PARMAK
Yıllar önce Antalya’nın bir ilçesinden Antalya’ya gitmek için ana yola çıkmıştım. Bir minibüs denk geldi. Bindim. Birkaç kişi daha vardı benden başka. İleride kalabalık bir gurup el kaldırdı. Minibüs durdu ve bindiler. Ellerinde enstrümanlar. Darbuka, zurna, davul, bu düğünlerde çalınanlardan. Gurubun lideri şöförün yanına oturdu ve sohbet koyulaştı. Adam arada arkaya işaret ediyor ve ekip birden çalmaya başlıyordu. Kulağımın dibinde boğuk bir zurna sesi, zor bir yolculuk olacağı belliydi ki nitekim de öyle oldu. Sonra bu gurubun lideri yaptığı günahları anlatmaya başladı. Derken arada öyle bir laf etti ki akıllara zarar: “Evet ben bütün bunları yaptım ama zevkim için değil, Allah rızası için” demez mi?
Allah rızası için!
Hepimizin rasyonalize ettiği yani kılıfına uydurduğu bu cümleyi düşünsenize ne kadar sık kullanıyoruz. Esnaf kullanıyor, siyasetçi, satıcı, alıcı, anne, baba, öğretmen vs. kime sorsan yaptığı her şeyi Allah rızası için yapıyor. Fakat sorsanız herkes sadece kendisinin böyle olduğunu diğerlerinin yalancı sahtekar ve iki yüzlü olduğunu da söylemeden geçmiyor. Tuhaf bir durum değil mi sizce de?
Kendimizi kandırmaktan garip bir şekilde keyif alıyor olabilir miyiz?
Hani bazen sorarlar ya, geçmişe gidebilme imkanınız olsa neyi farklı yapardınız diye? Bugün düşündüm bunu ve daha ilkeli olmak isterdim, ahlak ve akıl üstünde daha çok tefekkür etmek isterdim diye cevapladım kendi kendime. Niye şimdi derseniz? Şimdi fark ettiğim için herhalde.
Mesnevide anlatıldığına göre bir Rum Elçisi Hz Ömer’i ziyarete geldi. Hz Ömer ona bir takım hakikatlerden söz edince elçi hayıflandı ve neden daha önce fark etmedim ben bunları diye sorunca Hz Ömer dedi ki:
İki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!
Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefsin parmağında.
Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör. Mesnevi.1.1401-3
İnsanlar danışmaya geliyor, öyle şeyler söylüyorlar ki bunlar ancak dünyaya tek gözle bakmakla mümkün. Önündeki apaydınlık gerçek ters yüz olmuş. Adımını attığı kuyuyu görmüyor, ağzından çıkan kıvılcımla tutuşturduğu yüreklerin asla farkında değil. Yine birkaç gün önce düşünmüştüm gerçekten de dünyaya gözü bağlı olarak gelmiş olabilir miyiz diye?
Dikkati kendimize verelim diye yazdım onca şeyi siz fark ettiniz bunu. Parmaklarımızı gözümüzden çekelim. Gözümüze bağ olan duyguları akılla yönetebilme becerisi için uğraş verelim.
Bunun için Allah’ı razı etmek cümlesinden daha çok biz Allah’tan razı mıyız sorusuna odaklanalım. Verdiği ömre, bedene, bize emanet ettiklerine, vermediklerine, mahrum bıraktıklarına, sıkıntılara, musibetlere, O’ndan gelip O’na doğru giden yolculuğumuza razı mıyız?
Nuh Peygamber’in kavmi onu görünce yine nasihat edecek diye yüzlerini örtüp ondan gizleniyorlardı. Arkalarını dönüyorlardı. Bizlerin gerçeğe karşı tavrı da buna benziyor. Eğer bana soruyorsanız ki görmem ve fark etmem gereken şey nerede diye, size diyeceğim şudur: Kendinizi bürüdüğünüz ve sırtınızı döndüğünüz yerde.
“İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı bir deridir. Göz de, dostu gören göze derler.
İnsan, dostu görmeyince kör olsun, daha iyi. Böyle adam Süleyman bile olsa, karınca ondan yeğdir. Mesnevi. 1. 1406-7