Rabbinle Bayramlaş!
Rabbinle Bayramlaş!
Ramazanın ilk günü akrabalarına sürpriz bir ziyaret yapmış, can yakınlarını sevindirmişti. İlk teravihi şehrin görkemli camilerinden birinde eda ettiler. İlk sahuru memlekette, hem de biten mutfak tüpü macerasıyla yaşamak ayrı bir zevkti. İftara kalmadan yola çıktılar. Dönüş yolu üzerinde şehitliklere uğradı. İnönü Savaşlarının karargâhı Metristepe Zafer Anıtında siperleri dolaşırken milli mücadeleyi kazanan ruhu anlattı ailesine. Yol boyunca sağlı sollu şehitliklere Fatihalar okudular. Sakarya nehri ve demiryolu, karayoluna arkadaşlık ederken Kurtuluş Savaşımızın kahraman ismi Ali Fuat Paşa’nın kabrini buldular sora sora. Kendi beldesinde bir cami avlusunda yatıyordu büyük kumandan!
“Adam eksen biter” dedikleri verimli havzası ile ünlü Pamukova İlçesine girdiklerinde her yıl adına merasimler düzenlenen, beldenin manevi bekçisi; Babam Sultan (k.s)ı ziyaret ettiler.
Babam Sultan Türbesindeki kitabeyi okudu: “ İran Hükümdarlarından birinin şehzadesi. Hakikati fark edince tacı tahtı bırakmış, yollara düşmüş ve Pamukova’ yı mekân tutmuş.”
Mırıldandı : ” Fark edince hep dağlara mı vurmak lazım? Oturup güzel güzel hem dünyayı hem ahireti yaşasalar olmaz mı? Kimi gördüysem boş vermiş dünyaya, ya içine çekilmiş yada başını alıp gitmiş!.. Bu mudur yani?..”
Eşi:” Bildiğimi bilseydiniz Allah Allah diye bağırarak dağlara çıkardınız, hadisini unutma” dedi. İyi ama, Rasülullah (s.a.v) dağlara vurmadı, toplum içinde yaşadı, bu veliler niye dağlara vuruyor ki? Eşi tekrar uyardı:” O Allah Resulü!… Bunlar Allah Dostu!..”
Türbeye girip dualar okudular. Bahçedeki çam ağaçları ve yeşil çimenleri gören çocuklar tabiatın kucağına attı kendilerini. Öteden gelen köpek ve enikleri de manzaraya eklenince çocuklara gün doğmuştu. Sevip oynaşmaya başladılar hayvancıklarla.
Bahçeyi dolaşırken köylü kıyafetleri içinde bir ihtiyarın yaklaştığını fark etti. Herhalde türbedarı buranın, üç beş kuruş katkım olsun diye elini cebine attı. İhtiyar: “ Vazgeç, alış veriş yeri değil, pazar yeri değil burası, burası Evliyaullah Meydanı!” dedi…
Tamam, dedi gene bulduk birini, yaptık işi!.. Nerede deli dolu, aykırı tipler, meczuplar, sözüm ona akıl kılıcını sıyırıp benliği bir çırpıda kesenler varsa gelir bulurdu Onu. Onlardan biri daha dedi içinden ve başladılar konuşmaya.
– Ramazan geldi, nasıl ihya edeceksin, dedi adam.
Sinirlenirdi kendi özel ibadetine dair sorulara, ama sabretti:
– Kendimce bir şeyler yapacağım işte.
– Sıradan insanlar gibi oruç tutacak, sıradan insanlar gibi fitre verecek, sıradan insanlar gibi bayram edeceksen bu türbelere hiç uğrama!
Çattık belaya diye iç geçirdi, sabredecekti. Adam devam etti
– Sen orucu mu tutacaksın, yoksa oruç mu seni tutacak? Oruç seni tutmuyorsa boşuna aç kalmana değmez, ye gitsin!…
Susacaktı. Dinleyecekti. Konuşmanın anlamı yoktu. Bakalım neler dökülecekti yaşlı amcadan. Kim bilir belki de Babam Sultan bu amca kılığına girmiş, sesleniyordu:
– Oruç tutan çoooookk, sürüyle… Orucun tuttuğu erler gerek, anlıyor musun? Fitre veren bir dolu insan vaaaarrr…. Hani hakiki fakiri bulup ihya edennn?… Nerdeeee?…
Ramazan üzerine epeyce anlattı ihtiyar. Yol uzundu, iftar yaklaşıyordu. Bir yandan yağmur çiselemeye başladı. Saatine bakınca anladı, kısa kesti adam:
– Anladık, gideceksin!.. Rabbinle Bayramlaşmak ister misin?
Sohbetten kopup tam çocuklara toparlanın diyecekti ki Rabbiyle Bayramlaşmak kavramı içine ateş düşürdü. Heyecanla elini tuttu ihtiyarın:
-Anlatıver hele! Rabbimle nasıl bayramlaşırım?..
– Ne yapıyorsun bayramda?..
– Eş, dost ziyareti, akraba büyüklerin elini öpme ve bir iki sivil toplum kuruluşunun bayramlaşması. Genellikle hepsi bu!..
– Sıradan insanlar gibi yani?.. Hem avamı kınarlar, hem de avam gibi davranırlar. Avam gibi yaşa, havas gibi düşün, bu da yeni moda!.. Nasıl işse?..
Avam- Havas gibi tasavvuf terimleri geçince kulak kesildi. İhtiyar hiç de boş değildi.
– Canım deyiver hele Rabbimle nasıl bayramlaşırım?
– Acelen var senin, boş ver devam et yoluna.
– Dünyada olmaaazzzz… Öğrenmeden şuradan şuraya adım atmam. Anlat nolur!
Çam ağaçlarından birinin altına oturdular. İhtiyar usul usul anlattı:
– Herkes akrabasını ziyaret eder. Akrabası kalmamış garipleri, yalnız yaşayan ihtiyarları, müzmin hastalıklarla inleyenleri kim ziyaret edecek?! Huzurevlerine koşar oğullar, gelinler, torunlar. Ya kimsesi olmayanlara kim koşacak?..
Kışlada bayramlar buruk geçer. Uzak diyarlardan nöbete koşan Mehmetçiklerden pek azının yakını gelir. Yakını gelmeyenleri kim tebrik edecek? Yetiştirme yurtları, yetimhaneler var her şehirde. Çocuğuna bayram harçlığı verirken anasız- babasız yavrulara kim harçlık verecek düşündün mü hiç? Yürek yok mu sende?..
Kalbini yokladı. Yüreği atıyordu. İçinden bir şeylerin koptuğunu hissetti. Adam sanki sinesine hançer saplamıştı. Gönlünü deşmişti sözleriyle. Devam etti ihtiyar:
– Yatalak hastalar nasıl geceler bilir misin? Ziyaret etmek, üç beş teselli cümlesi edivermek çok mu vakit alır? Çocuklarını lunaparka da götüreceksin değil mi? Mahalledeki şehidin yetimlerini kim götürecek? Baklava açacak, börek pişirecek hanımlar!.. Bayram; sanki mide demek!.. Haaa?! Bayram; tıka basa yemek mi? Değil di mi? Ahh ahh! Hakiki lezzeti tatmayan ne anlasın bunlardan? Dediklerimi yapsan, baklava lezzetine teslim olanlara gülüp geçerdin!
Uzun bir sessizlik oldu. Öylece sustular. Ayağa kalkıp müsaade isterken sordu:
– Bu dediklerini yaparsam Rabbimle bayramlaşmış olur muyum?..
– Hepsini yap demiyorum, hiç olmazsa birini!
– Rabbimle bayramlaştığımı nasıl anlarım?..
– Peşinci, garanticisin. Sağlama alıyorsun işini!
– Yooo öyle değil de, alametini görmek isterdim.
– Ziyaret ettiklerinin; çocukların, yetimlerin, ninelerin, hastaların, askerlerin gözlerindeki pırıltıya, simasındaki sevince bak! O zaman anlayacaksın!
O zaman bileceksin ki onlardan sana gülümseyen; Rabbindir!..