar boyunca insanlığı güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, sevgiye, hoşgörüye ve güzel ahlâka davet etmiş; bunun mekânlarını ve icrâ usûllerini mükemmel bir şekilde ortaya koymuştur. Mevlevîliğin mektepleri olan Mevlevîhanelerde gerçekleştirilen tasavvuf terbiyesinin nazarî ve amelî eğitimiyle, devrinin en büyük şâir ve hattatları, Türk mûsikîsinin en kudretli bestekâr ve icrâcıları yanında çok fazla müzehhib, mücellid, nakkaş ve ressamı yetiştiren birer feyiz menba’ı olmuşlardır. Sosyal hayatımıza nezâketi, nezâheti ve zarâfeti yerleştiren; Anadolu, Balkanlar, Kıbrıs, Arabistan Yarımadası ve Kuzey Afrika’ya kadar yayılan, pek çok devlet adamı, âlim ve sanatkârı müntesipleri arasına alan; sayısız ilim ve sanat eserinin vücut bulmasında ilham kaynağı, teşvik ve hareket unsuru olan Mevlevîlik, İslâm medeniyetinin önemli bir parçası olarak varlığını, yedi asırdan beri sürdürmektedir. Mevlânâ’nın tefekkürünün etkinliği hiçbir zaman tazeliğini kaybetmemiş, özellikle günümüzde modern çağın sorunlarını kendi başına aşmakta zorluk çeken herkesin onu yeniden keşfetmesini sağlamıştır. Mevlânâ’nın çağın idrakiyle yeniden anlaşılması, düşünce ve eserlerinden herkesin faydalanması için Türkiye’de ve dünyada Mevlânâ düşüncesi ve eserleri üzerine çalışmalar artmıştır.

2007 Mevlânâ yılı

Türkiye’de ve Türkiye dışında Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mevlevîler üzerine yapılan akademik çalışmalar her geçen gün artıyor. Son yıllarda üniversitelerde yüksek lisans ve doktora çalışmaları yapılmış ve yapılmaktadır. Bunlara ek olarak popüler sayabileceğimiz çalışmalar ve yayın faaliyetleri de yoğun bir şekilde sürmektedir. Selçuk Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı ulusal ve uluslararası Mevlânâ kongreleri ve sempozyumları, diğer üniversite ve kurumlara örnek olmuş; Manisa ve Çanakkale’de sempozyumlar tertip edilmiştir. 2005 yılında Selçuk Üniversitesi bünyesinde Mevlânâ Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (SÜMAM) kurulmasıyla bu alanda yapılacak akademik faaliyetlere kurumsal bir çerçeve kazandırıldı. Bununla birlikte son yıllarda, başta Konya olmak üzere İstanbul, Ankara, Sivas, Urfa, Sakarya gibi merkezlerde Osmanlı geleneğinde var olan Mesnevî dersleri/okumaları faaliyeti, Mevlânâ’yı anlama gayretinde olanları bir araya getirmekte. Burada 1946 yılından bu yana her yıl aralık ayı içinde Konya’da icra edilen Şeb-i Arûs törenlerinin veya diğer bir tabirle Mevlânâ ihtifallerinin Mevlânâ’nın ve Mevlevî kültürünün gündemde tutulmasında önemli bir katkısı olduğunu belirtmek gerek. Özellikle son yıllarda Konya’da inşa edilen Mevlânâ Kültür Merkezi’yle, ihtifaller daha görkemli bir hale gelmiş, ilginin artmasıyla da törenler aralık ayına yayılmıştır.

2007 yılının, Mevlânâ’nın doğumunun 800. yılı münasebetiyle UNESCO tarafından ‘Mevlânâ Yılı’ ilan edilmesi, bu faaliyetlerin artacağını işaret ediyor. Bu çerçevede, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 8-11 Mayıs 2007 tarihlerinde İstanbul ve Konya’da Uluslararası Mevlânâ Kongresi düzenlenecek.

Dünyanın ilgi odağı

XVII. yüzyıl sonlarında Batı’ya giren ‘Rûmî’, üç asırdan fazladır Batı’nın gündeminde. Hem akademik hem de popüler alanda ivme kazanan bu çalışmalar, gittikçe popülerleşme temâyülü göstermekte. İngilizcedeki Mevlânâ çalışmalarının bu süreçte İngiltere’den Amerika’ya kaymış olduğu da dikkatlerden kaçmıyor. Başta ciddî akademik çalışmalar ortaya konmuş, hattâ Nicholson örneğinde olduğu gibi bu çalışmalar, Doğu dünyasına dahî kılavuzluk edecek nitelikler kazanmıştır. Kendi içlerinde bazı husûsiyetler arz eden dikkate değer çalışmalar olsalar da Mesnevî’den bazı cilt veya bölümlere yönelik çalışmaların dağınık oluşu ve eserin tamamı hakkında bilgi vermek noktasındaki zaafları, Nicholson’ın çalışmaları ile son bulmuştur. Arberry’nin Fîhi Mâ Fîh tercümesinde olduğu gibi, Nicholson’ı tamamlar mahiyette çalışmalar da bu noktada ciddî katkılar sağlamıştır. Doğu’nun lirik mistisizmine ilgi duyan Batılılar için Divân-ı Kebîr’in eşsiz gazelleri, Hâfız, Sadî ve Hayyâm’la tanıdıkları rubâî tadı, Rûmî ile dînî bir boyut kazanmış, bir Batılının anlayışı açısından İslâm tasavvuf düşüncesinin çetrefilli konularının ne kadar beliğ ve kısa bir şekilde anlaşılabilir kılındığı hayretle müşâhede edilmiş olsa gerektir. Bu, eserlerin ‘best seller’ olmasındaki önemli sebeplerinden biri. Mevlânâ’nın eserleri ve düşüncesi, doktora seviyesinde çalışmalara konu edilmekte, uluslararası sempozyumlarda ve entelektüel mahfillerde kendisine zemin bulmaktadır. Bu alanda Nicholson, Arberry, Schimmel, Meyerovitch, Anna Masala, Khalifa Abdülhakim, R. Arasteh, J. Renard, K. Khosla, Afzal İkbal, W. Chittick ve nihâyet Franklin D. Lewis gibi ciddî eserlere imza atmış önemli isimleri anmak gerekir.

Bütün bu çalışmalara bakıldığında maalesef Mevlânâ’ya türbesinin Konya’da bulunması dışında Türk kültürü içerisinde bir yer verildiğini söylemek oldukça zordur. Bizce bunun sebebi, bu alanda uluslararası ilmî ve akademik şahsiyet, çalışma ve yayınlarımızın azlığıdır. Bu olumsuzluğun ortadan kaldırılması için sadece turistik endişelerle yapılan çalışma ve tanıtımlarla yetinmeyerek, bu sahada uluslararası tanıtım ve çalışmaların hem sayı hem de nitelikçe artırılması lazımdır. Bunun için hem ferdî ve akademik olarak hem de resmî olarak -Şeb-i Arûs törenleri dışında- azamî gayret gösterilmesi millî bir görevdir.

Netîcede günümüzde Batı’da bir ‘Rûmî’ fenomeni vardır ve önemli miktarda insan, manevî ihtiyaçlarını ve İslam ile irtibatını bu kanaldan sağlamaktadır. Görünen o ki bugün Mevlânâ’nın görüş ve düşünceleri tüm dünyaya mal olmuş; vefatının üzerinden yedi asır geçmesine rağmen bütün insanlık, varlığın sırrına ermek, yaratılanı ve yaratanı tanımak için, dün olduğu kadar bugün de Mevlânâ’nın kılavuzluğuna muhtaçtır. 2007 “Mevlânâ Yılı” Mevlânâ’yı anlamak, onu insanlığın her bir üyesine tanıtmak için önümüzde bir fırsat olarak duruyor.

Osmanlı’dan bugüne Mesnevî şerhleri

Osmanlı döneminde başta Mesnevî olmak üzere Mevlânâ’nın diğer eserleri (Dîvân-ı Kebîr, Fîhi Mâ Fîh, Mecâlis-i Seb’a, Mektûbât) üzerinde, gerek Mevlevîler gerekse diğer Osmanlı entelektüelleri tarafından çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar içinde yekünü Mesnevî çalışmaları ve şerhleri teşkil eder. Mevlânâ, fikirlerini esas olarak Mesnevî ile kitlelere duyurmuş ve benimsetmiştir. Mesnevî hakkında Anadolu’daki çalışmalar erken dönemlerde başlamış; okunmaya başlandığı andan itibaren âlimler, edîpler, şâirler kadar devlet adamları, esnaf ve halk tarafından da sevilmiş ve gittikçe artan bir ilgiyle benimsenmiştir. Bu değerli kitap, asırlarca Mesnevîhanlarca gerek sûfîlere gerekse halka anlatılmış, birçok âlim ve mutasavvıf tarafından tercüme ve şerh edilmiş, kendisinden birçok seçmeler yapılmış, konulara göre tasnif edilmiş, lügatleri hazırlanmış; eserlere, fikirlere, sanat ve edebiyat ürünlerine ilham kaynağı olmuştur. Ülkemizde, Surûrî (ö. 1562), Şem’î (ö. 1600’den sonra), Ankaravî (öl. 1631), Yusuf Dede (öl. 1669), Nahîfî (öl. 1738), Şakir Mehmed (ö. 1836), Mehmed Murad (ö. 1847), Ahmed Avni Konuk (ö. 1938), Veled Çelebi (ö. 1953) Abdülbâki Gölpınarlı (ö. 1982) ve Şefik Can (ö. 2005) Mesnevî’yi baştan sona tercüme veya şerh etmeyi başarmışlardır. Tâhirü’l-Mevlevî’nin (ö. 1951) 5. defterin başlarına kadar getirdiği şerh de Şefik Can tarafından tamamlanmıştır. Mesnevî’nin bir kısmının -özellikle birinci defterin- tercüme ve şerhini ihtiva eden daha pek çok eser yazılmıştır. Tâhiru’l-Mevlevî’nin 18 ciltlik günümüz Türkçe’siyle neşredilen Mesnevî Şerhi, Abdülbaki Gölpınarlı’nın tercüme ettiği Mevlânâ’nın tüm eserleri ve Mevlevîlik üzerine yaptığı çalışmalar, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz, ömrünün neredeyse tamamını Mevlânâ’yı anlamaya ve anlatmaya hasretmiş Şefik Can’ın, Konularına Göre Mesnevî Tercümesi ve diğer çalışmaları en çok ilgi gören eserler olmaya devam etmektedir.