SAĞIRIN HASTA ZİYARETİ – Mehmet Demirci
Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 11
SAĞIRIN HASTA ZİYARETİ
Mehmet Demirci
İyi kalpli sağır bir adam, bir gün komşusunun hasta olduğunu öğrenir. Kendi kendine şöyle düşünür:
–Komşum hastalanmış. Onun ziyâretini yapmam, hâl ve hatırını sormam lâzım. Ama ben sağır bir adamım, o da hasta sesi çıkmaz. Zaten hastaya malûm şeyler sorulur, malûm cevaplar alınır. Ben nasılsınız diyeceğim, o iyiyim, teşekkür ederim, diyecek. . . Ne yiyorsun desem, elbet bir yemek ismi söyleyecek, ben de âfiyet olsun derim. Doktorlardan kim geliyor, diye sorarsam, bir doktor adı verecek. . . Ben de iyi doktordur derim, olur biter, diye düşünür. Hastayı ziyârete gider, başucuna oturur:
–Nasılsınız? diye hâl hatır sorar. Hasta inleyerek:
–Ölüyorum! diye cevap verince sağır adam:
–Oh oh, çok memnun oldum, diye karşılık verir. Hasta:
–Bu ne demek, adam ölümüme memnun oluyor diye kızar.
Sağır tekrar sorar:
–Ne yiyorsunuz?
Hasta kızgınlıkla:
–Zehir!. der. Sağır onun bir yemek ismi söylediğini sanarak:
-Âfiyet olsun! diye karşılık verir. Hasta büsbütün çileden çıkmıştır. Sağır adam sormaya devam eder:
–Tedâvi için doktorlardan kim geliyor?
Hasta:
–Hadi be defol!. . Azrail geliyor, diye cevap verir. Sağır:
–Çok bilgin, tecrübeli bir doktor. İnşallah yakında çâresini bulur, deyince hasta dayanamaz:
–Kahrol!. . diye bağırır, sağır ise komşuluk görevini yerine getirdiği için çok memnun ayrılır.
Hz. Mevlânâ şu hatırlatmayı yapar:
“Sağırın yaptığı kıyas yüzünden on yıllık dostu ve hâl-hatır sorması hiç olup gitti. Senin duygu kulağın sağırsa, gönül kulağın açık olmalı. Gönül kulağı, her şeyi duyar, işitir.” (C. 1, Beyit: 3360 vd. )
AÇIKLAMA:
Hikâyenin gerek bizzat Hz. Mevlânâ tarafından, gerekse şârihler tarafından çeşitli yorumları yapılmıştır. Bunlardan birine göre, sağırın hasta ziyâretinde bulunması, hâlisane duygular ve Allah”ın hoşnutluğunu kazanmak için değildi. Ayıp olmasın diye gitmişti ziyârete. O düşünce ile gittiği için, hem sevâbını bulamadı, hem de ziyâreti hastanın canını sıktı ve komşusuyla arası açıldı. İşte, sâdece görünüş ve gösteriş için yapılan işlerin sonu böyle olur.
Mevlânâ şöyle devam eder: İşitme özürlü ziyâretçi hizmet ettim, komşuluk görevimi yerine getirdim diye memnunluk duyuyordu. Oysa hastanın kalbinde bir ateş tutuşturmuş, o ateş kendisini de yakmıştı.
Halka görünmek düşüncesiyle ibâdet edenlerin ve sevap kazandım sananların durumu da böyledir. O hareketler karşılığında sevap değil cezâ göreceklerdir. Öyle diyor Mevlânâ: Ey mürâîler, gösteriş için iş yapanlar! Tutuşturduğunuz ateşten sakınınız. Siz onu günahlarınızla çoğalttınız, günahınız yüzünden onu alevlendirdiniz.
Gerçekten cennet de cehennem de bu dünya hayatında kazanılır. Dünya âhıretin tarlasıdır. Ne ekersek onu biçeceğiz. Âhirette azap görecek kişi, ateşini buradan götürecek demektir. Dünyâdaki iyiliklerimiz cennetteki nîmet şeklinde, kötülüklerimiz de azap şeklinde karşımıza çıkacaktır. Kötülükleri ve inançsızhğı olmayanın cehenneme girmesi söz konusu değildir.
Nasreddin Hoca”nın bir âhıret fıkrasından söz edilir. Hoca birine: Ölüm nasıl oluyor? diye sorar. O da: İnsanın eli ayağı donar, buz gibi olur der. Hoca bir kış günü kırdan gelirken fazlaca üşür, eli ayağı donarcasına uyuşur. Galiba ben öldüm diyerek yol kenarındaki kabristana girer ve yeni kazılmış bir mezara uzanır, karanlık bastırır, derken bir takım çıngırak sesleri işitir. Ne oluyor? diye doğrulup bakmak ister. Meğer o sırada yoldan fincan yüklü katırlardan oluşan bir kervan geçiyormuş. Gecenin ıssızlığında, hoca aniden doğruluverince onu gören katırlar ürkerek birbirine girerler. Bu kargaşa sırasında çok sayıda fincan kırılır. Katırcılar hocayı tutar ve epeyce hırpalayıp döverler. Zavallı hoca düşe kalka şehre gelir. Rastlayanlar, böyle perişan bir şekilde nereden geldiğini sorarlar. Âhiretten geldiğini söyler.”Orada ne var ne yok?” diye sorarlar. Hoca: “Fincancı katırlarını ürkütmezsen bir şey yok!” cevabını verir.
Bu cevap pek ârifânedir. Dünyâda iken fincancı katırlarını ürkütmeyenler ve fincanların kırılmasına sebep olmayanlar, yâni Allah”ın ve kulların haklarını çiğnemeyenler, öbür tarafta ne azâba uğrarlar ne de cezâya. Ziyâretine gidilen öfkeli hastanın yanlış tavrı dolayısıyla da Hz. Mevlânâ bâzı öğütler verir. Zor durumlarda bağırıp çağırmamayı ve öfkeyi yenmeyi tavsiye eder. Kur”an-ı Kerim”de olgun kimseler için:
“Öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever” (Âl-i İmran 3/134) buyrulduğunu hatırlatır. Bu vesîleyle şu güzel davranış da örnek olarak zikredilir:
Bir gün Hz. Hüseyin”in evinde misâfirler vardır, sofrada yemek yenmektedir. Bu sırada hizmetlerini gören kölesi yemek getirirken, elindeki tabak kayar ve içindeki sıcak yemek Hz. Hüseyin”in üstüne dökülür. Hem üstü başı kirlenir, hem de bâzı yerleri hafifçe yanar. Hz. Hüseyin, beceriksizliği sebebiyle hizmetçiye kızar ve yüzüne öfkeyle bakar. Zeki ve bilgili köle, hemen boynunu bükerek, yukarıda geçen âyetin ilk bölümünü okur:
–Ve”l-kâzımîne”l-gayza, (öfkelerini yenenler. . . ) der. Hz. Hüseyin:
-Öfkemi yendim, der. Hizmetçi âyetin devamını okur:
-Ve”l-âfîne aninnâs, (İnsanları affedenler) der. Hz. Hüseyin:
-Seni affettim, der. Hizmetçi devam eder:
–Vallahü yuhıbbü”l-muhsinîn, (Allah iyilik edenleri sever). Hz. Hüseyin tebessüm eder ve:
-Ey köle seni âzâd ettim, serbestsin! müjdesini verir, böylece bilgisi ve edebi sayesinde hürriyetine kavuşmuş olur.