Şefik Can’ın Hayatı ve Hatıralar
Şefik Can’ın Hayatı ve Hatıralar
Çok değerli saygı değer misafirlerimiz;
Bugün burada asrımızın yetiştirdiği müstesna şahsiyetlerden biri olan, çok değerli Şefik Can hocamızı yâd etmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Günümüzde Mevlânâ ve Mesnevi denildiği zaman ilk akla gelen isimdir Şefik Can. Hazreti Mevlânâ’dan günümüze uzanan, Mesnevihanlık zincirinin en son halkasıdır. Tüm yaşamı boyunca mütevazı hanesinin bir köşesinde, gösterişten uzak, sessiz, sakin bir şekilde yaşayarak, Mehmet Akif’in ” Sessiz yaşadım kim nereden bilecektir” mısraıyla kendini tanımlamıştır. Hem mânevi özelliği, hem yüksek ahlak güzelliğiyle, ilim, aşk ve muhabbeti, ve diğer hâl ve tavırlarıyla, her zaman Hz.Mevlânâ’nın örnek şahsiyetini hayatında en güzel bir şekilde yansıtan, Şefik Can hocamızın; doksan altı yıllık hayırla geçen feyzli ve bereketli ömrünü, kısa bir biyografi şeklinde sizlere arz etmeye çalışacağım.
Aldığı her nefesi, Hz. Mevlânâ ve Mesnevi sevdasıyla hizmet içinde geçiren Şefik Can Hocamızı, anlatmakta yetersiz kalan sözlerime başlamadan evvel, Öncelikle; Hz.Mevlâna’ya dolayısıyla da ona gönül verenlere bir saygı nişânesi olarak bu günü bizlere hazırlayan; Selçuklu Belediye Başkanımız ADEM ESEN Beyefendiye, Varlığıyla panelimizi onurlandıran çok değerli İskender Pala Hocamıza, Konya Selçuk Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr YAKUP ŞAFAK Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden, Yrd. Doç. Dr. SEZAİ KÜÇÜK Konya Selçuk Üniversite’siden Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler Beyefendiye ve bu müstesna güne emeği geçen herkesle birlikte, teşriflerinizden dolayı siz değerli konuklarımıza, şahsım ve Şefik Can hocamız adına, sonuz şükranlarımı arz ediyorum efendim. Hoş geldiniz, Safalar getirdiniz.
Hz. Mevlânâ semâsının parlak bir yıldızı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok değerli, seçkin bir kumandanı olan Şefik Can hocamızın annesi; Ardahan’ın Carısğev kasabasından Yusuf Ağanın kızı “Gülşen Hanımdır” Devrinin son derece varlıklı, kültürlü, saygın bir insanı olan Yusuf Ağa’nın, Gülşen Hanımdan başka üç de oğlu vardır. Ahmet, Muhammed ve Mustafa, isimlerindeki, Şefik Can hocamızın dayıları olan bu gençler, halkın büyük bir bölümünün okuma yazma bile bilmediği 1800’lü yıllarda, Moskova Petersburg Üniversitesi’nde yüksek eğitim görmüştür. Halk tarafından çok sevilen, yardımseverliği, dürüstlüğü, faziletiyle tanının Yusuf Ağa, Birinci Dünya Savaşında, Rusların bölgeyi işgal etmesi üzerine, çok iyi derecede Rusça bilmesi ve halk üzerindeki saygın otoritesi nedeniyle, yaşadıkları Kasabaya Nahiye Müdürü olarak atanmıştır.
Ardahan’ın Nakala köyü eşrafından olup, dönemin çok önemli ilim ve eğitim merkezlerinden Erzurum’un Pervizoğlu medresesinde Müderrislik yapan, büyük âlimlerden Hacı Hilmi Efendinin oğlu, ”Tevfik Efendi” Şefik Can hocamızın babasıdır. Küçük yaşlarda babasından aldığı maddi, mânevi, eğitimin yanı sıra, yaşadığı dönemin en iyi medrese ve okullarında da okuyan Tevfik Efendi; Erzurum’daki bir Kız Rüşdiyesi’nde (Orta okul) uzun yıllar tarih öğretmenliği yapmıştır. Daha sonraları kendi isteğiyle Müftü olarak görevine devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin Erzurum’da yapmış oldukları katliamın vahametinden kaçarak Sivas’ın Yıldızeli kasabasına yerleşen Tevfik Efendi, savaş yıllarında bölgedeki birlik ve beraberliği koruma, din adına yapılan yanlış uygulamalara karşı, cahil halkı eğitme maksadıyla yoğun çaba harcamış, kişisel gayretleriyle ülkemizin barış ve huzuruna, ilmi ve irfanıyla katkıda bulunmuştur. Millet olarak çok zor günler geçirdiğimiz Kurtuluş Savaşı günlerinde, aydın bir din adamı olarak yapmış olduğu hayırlı hizmetleri, Mustafa Kemal Atatürk tarafından da takdir edilerek, daha sonraları kendilerine “ Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal” imzalı özel bir teşekkür mektubu gönderilmiştir.
Böylesine geniş, köklü, maddi, mânevi, ilim, irfan sahibi, aydın bir ailenin, çok güzide bir ferdi olan Şefik Can hocamız; 11209 yılında Erzurum’un Tebricik köyünde dünyaya geldi. (Resmi kayıtlarda 1910 olarak görünmektedir.) Çok küçük yaşlarda, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşımızın getirmiş olduğu sıkıntı, acı ve ıstırapları çok derinden yaşadı. Aynı yıllarda daha küçük bir çocukken annesi Gülşen Hanımı da kaybetti. Babasının tüm çaba ve gayretine rağmen, dinmek bilmeyen anne hasretinin yakıcı hasretiyle büyüdü.
1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşını, tüm dehşetiyle yakından yaşayan bir çocuk olan Şefik Can hocamız, boşalan tüfek fişeklerinin mukavva kutusundan, kendisine okul çantası yaparak 1916 yılında, Sivas’ın Yıldızeli ilçesinde ilk okula başladı. Osmanlının son dönemlerinde, “Padişahım çok yaşa” diye başladığı ilk okulu, 1922 yılında “Kemal Paşa çok yaşa“ coşkusuyla bitirdi. Büyük bir imparatorluğun hazin çöküşünü, köklü bir kültürün yok oluşunu, yeni kurulan Cumhuriyetimizin, doğum sancılarını birebir yaşayarak, yakın tarihimizin çok önemli bir tanığı oldu. İlk okulu bitirdikten sonra babasının arzusu üzerine, askeri okul imtihanlarına girdi. Bu imtihanı başarıyla kazanarak, Birinci Dünya Savaşı nedeniyle tüm dünyayla birlikte ülkemizin de çok zor günler geçirdiği 1923-24 öğretim yılında Tokat Askeri Ortaokuluna başladı.
Kurtuluş Savaşımız sırasında ülkemizin yaşadığı tüm yokluk ve sıkıntıları çok yakından yaşayan Şefik Can hocamız, Tokat’daki öğrencilik günlerinde, şiddetli kış soğuğundan korunabilmek için, dipçik darbeleriyle parçalanan Yunan askerlerinin yırtık paltolarını giymek zorunda kaldı. Çok eski bir kiliseden okula dönüştürülen, elektiriği, suyu olmayan bir okulda, fitilli gaz lambası ışığında ders yaparak, yatakhanedeki otlar üzerinde yatıp, yarı aç, yarı tok, büyük bir vatan aşkı, engin bir özveriyle Tokat Askeri Ortaokuluna devam etti. O yıllarda, ülkemizin savunması, gücü ve selameti açısından, Kurtuluş Savaşı sırasında kaybettiğimiz, Subay ve askerlerimizin yerini bir an evvel doldurmak ve ülke savunmasını en kısa zamanda güçlendirmek maksadıyla askeri orta okullar iki yıla indirilerek, öğrenciler hemen liseye alındı. Böylece iki yılda Tokat Askeri Ortaokulunu bitiren Şefik Can hocamız, 1926-1927 öğretim yılında İstanbul Kuleli Askeri Lisesine başladı.
Tokat’daki ortaokulun aksine, savaşın getirdiği yoksulluktan fazla etkilenmeyen, Kuleli Askeri Lisesini 1929’da, Harp Okulunu da, 1931 yılında bitirdi. Şefik Can hocamız, hatıralarında “1927-1931 senelerini içine alan 5 yıllık okul hayatım diyebilirim ki, 96 yıllık ömrümün en duygulu, en güzel senelerini ihtiva etmektedir.” demiştir. Yaşamındaki bu en güzel yıllarda kendisine eşlik eden çok yakın okul arkadaşları ise, Genel Kurmay Başkanlığı yaparak, ülkemizde bir döneme damgasını vuran Faruk Gürler, Semih Sancar ve Orgeneral Hasan Polatkan’la birlikte Atatürk’ün en yakın okul arkadaşlarından Tatar İzzet Paşanın oğlu Nuri oldu. Bu çok değerli okul arkadaşlarıyla olan dostluğu yaşamları boyunca en samimi şekilde devam etti.
Beş yüz mezun içerisinde on dokuzuncu olarak Harp Okulunu bitiren Şefik Can hocamız, 1930’ lu yıllarda Harp Akedemisi olan, İstanbul Yıldız Sarayı içerisindeki Levazım Yüksek Okulunda görmüş olduğu bir yıllık eğitimden sonra, 1932 senesinde Haydarpaşa Askeri Veteriner Okulunda Ayniyat Muhasibi olarak göreve başladı. Dönemin popüler dergilerinden YENİ ADAM, TÜRK SANATI, BİLGİ YURDU gibi tanınmış kültür ve edebiyat dergilerine hikaye ve makaleler de yazan Şefik Can hocamız, 1934 yılında Yeni Adam dergisinin açmış olduğu hikaye yarışmasına “DELİ İSA” adlı hikaye ile katılarak bu yarışmada ödül aldı. Edebiyat, tarih, öğrenme ve öğretmeye karşı, aşırı ilgisi nedeniyle, aynı yıllarda, İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Tarih bölümüne devam etti. Kumandanlarından izin almadan Üniversiteye devam etmesi, askeri yetkililerce uygun bulunmadı. İstanbul’dan alınarak, Kırklareli’nin Vize kazasına Ambar Müdür Yardımcısı olarak tayin edildi.
Çocukluk günlerinin geçtiği, Sivas’ın Yıldızeli kasabasının, diğer bir ismi de Yenihan olması nedeniyle, İlkokuldan beri Mehmet Şefik Yenihan ismiyle çağrılan Şefik Can hocamız, 1934 yılında soy adı kanununun çıkmasıyla, babası dahil tüm ailesi “Balcı” soy ismini alırken, hayatı boyunca çok önemseyip değer verdiği babasının, çocukluğundan beri kendisine, Erzurum’da yöresel bir çağırma şekli olan “Can” sözcüğüyle hitap etmesi dolayısıyla, babasına saygı nişânesi olarak, tüm ailesinden farklı bir şekilde sadece kendisi Can soy ismini aldı.
Genç bir teymen olarak görev yaptığı Vize’de edebiyata ve öğretmenliğe karşı içinde hiç dinmeyen sonsuz iştiyakı nedeniyle, bir çok kez yapmış olduğu öğretmenlik başvurusu; Alay kumandanı İshak Avni Paşa tarafından “Bu Vatana öğretmen çok bulunur, fakat ben senin gibi asker bulamam” diyerek, bu isteği her defasında geri çevrildi. Son çare olarak göz yaşları içerisinde bir mektup yazıp, çok değer verdiği Alay Kumandanına iletti. Satırlara yansıyan öğretmenlik aşkı, bu konudaki içtenliği, samimiyeti, İshak Avni Paşayı çok etkiledi. Uzun bir mücadeleden sonra nihayet öğretmenlik arzusu kabul edilerek, Milli Savunma Bakanlığı’nın da izniyle, İstanbul Üniversitesi’nde imtihan verip, Öğretmenlik belgesi aldı. 1935 senesinde Kuleli Askeri Lise’sinde Tahirü’l Mevlevi’nin ( Tahir Olgun ) yanında stajını tamamlayarak öğretmenliğe başladı
1937 yılında, Tanzimat Edebiyatının meşhur gazeteci, siyasetçi, şair ve yazarı, Namık Kemal’in, Maltepe Askeri Lisesinde öğretmen olan oğlu, Ali Ekrem Bolayır’ın vefatı üzerine, Kuleli Lisesi’yle birlikte, Maltepe Askeri Lisesi’nde de edebiyat hocalığı yapmaya devam etti.
1941 yılında, tanınmış Osmanlı paşalarından Kadri Raşit Paşanın yeğeni ve Abdulhamit Hanın eczacısı Miralay Mehmet Refik Pasinler’in kızı Müşfika Pasinler Hanımefendiyle evlendi. Bu evliliğinden 1942 yılında Mine, 1946 yılında Gülşen adında iki kız çocuğu dünyaya geldi. Mine ve Gülşen hanımefendiler hayatta olup halen İstanbul’da yaşamaktadırlar
İkinci cihan savaşı nedeniyle 1941 yılı içerisinde, Kuleli Askeri Lisesi Konya’ya, Maltepe Askeri Lisesi de Akşehir’e taşındı. O yıllarda Şefik Can hocamızın gönülden bağlandığı, Tahirü’l Mevlevi Hazretleri, savaş yıllarında İstanbul’dan ayrılıp Konya’ya gitmek istemedi. Sivil Öğretmen olması nedeniyle, Kuleli Askeri Lisesinden istifa ederek, Darüşafaka Lisesi’ndeki görevine devam etti. Şefik Can hocamız çok değer verdiği mürşidinden ayrılmak zorunda kalarak, önce Akşehir’e daha sonra da Kırıkkale Askeri Sanat Enstitüsüne öğretim müdürü olarak atandı. 1949 yılına kadar Kırıkkale de kalan Şefik Can hocamız, 1950 yılında tekrar Kuleli Askeri Lisesinde Edebiyat öğretmeni olarak göreve başladı. 1965 Yılında Konya Astsubay Okulu Öğretim Müdürlüğünden emekli oluncaya kadar, çeşitli Askeri okullarda, emekli olduktan sonra da sivil kolej ve liselerde Edebiyat ve Türkçe öğretmenliği yaptı. “Binlerce kez dünya’ya gelsem her defasında gene öğretmen olmak isterdim” diyen Şefik Can hocamız, son nefesine kadar tüm yaşamını ilme, eğitim ve öğretime adadı. Çok iyi derecede bildiği Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca’nın yanı sıra öğretmensiz bir şekilde kendi kendine öğrendiği Rusça’ya bir de gramer yazdı. Bu eser henüz yayınlanmadı. Çocukluğundan beri tüm yaşamını mânevi değerlere göre şekillendiren Şefik Can hocamız, özellikle Tahirü’l Mevlevi Hazretlerinden aldığı feyz ve muhabbetle, Hz. Mevlânâ ve öğretisine karşı çok büyük bir hayranlık duyarak Allah’ın lütfettiği bereketli ömrünü Hz. Mevlânâ ve onun eserlerine adayarak geçirdi. Tahirü’l Mevlevi Hazretlerinden almış olduğu “Mesnevihanlık” icazetiyle 1960 yıllarında başlamış olduğu Mesnevi derslerine son nefesine kadar devam etti. Hz. Mevlâna ve eserleri üzerine yapmış olduğu çalışmalarından dolayı 2001 yılında yüksek hizmet ödülü aldı.
Şefik Can Hocamızın yayımlanmış eserleriyle ilgili Yakup Şafak Beyefendi, biraz sonra sizlere geniş bilgi verecektir. O nedenle bendeniz bu konuyu Yakup Şafak hocamıza bırakıyorum.
Çok değerli dostlar; görüldüğü gibi tüm yaşamını ilme eğitim ve öğretime adayan Şefik Can Hocamız; Tahirü’l Mevlevi, Mithat Bahari, Ahmet Avni Konuk, İsmail Hâmi Danişment, İbn-ül Emin Mahmut Kemal ve Seniha Bedri Göknil gibi çok değerli zevatın devlethanelerinde yapılan, dönemin, ilim, edebiyat, sanat ve tasavvuf büyüklerinin katıldığı sohbet günlerinin her zaman beklenilen, seçkin bir konuğu olmuştur. Çok geniş ufku, entelektüel kişiliğiyle, tüm maddi mânevi değerlerimize, düşünceye, sanat’a sanatçıya, edebiyat ve tarihimize vermiş olduğu yüksek değerle, geniş bir dost yelpazesi içinde, hayatı her yönüyle derinden yaşayarak, 11200’lü yılların tümüne, ilim ve irfanıyla tanıklık etmiştir. Hz. Mevlânâ ve Mesnevi sevdasıyla, eğitim ve öğretime adanmış, doksan altı yıllık hayırlı ömrü içerisinde, görüştüğü, dostluk kurduğu tarihe mal olmuş çok değerli şahsiyetlerden bazılarını burada sizlere arz etmek isterim:
Sivas Kongresi dolayısıyla Sivas’a gelen Mustafa Kemal Atatürk’ü, İlk Okul üçüncü sınıf öğrencisiyken, öğretmen ve arkadaşlarıyla karşılamaya giderek, farkında bile olmadan yakın tarihimize tanıklık ederken, Atatürk’ü de ilk defa yakından görmüştür. Yıllar sonra Harp Okulu öğrencisiyken, habersizce okulu teftişe gelen, Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte Silah Fenni dersine katılan Şefik Can hocamız dersi sonuna kadar Atatürk’le birlikte takip edip dinlemiştir. Harp Okulundan mezun olduktan sonra da genç bir teymen olarak Atatürk’ün bir gezisinde kedilerine eşlik etmiştir.
Mısır’dan döndükten sonra uzun bir hastalık dönemi geçiren, İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u hastanede ziyaret ederek tanışan Şefik Can Hocamız, zaman içerisinde çeşitli vesilelerle, Kazım Karabekir Paşa, Mareşal Fevzi Çakmak Paşa, yukarıda arz edildiği üzere Cumhurbaşkanlığı yapan okul arkadaşları Semih Sancar ve Faruk Gürler Paşa, Orgenaral Hasan Polatkan, Atatürk’ün çok yakın okul arkadaşlarından Çanakkaleli Tatar İzzet Paşa, Halide Edip Adıvar, İsmâil Hâmi Danışmend, Rabindranath Tagor, Orhan Seyfi Orhon, Raif Nejdet, Muhiddin Raif, Cemil Sena, Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Muhsin Ertuğrul, Hüseyin Siyret, Ferit Kam, Rıza Tevfik, Ali Nihat Tarlan, Fuad Köprülü, Hasan Ali Yücel, İbrahim Alaaddin Gövsa, Feridun Nafiz Uzluk, Süheyl Ünver, Tahsin Yazıcı, Abdulkadir Akçiçek, Ömer Rıza Doğrul, Mehmet Zeki Pakalın, Mahmut Sadettin Bilginer, Elmalı Hamdi Yazır, Hattad Hamid Aytaç, Abdulbaki Gölpınarlı, H.Hilmi Işık, Ali Ulvi Kurucu, Yusuf Ziya Ortaç, Şukufe Nihal, Semiha Ayverdi, Seniha Bedri Göknil, Ayten Lermioğlu, Sofi Huri, Annemariye Schimmel, Neyzen Tevfik, Ahmet Kabaklı, Eşref Edip, Peyami Safa. Hacı Sami Ramazanoğlu, Adıyamanlı Raşit Efendi, Şemseddin Yeşil Efendi, Ladikli Ahmet Ağa, Muzaffer Ozak Efendi, Suudul Mevlevi, Remzi Dede, Süleyman Hayati Dede, Yaman Dede, Selman Tüzün Dede, Hakkı Dede, Münir Çelebi, Esedullah Keymen Çelebi, ve Celâleddin Bakır Çelebiyle görüşmüştür.
Görüldüğü gibi Şefik Can Hocamız; bizlerin, isimlerini ancak kitaplardan okuyup öğrenebileceği çok değerli şahsiyetlerle hemdem olmuştur. Bir kez daha arz etmek isterim ki; Ülkemizin tarihi kimliğini ve dokusunu yakından bilen, büyük bir imparatorluğun hazin çöküşünü, köklü bir kültürün yok oluşunu, Cumhuriyetimizin sancılı doğuşunun her anını, çok derinden hissederek yaşamıştır. Hakk ve hakikat yolunda hizmetle geçen yorgun günleri, ehli tarafından araştırılıp incelenmiş olsaydı, yaşadığı her yıl için, ayrı bir kitap yazılabilir, zamana gömülmüş nice maddi mânevi milli değerlerimizin, farklı yönleri gün yüzüne çıkarılarak, gönlümüzde çeşitli ufuklar açabilirdi
Doğru bildiğini en doğru bir şekilde yaşama gayreti içinde olan Şefik Can Hocamızın, yaşamında ki tek hırsı ve tutkusu sadece Hz.Mevlânâ olmuştur. Tüm yaşamını etkileyen bu ilahi aşk, teslimiyet, sadakat, bağlılık ve güçlü bir iman derecesine ulaşmıştır. Hz. Mevlânâ çeşmesinden akıp gelen ilahi sözler ışığında, tüm hayatını şekillendirerek, yüce Pir’imizi dilindeki sözlerle değil, gönlündeki aşk ve muhabbeti ile yaşatmıştır. Hz.Pir’imizin de, büyük bir teveccüh göstererek, daha bu fâni âlemde bile Kûbbe-i Hadrâ’sının gölgesi altına aldığı Şefik Can hocamızdan bizlere o kadar büyük bir insanlık mirası kaldı ki, bunu ne zamana nede, kelimelere sığdırabilmek mümkündür.
Allah’ın tevfik’i ile, her mânâda doğru dürüst oluşu, görünen görünmeyen maddi mânevi her türlü insani, dini ve ahlaki düşünceye saygısı, duygu, hal ve tavır hareketleri ile tam bir insanlık örneği olan Şefik Can Hocamız; Tutku şeklinde bağlı olduğu Divân-ı Kebir’i hazırlarken Önsözünde, çok büyük bir samimiyet ve içtenlikle şöyle demiştir: ”Ey tanıdığım ve tanımadığım sevgili okuyucularım! Bu şiirleri hissetmek, duymak saadetine ererseniz, bu şiirleri seçerek tercüme eden Şefik Can’ı bu aciz kulu hayırla yâdetmenizi, hatalarını hoş görmenizi ve rûhuna Fatiha okuma lütfunda bulunmanızı niyaz ederim. Hz. Mevlânâ’yı sevenlerin, ona gönül verenlerin en hakiri, en değersizi ŞEFİK CAN.
Değerli Hakkı Süha Sezgin de; Şefik Can hocamızdan yansıyan bu hiçliği en güzel bir şekilde şöyle ifaade etmişlerdir:
“Bazı değerler vardır yer altı ırmakları gibi sessiz akarlar, gözlere görünmezler. Bunlar toprağın üstündeki yeşilliğin, çiçeklerin, buğdayın hakiki besleyicisi oldukları halde ortaya çıkmazlar, bizden minnet alkış istemezler. Bu türlü değer artezyenlerine, rûh ve vicdan burgularıyla inilir. Onları görmek için insanda onlara benzeyen tarafların olması gerekir.
Evet değerli dostlar; Bizler burada ne söylersek söyleyelim şu da bir gerçek ki; Şefik Can hocamız çok büyük bir samimiyetle kendini Hz.Mevlânâ’yı sevenlerin, ona gönül verenlerin en hakiri en değersizi olarak tanımlamıştır. Sadece içten bir yakarışla arakasından Fatiha okumasını niyaz etmiştir. O nedenle, kendilerini bir kez daha çok büyük bir özlemle, sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anarken, aziz rûhaniyetlerine gök yüzünden yağmur gibi Fatihalar yağmasını niyaz ediyorum. Bendenizi büyük bir sükunet ve sabırla dinlediğiniz için sizlere de bir kez daha şükranlarımı arz ediyorum efendim.