Renklendiren ve renksizleştiren kalem

A+
A-

Renklendiren ve renksizleştiren kalem

Merhum Mehmet Genç Hocamız, Osmanlı üst düzey bürokratlarının genel özelliğini zeki olmalarıdır, derdi. 18. asrın çok kabiliyetli ve zeki bürokratlarından Vakanüvis Seyyid Mehmed Efendi de iyi bir eğitim almış zeki bürokratlardandı. Gezmeyi çok sevdiği söylenen Seyyid Mehmed Efendi’nin Osmanlı coğrafyasında ayak basmadığı yer olmadığı söylenir. Bunda onun mesleğinin de rolü olduğu açık.

Aynı zamanda hattat olan Seyyid Mehmed Efendi tasavvufî terbiyeyi de Hasan Sezâî ve İsmail Hakkı Bursevî’den almış. Sarayda uzun süre kalmasına rağmen sıradan bir insan gibi yaşamayı tercih etmesi onun dervişliğinin melâmete bakan bir tarafı olduğunu da gösteriyor.

Şiirlerine bakıldığında aldığı tasavvufî eğitimin etkisi hemen fark edilir. Füsus mütercimi olan Seyyid Mehmed Efendi’nin Ka’b b. Züheyr, Örfî ve Mevlana‘nın kimi şiirlerine yaptığı şerhlere baktığımızda tevhid ehli olduğu anlaşılır. Konusu tevhid olan birkaç risâle kaleme alması bize bu konuda daha fazla söz söylemeye gerek olmadığını söylüyor.

Vahdet-i vücud neşvesi ile yetiştiği anlaşılan Seyyid Mehmed’i daha yakından tanımak için Hakîm mahlasıyla yazdığı şiirlere bakmak kâfî. Her beyti, diğerleri kadar güzel bir gazelinin sadece ilk beytini Mehmed Efendi’nin tasavvufi görüşü hakkında kanaat uyanması için açıklamaya çalışacağım.

Gazelin matla beyti şu:

Kalem tasvîr-i ‘ışkı şu’le-i bî-reng yazmışdur
Velî ol şu’leden âyîneyi pür-jeng yazmışdur

Kalem, bir yandan renksiz alevle aşkın tasvirini yazarken aynı zamanda o alevlerle ayineyi paslatmıştır.

Bu beyti anlamak için önce şu kavramlara göz atmak gerekiyor. İlk kavram kalem. İkincisi aşk, daha sonra sırasıyla şulerenksizlikyazmakayine ve paslı olmak.

Kalem ilk yaratılan şey, ulûhiyyet âleminde bütün nesne ve olayların kaydedilmesini sağlayan araç olarak tarif edilir.

Aşkı tarife kimin gücü yetmiş ki biz de yapabilelim. Burada tasvir edilen aşk bu kainatın yaratılma nedeni olan aşk. Bilinmek ve sevilmek isteyen Hakk’ın önce kainata, sonra habibim dediği Hz. Peygamber, en sonda tüm insanlara karşı duyduğu aşk.

Ancak bu aşk, ezelde renksiz mürekkeple yazılmıştır. Onun rengini belirleyecek olan ise kişinin aşkı olacaktır. Aşkın mahiyetine ve kişinin meşrebine göre mürekkep renkten renge girecek ve en sonunda en başa dönecektir, yani renksiz kalemle yazılan aşka dönecek, damla deryaya kavuşacaktır.

Şule, aşkın çıkardığı ateşin alevleri. Renk ise kainatı oluşturan tüm mahlukattır, renksizlik yaratılışın ilk evresindeki bahr-ı âmâyı akla getiriyor. Yazmanın anlatmak, tasarlamak anlamlarını da düşündüğümüzde anlam daha da zenginleşiyor.

Ayna gönül, pas ise onu gaflete düşüren dünyaya düşkünlük ve ona duyulan sevgi. Esrar Dede‘nin ifâde ettiği gibi;

Gönül âyine-i vech-i Hudâdır
Anın jengi nukuş-u mâsivâdır

Gönül Hakk’ın yüzü olan bir aynadır, onun kiri pası insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeyin nakışlarıdır.

Şimdi tekrar düşünelim. Kalem bir yandan aşkı alevle tasvir ederken öte yandan aynı kalem yine alevle aynayı tamamıyla paslandırmakta. Ayna derken hem Hakk’a mirat olan kainatı hem de Hakk’ın sığdığını söylediği inanmış gönlü düşünün.

Düşünmeye devam edelim. Kalem aşkı renksiz alevlerle tarif ederken aynayı da paslandırıyor, yani ayna üzerine yazıyor. Kalem bir yandan kâînatı güzel bir şekilde tasvir ederken, yani yaratırken öte yandan imtihanı o kâinattaki nakışların arkasını görmek olan insanın da gönlünü paslandırmakta, yani görmesini engellemekte. Kâinât nakışlarını çizen kalemi görmek de ancak gönüldeki pasları silmekle mümkün.

Paslar nasıl silinecek? Nasıl yapıldıysa o şekilde silinecek. Madem alevle paslandırıldı o halde yine alevle, yanarak o pası eriteceğiz. Yanmak ise başka bir yazının konusu olsun.

Beytin bir de zahiri var. Alev ilk mısrada mana iken ikinci manada lafız olmakta. Mana zihinde veya ideler âleminde renksizdir ama maddeye döküldüğünde maddeye bürünür. Kalem aşkı manada renksiz alevle yazarken yansıması olan gönle renkli mürekkeple yazar. Pasın kızıla yakın pembeden başlayıp karardığını düşündüğümüzde bölüm başları kırmızı mürekkeple yazılı yazma bir mecmua akla gelmekte. Gönle yazılan her kelime aslında ona bırakılan bir leke.

Ayinemiz aynı zamanda bizim levh-i mahfuzdaki sayfamız. Ona kırmızı ve siyah yazılması ise aşığın bu madde aleminde düşeceği aşkı ve aşk uğruna çekeceği sıkıntılara işaret etmekte. Dolayısıyla aşık olanın sıkıntı çekmesi mukadderdir, kaçamaz. Yunus’un

Sevgi baht olmuş ezelden bize,
Sizde bir türlü, bizde bir türlü,

Derken ilk mısrada sevginin şule-i bî-reng ile ezelden alnımıza türlü türlü şekilde yazıldığını, yani herkesin sevgisinin farklı olduğunu söylerken de aynı hakikate işaret ediyordu.

Mesnevî’den şu hikâyeyi hatırlamanın yam yeridir:

Bir karınca, kâğıt üzerinde bir kalem gördü. Arkadaşına gördüğü kalemden bahsetti ve ona:

– Bir kalem gördüm. O kadar becerikli idi ki çok güzel resimler yapıyordu, dedi. Arkadaşı bunun üzerine:

– Yok yok, o resimleri yapan kalem değil, parmaklardır, dedi. Bunun üzerine bir başka karınca:

– Haydi canım, zayıf parmaklar nasıl yapsın, onu yapsa yapsa bilek yapmıştır, dedi. Böylece karıncalar koldan başlayarak yukarı doğru gittiler. Karıncaların en büyüğü ve en akıllısı tüm karıncalara dönerek şöyle açıklar durumu:

– Görünüş elbiseye benzer, cansızdır, akılsızdır, hareket etmez. Resmi çizen kalemdir, kalemi oynatan koldur, kola emir veren akıldır, aklı harekete geçiren iradedir, iradenin kaynağı ise gönüldür. Gönlün sahibi ise Allah’tır.

Allah’ın lütfu ve ihsanı olmayınca bu akıl, bu gönül cansız kalır.

Bu dünya, gönül pasını renksiz dolayısıyla görünmeyen alevlerle yakıp silme yeridir. Gönül aynasının pasını aşk ateşiyle silenlere selam olsun.

 

İsmail Güleç

https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2022/03/12/renklendiren-ve-renksizlestiren-kalem