Şehir evliyası olmaktan da zor
Şehir evliyası olmaktan da zor
Ahmet Özhan’ın hayatının, Ahmet Tezcan ile sohbet üslubu ile kaleme aldığı bir söyleşi kitabı yayınlandı. Ayrılık Yaman Kelime Ahmet Özhan Kitabı Bir Aşk Hikayesi.
Başlayınca bitirinceye kadar elimden bırakmadığım kitap, Ahmet Özhan’ın hayatında hayatî derecede rol oynayan Tuğrul İnançer’in yazdığı önsöz ile başlıyor. Böyle başlamada ayrı bir nükte ve nezaket var. Kitabı okuyunca anlıyoruz ki Ahmet Özhan’ın aşk yolculuğunun hikâyesi Tuğrul İnançer ile tanışması ile başlıyor. Haliyle, Ahmet Özhan’ın aşk yolculuğunun anlatıldığı kitabın da Tuğrul İnançer’in önsözüyle başlaması bir zorunluluk. Zorunluluklarda zorlama ve isteksizlik olur. Bu öyle zorunluluklardan değil. Bile isteye, cân u gönülden arzu edilen bir talep, aksinin mümkün olmadığı hâl desek daha doğru bir ifâde olacak. Seneler önce çalınan kapı ile başlayan tanışıklığın kitaptaki simgesel ifâdesi.
Kitabı samimi kılan bir diğer unsur Ahmet Tezcan’ın hazırlamış olması. Yazdığı romanlarla ve yaptığı röportajlarla yakından bildiğimiz tecrübeli bir gazeteci olan Ahmet Tezcan’ın samimi üslubu, akıcı dili ve ince düşünülerek kılı kırka yararak hazırlanmış soruları, dinlemeye doyamadığımız ve bir türlü ayrılmak istemediğimiz bir sohbete iştirak etmişiz hissi veriyor. Ahmet Tezcan’ın her türlü takdiri hak eden bir işe imza attığı bir çalışmasına şahit oluyoruz.
YAKIN DÖNEM TÜRK MUSİKİSİ TARİHİ
Kitap birçok bakımdan değerli. Bir yönüyle yakın dönem Türk musikisinin tarihi. Şarkıların, bestekarların, güftelerin ortaya çıkışlarını izleyebiliyoruz. Kitapta, bugün isimlerini hayranlıkla andığımız Alaaddin Yavaşça, Bekir Sıtkı Sezgin, Ulvi Erguner, Aka Gündüz Kutbay, Emin Ongan, Cinuçen Tanrıkorur, Cevdet Çağla, Niyazi Sayın, Yıldırım Gürses, Emel Sayın, Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses ve daha nicelerinden bahsediliyor. Musikişinas olmayan Müjdat Gezen, Fahrettin Aslan gibi bir döneme damgasını vurmuş kimseler de var. Kimilerinden birkaç cümle ile bahsediyor ama öyle birkaç cümle ki kişiyi yakından tanımamıza imkan veriyor.
Kitap ayrıca kimi önemli kurumlar hakkında da değerli bilgiler var. Devlt Konservatuvarı, Üsküdar Musiki Cemiyeti, Maksim Gazinosu, TRT İstanbul Radyosu, İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu, Sahaflar Çarşısı ve Karagümrük.
Ve İstanbul ve İstanbul’un meşhur mekanlarının o zamanlardaki hali.
DERVİŞ NASIL OLUNUR?
Ahmet Özhan’ın hayatında beni çok etkileyen yönü dervişliği oldu. Muzaffer Ozak Efendi ile başlayan tasavvuf hayatı, Safer Dal Efendi ve son olarak Tuğrul İnançer Efendilerle devam ediyor. Özhan, efendilerinin hizmetlerinde kusur etmediği gibi, ne zaman çağrılsa koşarak gidiyor. Onca konser, film, kaset, reklam vs gibi dünya işleri arasında efendilerini hiç ihmal etmemesi ve düzenli olarak ziyaretlerinde bulunması yazıldığı ve söylendiği gibi kolay değil. Niçin çok önemli ve değerli bulduğumu bir menkıbe ile anlatmak isterim.
DAĞ VE ŞEHİR EVLİYASI OLAN İKİ KARDEŞİN MENKIBESİ
Dağı olan her beldede anlatılan meşhur bir menkıbe vardır. Rivayete göre biri dağda biri şehirde yaşayan iki kardeş evliya varmış. Dağda yaşayan evliya beslediği birkaç koyun ve tavukla geçimini sağlar, vaktinin büyük bir kısmını ibadetle geçirirmiş. Allah’ın kendisine ihsanı olan kerametleri görülmeye başlamış ve çevrede saygı duyulan, hürmet gören bir Allah dostu olarak bilinmeye başlamış.
Kardeşi ise şehirde ayakkabıcılıkla geçimini sağlarmış. O da keramet sahibi bir evliya imiş. Kunduracı bir kış günü dağdaki kardeşini ziyarete gitmiş. Hediye olarak da mendilin içine koyduğu bir kor ateşini götürmüş. Kış vaktinde dağdakilere götürülecek hangi hediye, kor ateşinden daha kıymetli olabilir?
Şehirdeki evliya, içinde olduğu mendili yakmayan ateşi hediye etmiş, misafirlik bitmiş ve şehre dönmüş.
Bahar gelmiş, bu sefer de dağdaki şehirdeki kardeşini ziyaret için yola çıkmış. Dağdaki evliyamız, koyunlarından sağdığı sütü, dört ucunu bağlayıp heybe haline getirdiği mendile dökmüş ve şehre getirmiş. Dükkâna girmiş, selam vermiş ve hediyesini masanın üzerine bırakmış. Kunduracı da hediyeyi duvarındaki bir çiviye asmış ve sohbete başlamışlar.
Derken dükkâna bir hanım müşteri girmiş. Tamir etmesi için ayakkabısını çıkarırken dağ evliyasının gözü kadının ayağına ilişecek olmuş. O anda duvarda asılı mendilden sütler damlamaya başlamış. Kunduracı bismillah deyip parmağını mendile dokunmuş ve damlama durmuş.
Dağda evliya olmanın şehirde evliya olmaya benzemediğini yakınen gören dağ evliyası göreceğini görmüş, alacağını almış ve tekrar dağına dönmüş.
Şehirde sıradan bir kunduracı olduğu halde sınavı bu kadar zor iken tüm Türkiye’nin bildiği, hayran olduğu, genç ve yakışıklı bir şarkıcının mendildeki sütü akıtmamasını takdirlerinize bırakıyorum.
HALVET DER-ENCÜMEN
Tasavvufta meşhur bir terim vardır. “Halk içinde Hak ile olmak” şeklinde tarif edilen bu durumu büyüklerimiz “Eli kârda, gönlü yârda” şeklinde de ifade ederler. Kimileri biraz daha hafifletip “Eli işte gözü oynaşta” demişler. İkisi de aynı anlama geliyor. Bunun nasıl mümkün olduğunu size kitaptan nakledeceğim bir anekdotla aktarmaya çalışayım.
Ahmet Özhan’ın çok sevdiği ve takdir ettiği, kendisinden birçok şey öğrendiği Aka Gündüz Kutbay ile başından geçen bir olay anlatılır. Aka Gündüz bir gün “Ahmet bir yerde emanet var, seninle onu almaya gidelim.” der. Ahmet Özhan peki der ve arabasına atladıkları gibi emaneti alacakları yere gidilir. Emanet, Hatay’dan getirilen ney kamışlarıdır. Koca bir balyayı arabanın bagajına koyarlar ve yola çıkılır. Aka Gündüz, Ahmet Özhan’a döner ve “Şimdi ne yapacağız biliyor musun? Besmele zikrine başlayacağız” der Ahmet Özhan peki der ve başlarlar:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Hiçbir dünya kelamı yok. Sadece besmele zikri. Evin önüne gelinir, diller zikre devam eder:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Arabadan inilir, bagaj açılır, balya sırtlanır, merdivenlerden çıkılır. Dilde ise zikir:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Eve girilir, atölye olarak çalışılan odaya balya bırakılır, çözülür. Dilde aynı zikir:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Kamışlar teker teker kontrol edilir, elden geçirilir. Dilde yine zikir:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Dünya kelamı yine yok. Ne bir yorum ne bir soru. Birini seçer, kumpasını açar, ölçer ve fazlalıkları keser. Dilde zikir devam etmektedir:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Kumpasla delik yerleri tespit edilir, delinir, çapaklar alınır, pamukçuklar yakılır, kamışın içi iyice temizlenir. Dilde zikir devam etmektedir:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Kamışı ney hâline getirmek için gereken ne varsa yapılır ve sonunda ney olur ama dilde zikir eksik olmaz.
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim.
Ney olmuştur. Dudağa götürülür ve ilk üfleme:
Bismillaaaaa hirrahmaaaaa nirrahiiiiim. Huuuuuu.
Böyle açılan ve böyle üflenen bir ney dinleyenin kulağında etki bırakmaz mı?
Ahmet Özhan’ın hayatı da besmele zikri ile geçmiş. Her daim dil ile zikretmese de gönlü hep Hak’la birlikte olmuş.
Şimdi şu ayeti okuyun lütfen:
«Öyle (sâlih) kimseler vardır ki onları Allâhʼın zikrinden ne ticaret alıkoyar ne de alışveriş…»
Ne güzel bir ömür. Bu dünyada mükafat olarak böyle güzel bir ömür ihsan edilmiş kendisine. Cenâb-ı Mevla’dan, bize de böyle güzel bir ömür ihsan etmesini, meşgalelerimizin, kendisini zikirden mahrum bırakmamasını niyaz ediyorum.
İsmail Güleç
https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2022/01/20/sehir-evliyasi-olmaktan-da-zor