SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ

A+
A-

SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ

Ahmet KUŞ

Ahmet KuşSaraybosna’ya ilk olarak 2006 yılında “Dünya Mevlevîhaneleri Belgeseli” için gitmiştim. O zaman Gazi Hüsrev Bey Çeşmesi’nden su içen buraya tekrar gelir demişlerdi. Birçok tarihî şehirde olduğu gibi Saraybosna’da da böyle bir inanış var. Suyun hikmetinden mi bilinmez ama gerçekten de birkaç yıl sonra yeniden Saraybosna’ya gitmek nasip oldu. 2009 yılında gerçekleşen ikinci seyahatimiz “Rumeli’de Osmanlı Mirası” projesinin çekimleri içindi. Bu proje bugüne kadar yaptığımız en kayda değer işlerden biriydi fakat maddi destek bulamadığımız için dört ülkeyle sınırlı kaldı. Beş cilt olarak öngördüğümüz çalışmanın sadece iki cildini yayınlayabil-dik(1). Arnavutluk ve Makedonya birinci ciltte, Kosova ve Bosna Hersek ikinci ciltte yer aldı. Çok istememize rağmen kaynak bulamadığımız için Rumeli’de yer alan diğer ülkelerin çekimlerini yapamadık.

Evlad-ı Fatihan olan Boşnaklar tarihin her döneminde biz Türklere karşı kardeşten de öte bir hukuka sahip olduğu için projenin bu etabı benim için son derece önemliydi. “Dünya Mevlevîhaneleri Belgeseli”nin hazırlık çalışmalarını yaparken Saraybosna Mevlevihanesi’nin yıkıldığını bildiğimiz halde burayı da projeye dahil ettik. Bundaki amacımız hem Saraybosna’daki Mevlevîlikle ilgili izleri tespit etmek, hem de oradaki Osmanlı yapılarının durumunu araştırmaktı.

Saraybosna Mevlevîhanesi şehrin merkezinde yer alan Bent-başı semtinde Milaçka Nehrinin kenarında bulunuyormuş. Küçük bir duvar kalıntısı haricinde mevlevîhaneden günümüze hiç bir şey ulaşmamış. Daha önce burada Bosna Sancakbeyi İsa Beyin yaptırdığı İsa Bey Zaviyesi bulunuyormuş. Mevlevîhanenin Milaçka Nehri kenarında kurulduğunu, ağaçlar içerisinde yer aldığını ve birçok yapıdan meydana geldiğini eski fotoğrafarından anlıyoruz.

Zaviye, XV. – XVI. yüzyılda yoksulların, yolcuların iaşe ve ibadeti için hizmet veriyormuş. 1659 yılında zaviyeyi ziyaret eden Evliya Çelebi buradan Mevlevî Tekkesi olarak bahsetmektedir. Evliya Çelebi’nin eserinde anlattığına göre o dönemde Saraybosna’da 47 tane derviş tekkesi vardır. Bu tekkelerden birisi de İsa Bey Tekkesi’dir. Evliya Çelebiye göre bu tekke; “Malaçka Nehri kenarında, cennet bağı gibi bir yerde olup, semahane ve meydanlı, yetmiş seksen adet fukara odalı, mıtrıban mahfeli, yemek yeri olan bir Celâleddin Rûmî tekkesidir. Şeyhi, ilim sahibi dervişlerden, duası kabul olunan bir zâttır. Neyzenbaşısı derviş hattat Mustafa gayet güzel
yazı yazar.”(2)

Mevlevîhane, 1697 yılında Avusturya işgalinde yanmış, bir müddet harap kalmış ve 1840 yılında Vali Vecihi Paşa tarafından tamir ettirilmiş, daha sonra bir sel felaketi sonucunda yıkılmış, 1886 yılında faaliyeti durdurulmuş. L planlı tekkenin alt katında mat-bah ve diğer bölümler, üst katta ise bir semahane ve meydan odası bulunuyormuş. Bu yapı da 1957 yılında yıkılmış, mevlevîhanenin yerine otel ve benzin istasyonu yapılmış. 1999 yılında kurulan bir dernek, mevlevîhaneyi yeniden kurmak için hükümet nez-dinde girişimde bulunmuş fakat bu girişimden uzun bir süre herhangi bir sonuç alınamamış.

Saraybosna’daki Mevlevîhaneyi Evliya Çelebi’den başka seyyahlar da ziyaret etmiştir. Fransız seyyah Quiclet 1657’de Venedik’ten başlayıp Balkanları geçerek İstanbul’a kadar faytonla yaptığı seyahat sırasında Saraybosna’ya da uğramıştır. Notlarında sema eden Mevlevî dervişlerinden de bahsetmiştir.

Saraybosna’daki Mevlevî zaviyesine yolu düşenlerden birisi de William Miller’dir. Saraybosna’yı 1895 civarında ziyaret eden Miller, İngiliz gazeteci ve tarihçidir.

Miller eserinde Sinan Tekkesi adını verdiği Mevlevî Tekkesinde izlediği sema ayininden bahsetmiştir. İskoç tıp doktoru ve arkeolog olan Robert Munro 1895 yılında Saraybosna’yı ziyaret etmiştir. Sa-raybosna’daki tekkeyi ziyaret eden Batılı seyyahlardan birisi de Roy Trevor’dur. İngiliz uyruklu seyyah Trevor, Saraybosna’yı 11209 yılının Ramazan ayında gezmiştir. Trevor, çok arzu etmesine rağmen bazı sebeplerden dolayı hükümet tarafından sema yasaklandığı için sema icrasını izleyememiştir.

Seyyahlar semadan ve dervişlerden bahsetmelerine karşın tekkenin mimarisinden hiç söz etmemişlerdir. Sadece Miller biraz bahsetmiştir. “Sinan Tekkesini ziyaret ettiğimde, her şeyden evvel, bir takım insanların oturduğu, kâğıt oynadığı ve kahve içtiği bir kahvehaneye kadar refakat edildim. Bir ahır veya tavla avlusunu bir yandan öbür yana geçerek, dervişlerin icrada bulunduğu mahallin ahşap mahfline eriştim. Her iki yanından sadece birer sütunla taşındığından ve seyircilerin her hareketiyle gıcırdadığı ve inlediğinden, her an mahflin düşeceğini zannettim. Keza, kadınlar için kafesli bir mahfil vardı. Binada, üç saf halinde dizilmiş, sırasıyla her safta, bir, dokuz ve dört olmak üzere on dört derviş vardı.”(3)

Hacı Munic EfendiMevlevîhane yıkılsa da Bosna Hersek’te hâlâ güçlü bir tasavvuf geleneği bulunuyor. Halveti, Kadiri tekkelerinin çoğu halen faaliyetine devam ediyor. Mevlevîlik de halen yaşayan bir kültür öğesi. 2006’daki ziyaretimiz sırasında Hafız Halit Hacı Muliç Efendi (1915-2011) sağdı ve Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin Mesnevisini Boşnakçaya çeviriyordu. Çok yaşlı olduğu için görüşme taleplerini genellikle kabul etmiyormuş. Bizim ekiple de görüşmeyi kabul etmedi. Boşnakça çevirisi tamamlanan Mesnevi daha sonra Konya Büyükşehir Belediyesinin bir alt kuruluşu olan Kültür A.Ş. tarafından yayınlandı. Hacı Muliç Efendi 8 Ocak 2011 Cumartesi günü 96 yaşında vefat etti. Mesnevi asırlarca Saraybosna’da okunmuştur. Birçok şehirde olduğu gibi burada da Mesnevi mesnevihanlar tarafından topluluklara okunup şerh edilmiştir. XVI. yüzyılda yaşamış olan Bosnalı Siyâhî Mustafa, XVII. yüzyılda yaşamış olan Tevekkulî Dede Bosna’nın en fazla bilinen mesnevihanlarındandır. Bosna’da sadece Mevlevî şeyhleri değil diğer tarikatların şeyhleri de zaman zaman Mesnevî dersleri vermişlerdir. Bu mesnevihanlar arasında Merhum Emin İseviç’in adını da zikredebiliriz.

Saraybosna Mevlevîhanesi yurtdışında bulunan şanslı mevlevîhanelerden birisidir zira 2013 yılında aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.

Mevlevîhane ne yazık ki Bentbaşı’nda bulunan ve günümüzde bir kısmı yol bir kısmı da özel mülkiyete geçen aslî yerine yapılamamıştır. Mevlevîhane, Saraybosna’ya hakim bir tepe olan Sarı Tabya’nın alt tarafına yapılmıştır. Burası aynı zamanda Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in mezarına da 50 metre uzaklıktadır.

Mevlevîhane, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Selçuklu Belediyesi’nin işbirliği ile inşa edilmiştir. Binanın projesi Saraybosna’da mesnevîhanlık geleneğinin son halkalarından biri olarak bilinen Hacı Muliç Efendinin vasiyeti üzerine mimar Namık Muftiç tarafından aslına benzer şekilde hazırlanmıştır. Mevlevîhane, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve Türkiye’den giden bir heyetin de bulunduğu bir tören sonucunda hizmete girmiştir. Bina Hacı Muliç Efendinin yetiştirdiği talebeleri Hafız Mehmet Efendi Ka-rahodsiç ve Veli Kukurozoviç yönetimindeki Hacı Muyaga Vakfı tarafından “Balkanlar Mevlâna Araştırmaları Merkezi” olarak Mevlevî kültürünü araştırmak ve yaşatmak hedef doğrultusunda hizmet verecektir.

KAYNAKLAR:

Duru, Rıza, Mevlevîname – Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerde Mevlevîlik, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2012, s. 458-459.

Evliya Çelebi, Seyahatname, (Yayına Hazırlayan: Mümin Çevik), Üç Dal Neşriyat, İstanbul, 1984, c. 5-6, s. 298, 299.
(1) Kuş, Ahmet – Şimşek, Fevzi – Duvarcı, İbrahim, Rumeli’de Osmanlı Mirası / Ottoman Heritage in Rumelia, Nildem Global Sigorta Resürans Broker-liğ, İstanbul 2010.

(2) Duru, Rıza, Mevlevîname – Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerde Mevlevîlik,

(3) Evliya Çelebi, Seyahatname, (Yayına Hazırlayan: Mümin Çevik), Üç Dal Neşriyat, İstanbul 1984, C. 5-6, s. 298, 299.

rumi-motif

SARAY BOSNA’DA İSA BEY MEVLEVÎHÂNESİ

Mehmet Ali UZ

GİRİŞ

Kur’an-ı Kerim’e göre insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır.(1)

Madde ve manasıyla da bir bütünlük arzeder. Her iki cephesini geliştirdiği nisbette yaradılışında-ki sırrı kavramış, dünya ve ahiret saadetine ermiş olur. İslâm âleminde, insanın mânevi gelişmesi daha çok, tasavvuf yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun teşkilatlandırılmış şeklini de tekkeler, zaviyeler, mevlevîhaneler ve âstaneler teşkil etmiştir.

Tekke, zâviye, dergâh, mevlevîhâne, hângah ve âstane gibi adı ne olursa olsun, bütün bunlar, asırlarca dinî yönden olduğu kadar, ictimâî, iktisadî ve kültür yönünden de önemli görevler üstlenmiştir. İslâm âleminde tarih boyu bunlar, insanlığın, zarâfetin, nezaketin, ahlâkın, sabrın, derin bir tefekkürün, insan ve Allah sevgisinin, hizmetin, san’atın, ilmin, irfânın, ma’rifetin, özellikle kendini bilişin müşterek adı olmuştur. “Nefsini bilen Rabb’ini bilir” buyrul-masındaki hikmet budur. Bütün bunların gayesi insan-ı kâmil dediğimiz o, faydalı, ideâl ve güzel insanı yetiştirebilmektir. Bir anekdot bunu ne güzel ifade eder:

Galata Mevlevîhanesi postni-şinlerinden Şeyh Cemâleddin Efendi, Mevlevîhane’yi ziyarete gelen bir Fransız misafri gezdirirken, orta avluda izahat veriyormuş:

“-Efendim, bizim iki mutfağımız vardır, birisi burası” diyerek gerçek mutfağı göstermiş. “Öteki de bu mutfak efendim” diye de semahaneyi işaret etmiş. Mevlevîhaneleri bilen Fransız misafr, şaşkın şaşkın Şeyh Efendi’nin yüzüne bakınca:

“-Efendim, birinci de yemekler, ikincisinde de insanlar pişer” deyivermiş.(2)

İşte asırlarca her gittiği yere medeniyet, eşitlik din ve vicdan hürriyeti götürmekle kalmayan, her yerde açmış olduğu mektep ve medreselerle; ilmî gelişmenin temellerini atan, zirveye ulaştırdığı vakıfarla; şehirleri süratle mamur hâle getiren, almış olduğu siyasî ve iktisadî tedbirlerle; refah ve zenginliğin imkânlarını hazırlayan Osmanlı döneminde, bütün yurt sathına yayılan Mevlevîhaneler ve âsitaneler,(3) asırlarca eğitim ve öğretim görevini sürdürmüş, yurt çapında nice meşhur âlim, ârif, şâir ve san’atkar insan yetişmesine vesile olmuştur.

Burada bir hususa dikkat çekmek isterim. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri dahil Türk aydını, medreseleri de, tekkeleri de, içiyle ve dışıyla yıpranmaya ve harap olmaya yüz tuttuğu şekliyle tanımış ve bu yüzden de bunlara düşmanca tavırlar takınmıştır. Bu husus da üzerinde durulması gereken bir bahs-i diğer…

İşte Osmanlı’nın yükselme dönemlerinde kurulan ve bugüne kadar asırlarca hizmet veren Mevlevîhaneler’den birisi de, Bosna’nın merkezi Saraybosna’da diğer adıyla Sarayova’da bulunan tebliğ konumuz olan İsabey Mevlevîhanesi’dir. Buraların uzun zaman önce sınırlarımız dışında kalmış olmaları dolayısıyla, adı geçen mevlevîhaneden söz açmazdan önce, bölgenin tarihi ve çevresi hakkında kısaca bilgi vermekte fayda mülâhaza ediyorum.

Tarihi ve Kültürel Çevre:

Bugün medeni geçinen dünyanın gözleri önünde, tarihte ender görülen bir vahşetin sergilendiği Bosna-Hersek bölgesine yapılan akınlar daha Murad Hüdavendigâr döneminde başlamış. Fatih zamanında, üst üste yapılan üç seferle, Bosna’nın fethi tamamlanmıştır. Bu seferlerden birincisi 1462, ikincisi 1463 ve soruncusu da 1464 yılında geçekleşmiş ve son seferle Bosna, tamamıyla Osmanlı topraklarına katılmış, hersek de tâbî ülkeler arasına alınmıştır. Hammer, Bosna’nın ikinci sefer sırasında fethedildiğini zikreder. Bosna’nın merkezi durumunda olan Sarayova ise, daha önce fethedilmiştir.

Bosna ve Hersek’in fethi, Türk tarihi yönünden son derece verimli olmuştur. Müslüman Bosna halkını oluşturan Boşnaklar da Arnavutlar’dan sonra, geniş ölçüde müslüman olan iki Balkan kavminden birisidir. Onların, karşı mezheplerin baskısı ve mezheplerindeki İslâm’a yakınlık dolayısıyla İslâm’a geçişleri son derece kolay olmuştur. Hırvatça’nın bir lehçesini konuşurken, Müslüman olmaları sonunda, dillerine giren Türkçe, Arapça ve Farsça
kelimelerle dilleri son derece zenginleşmiştir(4).

Evliya Çelebi, Bosna halkının kendilerine “Boşnak” denmesinden ziyade “Bosnavî” yani “Bosnalı” denmesinden hoşlandıklarını kaydettiği gibi, bu bölgenin Osmanlılar döneminde gelişip güzelleştiğini de zikreder.(5) Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi Bey de, “Maddi güzelliğini unutturacak derece rûhani ve mânevî hazinesi olan büyük bir şehir ararsanız, yani bir Osmanlı şehri görmek isterseniz; Saraybosna’ya gidiniz” der.(6) Tabii bugün bu güzel ve tarihi şehirden eser kalmamış gibidir.

1464 yılında bir Sancakbeyliği (vilâyet) olarak Osmanlı topraklarına katılan Bosna, 1552 yıllarında Rumeli eyâletinden (Beylerbeyliği) ayrılıp, müstakil bir Sancak (Eyalet) hâline getirilir. Sancak Beyi olarak da Gazi Ferhat Paşa, Beylerbeyi unvanını alır. İlk Sancakbeyi de Minnetoğlu Mehmet Bey’dir.

İsa Bey Mevlevîhanesi:

1071 H. 1659 M. yılında bölgeyi gezen Evliya Çelebi, Saray-Bosna’nın tarihi ve çevresi hakkında oldukça faydalı ve geniş bilgiler verir. O yıllarda Saraybosna’da yüz yetmiş yedi cami ve mescid vardır. Bunların yetmiş yedisinde Cuma namazı kılınır. Medreselerle ilgili olarak, rakam vermezse de pek çok müderris ve müfessirinin bulunduğunu kaybeder. Sekiz yerde Dârülkurra, on yerde Darülhadis, seksen yerde de mektep vardır. Yüz on çeşmesi, üç yüz sebili, ye-diyüz su kuyusu, yüz yetmiş altı eğirmeni, üç kervansarayı, yedi adet kuvvetli köprüsü mevcuttur. Beş adet hamamı yanında, her âyân ve ileri gelen Sarayovalı’nın evinde hanedan hamamları vardır. Bugün Sırp vahşeti altında, bölgenin şideddli soğuğunda yok olmama mücadelesi veren Bosnalılar, bundan üç-üçbuçuk asır önce, güçlü vakıfarı sayesinde imaret kazanları kadar, büyük kazanlarda kaynatılıp, bütün musluklarından akıtılan sıcak sularla abdest almaktadır. Dünya böyle bir medeniyete ve insanlara sunulan hizmete, ne şahit olmuştur ve ne de bundan sonra şahit olacaktır.

Yine Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, Saraybosna’da aynı yıllarda kırk yedi de derviş tekkesi vardır. Bu tekkelerden birisi de anlatacağımız İSA BEY TEKKESİ’dir. Evliya Çelebi’ye göre bu tekke: “Malaçka nehri kenarında, cennet bağı gibi bir yerde olup semâhane ve meydanlı yetmiş seksen adet fukara odalı, mıtrıban mahfelli, yemek yeri olan bir Celâleddin Rûmî tekkesidir. Şeyhi, ilim sahibi dervişlerden, duası kabul olunan bir zâttır. Neyzenbaşısı derviş Hattat Mustafa gayet güzel yazı yazar.”(7)

Vakıfar Kuyud-ı Kadimesi’nde de zikredildiği üzere, zâviye ve zaviye çevresinde mevcut sosyal tesislerin vakıfı, Bosna Sancak Bey’i, İshak Bey oğlu İsa Bey’dir. Tekke bünyesinde üç ev, ahır, hamam ve ona lüzumlu olan kısımlar vardır. İsa Bey (1464-1470) sadece bu tekke çevresindeki sosyal tesisleri vakfetmekle kalmamış, bunlara gelir getiren değirmenler, nehir kenarında dükkânlar, bir han, muhtelif mezraa ve yoncalıklar da vakfetmiştir.(8)
Tarihte Zenta Savaşı adı verilen meşhur bozgunu müteakip, cesareti artan Prens EUGEN, dört bin süvarî, ikibin beşyüz piyade ve on dört topla Saraybosna’ya 17 Ekim 1967 tarihinde bir saldırı düzenler. Büyük bir kuvvetle, yeni Bosna Beylerbeyi’nin üzerine gelmekte olduğnu duyması üzerine, süratle geri çekilir. Saraybosna’da ancak yirmi dört saat kalabilen Prens EUGEN, bu süre içerisinde büyük bir vahşet sergiler. Yüz yetmiş yedi camiden yüz yirmisini yaktırır. Şehir büyük ölçüde tahrip edilir, insanlar katledilir. İsa Bey Külliyesi de tamamen yanar, kül olur.

Bugün bütün dünya bir kere daha Saraybosna’nın tahribine ve tarihi eserlerin yok olmasına şahit olmaktadır. Saraybosna’da sadece insanlar ve küçük çocuklar katledilmekle, ırz ve namuslar paşimâl edilmekle kalmıyor, açık bir şekilde tarih de katlediliyor. İşlenen bu cinayetlere bütün Avrupa ortaktır ve onun himayesinde işlenmektedir. Avrupa Hristiyanları, içlerinde Müslüman bir ülke istememektedir. Sırplar ise bu cinayette, cellatlık görevini üstlenmişlerdir.
Mevlevîhâne, tahrip edildiği 1697 tarihinden, 1781 – 1782 yıllarına kadar, seksen küsur yıl, harap vaziyette kalır ve bu tarihde yeniden yapılanır. İkinci bir tamiri ise, kendisi de bir Mevlevî olan Bosna Valisi Vecihi Paşa tarafından bir cami ilâvesiyle temelden yeniden inşa olunur.

Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Zavod’dan alıp çizdiği plân taşlağında Mevlevîhane, aşağıda mutfak ve müştemilat, üstünde 6.120 x 6.120 ebadında bir semâhane ve bunun yarısı ebadında bir meydan odası ve açık bir hayattan ibarettir.
Verilen bu plânla Evliya Çelebi’nin vermiş olduğu bilgi karşılaştırıldığında, Mevlevîhane’nin ana yapı korunmakla beraber, yakınındaki pek çok binanın yıkılmış olduğu açıkça görülür. Yine Ayverdi’nin Mujezinoviç’den verdiği resim, Mevlevîhane’nin 1955 yılındaki durumunu aksettirmektedir.

Muhterem hanımefendiler, beyefendiler! Önceleri, vakfyesinde hiçbir tarikata tahsis edilmeyen, fakat sonradan bir Mevlevîhane olarak teşkilatlanan bu zâviye, son derece önemi haizdir ve özel bir durumu vardır. Yukarıda da belirttiğimiz şekilde Sarayova, Bosna’dan çok önce fethedilmiştir. Bu zaviye de, Sarayova’da inşa edilen ilk zaviyedir. Şehir, bu zaviye ve sosyal tesisler etrafında gelişme göstermeye başlamıştır. O vakitler bir köy durumunda olan Sarayova, yarım asra varmadan bir Osmanlı şehri haline gelmiştir. Zaviyenin haziresinde mevcut kabir taşları tapu senedi mahiyetindedir. İşte zaviyenin önemi buradan gelmektedir. Bunu bir tebliğ konusu olarak almamızın sebebi de budur.(9)

KAYNAKLAR:
Ayverdi, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, (Yugoslavya) II. c. 3 Kitap, s. 306.
Evliyâ Çelebi, Seyâhatname (Neşre Hazırlayan, Mümin Çevik) Üç Dal Neşriyat, İst. 1984, c. 5-6, s. 295.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İst. 1986, s. 334.
Mehmet Ziya, Yenikapı Mevlevîhanesi, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yayına Hazırlayan: Yavuz Senemoğlu) 86. Kitap, s. 28 – 29.
Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1977 c. 3, s. 24-27.

(1) Bakara Suresi, 30. ayet.
(2) Mehmet Ziya, Yenikapı Mevlevîhanesi, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yayına Hazırlayan: Yavuz Sene-moğlu) 86. Kitap, s. 28 – 29.
(3) Âstâne: Mevlevî tekkeleri, âstâne ve zaviye olarak iki kısma ayrılmıştır. Âstâne, zaviyeden büyük sayılmıştır. Mutfağı vardır. Çile burada çıkarılır. Dervişler de bu tekkelerde yetişirdi. Bknz. Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İst. 1986, s. 334.<br>
(4) Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1977 c. 3, s. 24-27.
(5) Evliyâ Çelebi, Seyâhatname (Neşre Hazırlayan, Mümin Çevik) Üç Dal Neşriyat, İst. 1984, c. 5-6, s. 295.
(6) Ayverdi, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimarî
(7) Evliya Çelebi, a.g,e., s. 298, 299.
(8) Ayverdi, Ekrem H., a.g.e., s. 3120.
(9) Şahin, İlhan, Bosna – Hersek, T.D.A.V. İst. 1992, s, 28.

rumi-motif