Samiha Ayverdi
Sâmiha Ayverdi, 11205 Ramazan’ının Kadir Gecesi’ne rastlayan 25 Kasım günü, İstanbul Şehzadebaşı’nda dünyaya gelmiştir. Babası Piyade Kaymakamı (Yarbay) İsmail Hakkı Bey’dir. Ayverdi, babasına atfen, dedesinin soy kütüğünün Ramazanoğullar’ına kadar uzandığını nakleder. Annesi Fatma Meliha Hanım’ın ataları Kanuni’nin Budin seferinde şehit olmuş (1541) ve oraya defnedilmiş Gül Baba’ya kadar uzanır.Sâmiha Ayverdi, Kubbealtı Akademi’sinin kurucu üyesidir. Ayrıca, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul ve Yahya Kemal Enstitülerinde faal üyeliklerde bulunmuş, Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Şubesi’nin kurucu üyeliğini yapmıştır.
Ayverdi, hizmetlerinden dolayı, 1978’de Türkiye Millî Kültür Vakfı Armağanı ile taltif edilmiş; 1984’te kendisine, Millî Kültür Vakfı Tarafından Türk Millî Kültürüne Hizmet Şeref Armağanı takdim edilmiş, 1985’de Yeryüzünde Birkaç Adım isimli eseri münasebetiyle Boğaziçi Yayınları tarafından Boğaziçi Başarı Ödülü verilmiş; 26 Nisan 1986’da, Türk Edebiyat Vakfı tarafından Millî Sanata Hizmetlerinden ötürü bir plaket sunulmuştur.
Bunların yanısıra, Türk Edebiyat Dergisinin 127inci sayısında (1984), Sâmiha Ayverdi için özel bir bölüm ayrılmıştır. Yazı hayatının 50inci yılı dolayısıyla, Aydınlar Ocağı Genel Merkezi’nde 5 Mart 1988 tarihinde kendisine plaket verilmiş, aynı münasebetle Kubbealtı Akademi Mecmuası Ekim 1988 Sayısını kendisine ayırmıştır. Türk Edebiyatı Dergisinin Ekim 1988 tarihli 180inci sayısının bir bölümü de Sâmiha Ayverdi’nin 50inci Sanat yılına ayrılmıştır.
1988 yılında yayınlanan Hey Gidi Günler Hey isimli eseri üzerine, Türkiye Yazarlar Birliğince kendisine Yılın Dil Ödülü verilmiştir.
13 Mayıs 19120 tarihinde, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, bir şükran beratı ile teşekkürlerini bildirmiştir.
1992 yılında Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliğince (İLESAM), kendisine Üstün Hizmet Ödülü takdim edilmiştir.
Ayverdi son olarak, kurucu üyeliğini yaptığı Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Şubesi tarafından, 28 Şubat 1992 günü Minnet ve Şükranlarının ifadesi olan bir plaket sunulmuştur.
Sâmiha Ayverdi, 22 Mart 1993 günü Hakk’ın rahmetine yürümüş cenaze namazı Ramazan Bayramı’nın ilk günü (24) Mart öğle namazından sonra Merkez Efendi camiinde kılınmış, Merkez Efendi Camii haziresinde medfun bulunan hocasını ayak ucu tarafındaki kabrine defnedilmiştir.
Ayverdi 88 senelik hayatında roman, hikâye, biyografik tetkik, deneme, kültür-medeniyet-içtimai-siyasi tarih, hatırat, seyahat notları, mensur şiir türlerinde otuzdan fazla kitaba imza atmış, birçok tebliğler ve konferanslar vermiş, birçok dergi ve mecmua’da yazıları yayınlanmış, ve birçok gazete, dergi, yıllık ve antolojide Onun hakkında yazılar yazılmış ve yazılarından alıntılar yapılmıştır.
(Bu yazı Sâmiha Ayverdi Bibliyografyası, İsmet Binark, kitabından kısaltılarak alınmıştır.)
Meşkûre Sargut’un Samiha Ayverdi hakkında Akademi Mecmuası Nisan-Temmuz 1993 sayısında çıkan yazıları;
İNSAN-I KÂMİL
Kur’an da, Kehf Sûresi’nin 109. âyetinin tasavvufî tefsîrinde buyuruluyor ki: “Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsaCenab-ı Hakk’ın kelimesi olan İnsân-ı Kâmil’i târife kalksalar, (özelliğini anlatsalar) denizler kurur, ağaçlar kırılır. Bir o kadar getirsen yine kurur ve yine kırılır.”
Sâmiha Ayverdi, Hocamın manevî haşmetini ve azametini tam manasıyla aksettiren bir ayna olduğu için o aynada görülen nakış, İnsân-ı Kâmil nakşıdır.
İşte O’nu, âyetin yorumunda buyrulduğu gibi, anlatmaya lîsan kâfi gelmez, portresini çizmeğe kalkınca da kalem âciz kalır. Ne söylesek, ne anlatsak, hakkında hiçbir şey izah etmiş olamayız. Çünkü O ifadeye sığmaz.
1950 yılında Hocam Kenan Rifai Cemâl’e yürüdüğü zaman, eski Erzurum milletvekili Salih Yeşil Bey bana: “ Kızım senin Sâmiha Ayverdi dediğin o büyük kadın ne koca sultanmış ki onu bu gece mânâda gördüm; hocasının manevi mirası ona verildi ve bu hadiseye melekler şahit oldular…” dedi. Aslında bu gerçeğe biz de yaşayarak şahit oluyorduk. Çünkü hakikaten, dünya ve âhiret yollarını hiç şaşırmadan ve birbirinin hakkına tecavüz etmeden, aynı paralel çizgide yürüyen ve yürüten hem de bir nefesini boş geçirmeyen büyük Sâmiha Ayverdi’nin peşini izliyorduk. Hocasına, Pîrine, Üstadına tam teslimiyete sahip; Hak ile Hak olmuş bir şahane güzelliği seyrediyorduk. Sâmiha Ayverdi, kendi yokluğunu o derece arz etmiştir ki, onda Hakk’ın tam tecellisi görülüyor. Kendisini ziyarete gelen ve eserlerinin hayranı olan bir zat ona; “Sizi Mark Orel’e benzettim. Şu antik eşyaya süslü, saltanatlı evde, sizi tevazu içinde, yoklukta buldum. Mark Orel de o muazzam sarayında olduğu halde gece post üstünde yatarmış, yatağına dahi girmezmiş..” demişti.
Dünya hayatının geçici, fâni, sigara dumanı gibi dağılıp hayal olan zevklerine asla kıymet vermeyen Sâmiha Ayverdi, Hak zenginliği ile dolu yüreğinde Saltanat-ı İlahiye’yi taşıyor ve onu manevi gıdaya çok muhtaç cemiyete aşılıyor. Her zaman bize şunu söyler: “Bizim soframızda yiyecek olarak sadece ekmek, zeytin bulunsa yine de biz çok zenginiz..herkesten daha çok zenginiz. Çünkü gönlümüzde Hak aşkı var, servet-i aşkımız var.. işte hakiki zenginlik budur…”
Sâmiha Ayverdi, ilahî rahmet olarak yaşamaktadır. Etrafına daima iyilik, hayırseverlik, yardımlaşmayı öğretir. Umumun hayrına olan her türlü işleri yılmadan yerine getirmek ve cemiyeti tekamüle sevk etmek hususunda hiçbir aksama göstermeden gayret kuşağını beline kuşanmış olan hâlis bir insandır, İnsân-ı Kâmil’dir. Hocasının emeklerinin ve nefeslerinin bir tekini dahi zâyi etmemiştir. Dağarcığında bulunan ilim, irfan, edep, hikmet, feyz ve muhabbeti, sebil halinde cemiyete dağıtmaktadır. Etrafını ve elinin değdiği her yeri, her şeyi ihyâ etmektedir.
Hocasının elinde bir kalemdir ki; Hak ve hakikatin müdafii kesilmiştir. Hocasının elinde bir neydir ki; Hakk’ın sesini her yerde ve her zaman muhteşem nağmelerle duyurmuş, kulaklarındaki beşeri patırtıyı izâle etmiştir.
Nefs ham iken hırs doludur. Ancak ruh makamına gelince hırslarından arınabilir. Bu olgunlaşma, hakiki insanı bulmadan asla ele gelmez. İnsân-ı Kâmil’i bulup onun önünde yok olmadıkça; benliğin başını onun önünde vurmadıkça insan kalıbında olan bizlerin, iç yüzümüzden de insan olmamıza imkan yoktur. İç âlemimizdeki hayvanlıkla kalmaktan kurtaran kurtarıcılara muhtacız biz. İşte hâlis bir kurtarıcısı olan Sâmiha Ayverdi, gerek tarihi bilgisi, gerek tasavvufi anlayışı, gerekse şahane sanatı ile cemiyeti dalâletten ve zulmetten, hidayete ve aydınlığa çağırmaktadır. Onun sesine kulak vermek bahtlılığına erenlere ne mutlu.. ve o ayna karşısında kendini süsleyebilenlere ne mutlu…
02.03.1984