ŞAİRLERİN DİLİ BİRDİR
ŞAİRLERİN DİLİ BİRDİR
Mevlâna Hazretleri, “Fih-i ma fih”de bir güzel hikâye anlatır. Özet olarak şöyledir:
“Bir Türk Sultanı, veziriyle ava çıkar. Yolda bir şaire rastlar. Şair, Türkçe’nin dışında bir dille şiirler söylemektedir. Bizim Sultan, Türkçe’den başka dil bilmemektedir, ama şairin okuduğu şiirlerde, hüzünlenilmesi gereken yerde hüzünleniyor, ağlaması gereken yerde ağlıyor, gülünmesi gereken yerde de gülüyordu. Şairini şiiri biter, Sultan ona bahşiş verir ve oradan uzaklaşır. Bu durum Vezirin dikkatini çekmiştir, Sultana sormadan edemez:
-Sultanım, siz Türkçe’den başka dil bilmediğiniz halde, o şairin şiirindeki vurgulara hep olumlu tepkiler verdiniz, bu nasıl oluyor?
Sultan’ın cevabı düşündürücüdür:
-Şairlerin söyleyiş tarzları farklı olsa da dili birdir…Ben onu, o dille dinlediğim için anladım…”
Bu nakil, bizde çok önemli bir eksiğimize işarettir: Bizim gönül dilini kullanmayı unuttuğumuz gerçeğine… Sanırım büyük insanların kalıcı yanları da burada çıkıyor ortaya. Bugün yaşadığımız bu buhranı bundan sekiz asır önce fark edebilmek ve bir söz emaneti olarak bugünlere ulaştıracak vasıtayı kullanmak.
Aslında buradaki “Dil”, aynı zamanda “Gönül”dür. O’nun “Eğer sen bizden isen , eğer sen de Hakk’ı arıyorsan , şekli, sureti bırak da gönül’e doğru yürü, gönül’e doğru gel!” ifadesi başka neyle izah edilebilir?
Bu demektir ki, biz anlaşma vasıtasından önce gönlün o engin coğrafyasında şaşı hale geldik. Gönlü, kendi derûnunda düşünüp değerlendiremedik. Öyle olmasaydı, O yüce zâtın eserlerinde bize anlattığı ruh derinliğini ve vecdini bırakıp işi gösteri alanlarına çeker miydik? Öyle olmasaydı, ilahi aşkı beşeri unsurlarla zedeler miydik? Öyle olmasaydı, anlamak ve idrak etmek yerine, anlatılan ve gösterilenle yetinir miydik?
Bu hikâyenin bize söylemek istediği şu olmalıdır:
Hitap dili önemli değildir. Hitap edilen gönül önemlidir. Siz yeterli irfana sahipseniz, idrak kapılarınız açıksa, söyleneni anlamamak diye bir probleminiz olmaz, olmamalıdır. Bugün, bırakın böyle olağanüstü bir seviyeye çıkmayı, konuşulan dille bağırılmasına rağmen, birçok insanın gönül duvarları kapalı kapısını penceresini kaybetmişe olduğu içindir ki toplumda arzu edilen seviyede bir değişim ve gelişme gözlenmiyor. Çürüme önce burada başlamış. Şair (Nefi), adeta böyle bir çözülüşü görmüş olacak ki, “Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil”, demek suretiyle belki de bu ıstıraplı durumun işaretini vermiş olmaktadır.
Mevlâna Hazretlerini anmaktan çok, anlamaya çalışsak, sanırım bu sıkıntıları önemli bir kısmını ortadan kaldırmış olacağız…