Pakistan’da Şems-i Tebrizi hakkındaki Kurgu ve Gerçekler
Pakistan’da Şems-i Tebrizi hakkındaki Kurgu ve Gerçekler
Dr. Arif Naushahı
Pakistan, Lahor Gordon College, Rawalpindi, Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü
Asıl adı ve künyesi Melik Dad oğlu Ali oğlu Muhammed Şemseddin olan Şems-i Tebrizi, tasavvuf ve edebiyat tarihinin seçkin bir ismidir. Hayatının bir kısmı kurgu, bir kısmı gerçek de olsa, kesin olan Mevlâna Celaleddin Rumi’nin çok sevdiği hocasıdır. Şems-i Tebrizi, Hicri 642’de (1244) Şam’dan Konya’ya geldi. Orada Mevlâna ile 40 gün ya da üç ay kadar baş başa kaldılar. Mevlâna’nın müritlerinin bundan rahatsızlık duyması sebebiyle, Konya’dan Şam’a geçti. Mevlâna, Şems’in gidişine çok hüzünlendi ve ayrılık acısını gidermek için ona mektuplar ve şiirler yazdı. Daha sonra Şems, Konya’ya döndü. Bir kez daha insanların kıskançlıklarından dolayı, Konya’da zor zamanlar yaşadı ve tekrar Suriye’ye döndü. Şems’in yokluğunda Mevlâna kendini, yine sudan çıkmış balık gibi hissetti ve oğlu Sultan Veled’i Suriye’ye yolladı. Oğlu onu, Konya’ya geri getirdi. Bir kez daha Mevlâna ve Şems günlerini beraber geçirmeye başladılar. Mevlâna’nın etrafındaki insanların, kıskançlıkları iyice arttı ve Şems’i aşağılamaya başladılar. Şems’e, sürekli sorun çıkarttılar ve sonunda öldürdüler. Bu hadise H 645[1] yılında kayıtlara geçmiştir.
Şimdi farklı bir yöne dönelim ve alt kıta’da özellikle Pakistan’da Şems-i Tebriz’inin nasıl tanındığından ve hatırlandığından bahsedelim. Bu ilginç bir araştırmadır. İki zıt yönü vardır. Birinci grup; Şems’i, Mevlâna’nın şiirlerindeki ve Eflaki’nin Menakıb-i Arifin ya da Cami’nin Nefahat-ül Üns adlı tarihi eserlerinde yansıtıldığı gibi algılarlar. Tanınan ve hatırı sayılan şairler, onu takdir eden şiirler yazdılar. Onun adını, aşkın sembolü olarak kullandılar. İkinci gruptaki insanlar ise, Şems’i tarihte adı Şemsettin olarak geçen herkes gibi hakkında çeşitli kurgu hikâyeler yarattılar. Tarih boyunca insanlara, kitaplara ve mekânlara aynı adlandırmanın yapılmış olması yaygındır. Fakat adlandırmanın benzerliği, az bilinenin daha çok bilinenle tanıtılmasının yolunu açmıştır. İnsanlar, bu tavır içerisine o kadar kökten bağlanmışlardır ki, gerçek bulanıklaşır ve kurgu, gerçeğin şeklini alır. İsim benzerlikleri, araştırmacıların kafasını tarih boyunca karıştırmış ve çeşitli hatalar yapmalarına sebep olmuştur. Bu da hadiselerin, inançların, ideolojilerin ve kitap yazarlığının, yanlış temsiline yol açmıştır. Bu yüzden böyle hatalardan, yanlış sonuçlar çıkarılmıştır. Şimdi asıl konumuza geçelim ve örneklere bakalım.
Pakistan’da, Multan adlı şehirde eski bir türbe vardır. Bu türbenin hizmetlisinin adı Mevlâna’nın Hocası olan, Şems Tebrizi olarak bilinir. Fakat bu kesinlikle yanlıştır. Denilir ki, onun gerçek lakabı “tapriz” yani ısıveren anlamındadır ve sonradan kelimenin şekli bozularak “tebriz” olmuştur. Multan’da türbesi olan zatın adı da Şemseddin’dir. İran’nın Sabzevar şehrinden olup, İmam Cafer Sadık’ın oğlu İsmail’in soyundan gelmiştir. Babası Selahattin Muhammed Nur Bahş, İsmaili tarikatındandır. Multan’lı Şemseddin Sabzevari’yi kısaca şöyle tanıtabiliriz. Hicri 15 Şaban 560’da (27 Haziran 1165) Iran, Sabzevar’da doğdu. Babasıyla beraber Kaşmir’e geldi ve Hicri 585’te (MS 1189) Sabzevar’a döndü. Hicri 600’de (MS 1204) Tebriz’e gitti ve orada 12 yıl tefekkürde bulundu. Sonra Konya’ya gitti ve ardından, Mısır ve Suriye’yi de ziyaret ederek, Sabzevar’a döndü. Babası Hicri 664’te (MS 1266) vefat etti. Babasını vefatından sonra Bağdat’a gitti. Bağdat’lı katibler onu kâfir ilan ettiler ve derisini parçalamak için, üstüne saldırdılar. Mucizevî olarak, üstüne bir battaniye geçirdi ve tüm şehre gösterme maksadıyla, kendi derisini yoldu ve derisini elbise gibi üstüne giydi. Ardından Hindistan’a yola koyuldu. Multan’a Hicri 665’te (MS 1267) vardı ve on yıl sonra orada vefat etti. İlk türbesi, vefatında iki yıl sonra, şu anki türbesi de, 350 yıl önce inşa edilmiştir.[2] Buranın idaresi şimdilerde tamamıyla Multan’daki Şii cemiyetinin elindedir.
Şimdi de, Hindistan’da yaşamış, başka bir Şemseddin Tebrizi’den bahsetmek istiyorum. Şeyh Muhammed Gaus’un müridiydi ve hocasının kitaplarına dipnotlar yazmıştır. Hicri 994’te (MS 1586) Hindistan’ın Deccan bölgesinde vefat etmiştir.[3]
Urdu dilinde Şems-i Tebrizi hakkında çok az bilgiye rastlanmaktadır. Şibli Numani’nin (1857–1914) Sevanih-i Mevlâna Rumi adlı eserinde olduğu gibi, genelde Mevlâna Celaleddin hakkında yazılan kitaplarda bahsi geçmiştir. Bu kitapta başlıca, Eflaki’nin Menakıb-i Arifin ve Cami’nin Nefahat adlı eserlerinden faydalanmıştır.
Şems’le ilgili ilk Urduca kitap, Lahor’lu Pir Gulam Destigir Nami (1883– 1961) tarafından yazılmıştır ve adı Sevanih-i Hayat Hazreti Şems-i Tebrizi’ dir. (Medeni Kütüphane, Lahor, 1960)
Bu kitapta Eflaki, Cami, Sepah Salar (Risale) ve Şibli Numani’nin araştırmaları kaynak olarak gösterilmiştir. Kitabın son bölümünde, Şems-i Tebrizi ve Multan’lı Şems Sabzevari arasındaki, isim benzerliğinden bahsetmektedir. Bazı ilmi araştırmalara atfen Multan’lı Şems’in, Sabzevar yakınlarındaki, Tardiz adında bir köyden geldiğini söylemektedir.
Kuzey Puncab Bölgesi’nde, küçük bir kasaba olan Attok’ta (eski adı Campellbur), bazı ilim adamları, edebi bir topluluk kurmuşlar ve 750 yıl önce gerçekleşen, Hz Mevlâna ve Şems’in buluşmasını anlatan, bir kitapçık basmışlardır. 28 Kasım 1962’de bir araya gelerek bu buluşmanın etkisini ve önemi anlatan şiirler ve yazılar sunmuşlardır.
Şems ve Mevlâna’nın buluşması üzerine 750. yıl kutlamalarının yapıldığı başka bir örnek ve ülkeye rastlayamadık. Böyle bir kutlamanın yapılmış olması, Pakistan’a itibar kazandıran bir hadisedir. Bahsi geçen bu kitapçığın adı RUMİ ve TEBRİZİ’dir. Nazr saberi tarafından derlenmiştir. Aralık 1962’de Mehfal-i Şer’ül Edeb tarafından Campellbur’da (şimdiki Attok) basılmıştır. İçinde Şems ve Mevlâna’nın buluşmasından bahseden 4 makale ve 5 şiir vardır.
2004 yılında, Pakistan’ın Fayzalabad şehrinde oturan, Rüstem Ali Cemşit, 2005 yılında “Haq” Yayınları tarafından Lahor’da basılan 223 sayfalık Şems-i Tebrizi, Hayatı, Tarihi ve Öğretileri (Hazarat Shah Shams Tabriz Rehamtullah ‘leh :Tazkera, Halat aur t’limat ) adlı bir kitap yazmıştır.[4]
Yazar, Şems’in hayatıyla ilgili, birinci sınıf bir kitap yazdığını iddia etmektedir. Fakat o kitap, harika bir kurgu ve yalanlar yığınıdır. Şems ve Mevlâna’nın hayatında hiç olmamış hadiseleri uydurmuştur. Şems’in doğum yılının Hicri 584 (MS 1188), vefatının da Hicri 670 (MS 1271–72) yılında Şam’da olduğunu söylemiştir. Hz Mevlâna’nın 400 takipçisiyle Konya’dan Şam’a, Şems’i gömmek için gittiğini anlatmış fakat Multan’da yatan Şems adlı kişinin İsmaili tarikatına bağlı başka bir şahıs olduğunu inkâr etmiştir.[5]
Fakat yazar, Şems Sabzevari’nin hadiselerini Şems-i Tebrizi’yle ilşkilendirmiş, “Şems-i Tebrizi’nin Multan’a Girişi” diye bir bölüm yazmıştır. Şimdiki Karaçi olan Debal’ın limanına bir gemiyle girdiğini, oradan Multan’a gittiğini söylemiştir. Şems Mevlâna’ya bir mektup yazmış ve burada yaşayamayacağını söylemiş ve onu aldırmasını rica etmiş. Mevlâna onu Rum’a geri getirmesi için beş adamını yollamıştır. Şems Sabzevari’nin türbesinin resmi, bu kitabın içerik sayfasına basılmıştır. Bu kitabın, Şems-i Tebrizi mi yoksa Şems Sabzevari hakkında mı olduğu konusunda daha çok, karışıklık yaratmıştır.
Yazar, Şems-i Tebrizi hakkındaki araştırmalarının kaynakçası olarak, şu kitapları gösteriyor. Tarik-i Tabari, Sırat-i İbn-i Hâşâm, Tefsir-i İbn-i Kesir, Tafsir-i Tafhim’el Kuran (yazan, Maudodi) ve Suspense Digest. Bunlar yazarın Şems-i Tebrizi’yi nereden araştırdığını gösteriyor! Eğer bu kitap Saideh Ghods’un (Tahran, 2006) yazdığı çağdaş İran romanı Kimya Hatun gibi sunulsaydı, o zaman bir anlam ifade ederdi. Fakat yazar kitabının en iyi edebi ve tarihi İslam kitabı olduğunu iddia etmektedir.[6]
Pakistan’da kısa zaman önce Raja Tariq Mehmood No’mani tarafından Savaneh Hayat Shams alma’arif Hazrat Shams Tabriz ma’ mukhtasar entekhab e Divan e Shams e Tabriz az Maulana Jalaluddin Rumi adında bir kitap basılmıştır. (yayınevi: Book Corner Show Room, Jehlum, 2008, 544sf.)
Bu kitap oldukça uzundur ve bir önsöz ile 26 bölümden oluşmaktadır. 1 ile 16. bölümler Şems’le ilgili olmayıp, İran’ın İslamiyet öncesi ve sonrası politik, kültürel, tarih ve coğrafyasıyla ilgilidir. Bu, kitabın ilk 336 sayfasını oluşturur. 17 ile 20. bölümler (sf.337-384) Şems’le ve 21 ile 26. bölümler de Mevlâna’yla ilgilidir. Kitabın arkasına Mevlâna’nın Divan-ı Şems eserinden seçmelerin Urducası eklenmiştir. Kitabın çoğu, Cami, Gulam Destigir Nami ve Şibli Numani’nin eserlerinden oluşmaktadır. Bu kitapta, Şemsle ilgili yeni bir araştırmaya rastlamadık.
Şems-i Tebrizi’ye atfedilen eserler:
8. yüzyılda yaşamış mistik bir şair olan Şemseddin Tebrizi’nin bir kitabı, Şems Kebir’le karıştırılmıştır. Özellikle Masanavi Marghoob al Qulub adlı eserlerinden biri Şems-i Tebrizi’ye atfedilmiştir.[7]
Bu eser 10 bölümden oluşur.[8] Hicri 757 yılında yazılanları sınıflandırılmış olarak ele alır.
Senin yokluğundan 757 yıl geçiyor
Tarihte gelip giden müneccimlerin sayısı kadar
Bu yolların(sürecin) tüm mahsulünü
10 nazım fasılda Şems bir araya getirmiş
Tamamlanan bu uyumlu manzum eser
Merğub-ul ghulub olarak bilinmektedir
Bu mesnevinin Hicri 757 yılında yazılmış olmasına rağmen, yazıcı ve yayınevleri bu eseri, altı kıtada Şems-i Tebrizi’ye atfetmişlerdir. Urdu ve Puncap dilinde yapılan çevirilerde, ilk sayfada açıkça Şems’e gönderme yapılmıştır. (Urdu dili çevirisi anonimdir 1892da basıldı, Lucknow, 11209 Calcutta; Puncap tercümesi Muhammad Shah uddin Quraishi tarafından yapıldı, Lahor, n.d)
13. yy’da yazılmış bir el yazmasında, Külliyat-ı Şems-i Kebir’de hiç rastlamadığım Farsça bir gazele rastladım. (editor Bediüzzaman Firuzanfar, Tahran Üniversitesi). Bu gazelin konusu edepti. Mevlâna, Mesnevi’sinde edeple ilgili birçok beyit yazmıştır. Fakat Divanında böyle bir gazel yoktur.
“Aklımdan imanın ne olduğunu sordum,
Akıl gönlümün kulağına; aklın edep olduğunu söyledi.
Edepsiz bir insan, insan değildir,
İnsanın ve hayvanın arasındaki fark edeptir.
Edepsiz kimsenin beka göklerinde yeri yok, Beka göklerinde insanın menzili edeptir.
Ey Can(Aziz) bir kaç günlüğüne misafirsin sen,
Edepli ol, çünkü misafirin hususiyeti edepli olmasıdır.
İblisten daha üstün olmayı istiyorsan eğer, Edepli ol, çünkü edep şeytanın katilidir.
Ey Şems; melekler Allahı’nın sırrı sensin, Söylem denizinin incisi, seherin öten kuşu edeptir”.
Şems-i Tebrizi’ye Hürmet:
Doğu’nun şairi Dr. Muhammed İkbal (1877–1938) kendisini Pir-i Rumi’nin, Hintli müridi olarak görür. Hint altı kıtasında Mesnevi’nin öğretilerine hayat kazandırarak, Farsça ve Urduca şiirlerinde Şems-i Tebrizi’den bahsetmiştir. Şems-i Tebrizi’ye atfederek “Tebriz” sembolünü kullanmıştır. İkbal, Masanavi Asrar e Khudi aslı eserinde, Baba-I Sahrayı olarak bilinen Mir Nejat Nakşibend adlı karakteri aracılığıyla, Mevlâna’nın medresesinde, Mevlâna ile Şems’in karşılaşmasının temeli hususunda Hintli Müslümanlara tavsiyelerde bulunmuştur.[9] İkbal der ki: ilim ve irfan gönül yanıklığı ile kemale ulaşır ve zahiri ilim ve irfan şüphe ve inkâr yaratır. Gönül yanıklığı ise iman ve takvanın sembolüdür.
Tebrizin Piri, kemal (ilim) öğrenmek üzere
Molla Celal’in mektebine yönlendi
Bu kargaşanın sebebi nedir diye sordu
Bu gürültü, hayal kurma, argüman nedir
Mevlâna buyurdu: ey cahil, sus
Âlimlerin sohbetleriyle alay etme
Mektebimi terk et
Gürültüdür bu, senin onunla ne işin var
Bizim gürültümüz senin ilminden üstündür
İdrak camını aydınlatandır
Molla’nın sözlerinden Şems çok üzüldü
Tebrizi’nin canını yaktı
Gözlerini yere dikti
Toprak onun ateşinden (utanç) alevlendi
Gönlün ateşi idrak harmanını yaktı
Filozofun (âlim) defterinin tümünü yaktı
Mevlâna aşkın mucizesinden habersiz
Aşk sazının sözlerine yabancı
Neden bu ateşi yaktın diye sordu
Hocayı üzüp kendini yaktın
Şıh cevabında ey değerli hoca!
Bu bizim zevkimizdir sen buna karışma
Bizim halimiz, senin düşündüğünden çok ötedir
Bizim alevimiz kızıl (Ahmer)kimyadır
Hikmet karından malzemeler uydurdun
Senin düşünce bulutundan dolu yağar
Kendi gövdenden bir ateş yarat
Bir alevi onarmaya çalış
Gerçek bir ilim gönül ateşinden olur
İslam’ın manası faniyi terk etmektir
İbrahim boşluk tuzağından kurtulduğu için
Ateşler için selamet kaldı
“Tebriz ateşinin yangınına saygı gösterir.
“Tebriz ateşin”den saygıyla bahseder ve şiirlerinin toplandığı Maiy Baqi adlı eserdeki en coşkulu gazellerinden birinde şöyle der[10]:
Ey Gazel mütribi Rum pirinden söyle ki Canım Tebrizi’nin ateşinde dönüp yansın Ve bir de Asrar e Khudi’de [11]:
Kendi mumunu Rumi gibi yak Rum’u Tebriz yolunda(uğruna) yak
“Tebriz” sembolü Şems sayesindedir.
İkbal’in ataları brahmandı (Gayrimüslim/Hindu) ve kendine “Brahman’ın oğlu” der. Fakat bu aile şeceresinden gurur duyar çünkü Şems ve Mevlâna’nın sırlarından emindir.[12]
Bana iyi bak, çünkü
Beni artık Hindistan’da göremezsin
Başka bir beyitinde “Hindistan’ın Oğlu” olduğunu söylemesine rağmen, gözlerindeki nurun Buhara, Kabil ve Tebriz’in tozundan geldiğini söyler.[13]
Hindistan’da doğdum ama gözlerimin nuru Buhara, Kabil ve Tebriz’in temiz toprağındandır.
İkbal, İran topraklarının Mevlâna ve Şems’i tekrardan doğurmasını ümit eder.[14]
İran’ın lale bahçelerinde başka bir Mevlâna ortaya çıkmamıştır
İran’ın suyu, çiçeği yalnız O’dur, Şems-i Tebriz ise Saki
İkbal hala ümitlidir verimsiz toprağından
Onun toprağına biraz su ver Ey Saki! Belki biraz nemlense bu toprak çok verimli olur
Puncapça ve Sintçe halk şiirinde, Şems’in şahadetinin (muhtemelen Sabzevar’da) bahsi çok sık geçer. Çok tanınmış Puncapça şairi Baba Bulleh Shah (1680-1757) ve Khawaja Ghulam Farid (1885-11201) Şems’in derisinin vücudundan ayrılma hadisesini anlatmışlardır.[15]
Diğer başka bir Puncapça şairi Sayyed Waris Shah’ın (1706-1798?) dizelerinde Şah Şems’ten, altını arayanların hocası olarak bahsettiğini görüyoruz.[16]
Puncaplı şair Mian Muhammad Bakhsh (1830?-11207), Şems ve Mevlâna’ya özellikle atıfta bulunmuşlardır.
Şems-i Tebrizi bir yudum kırmızı şarap hazırladı
Ve Mevlâna ‘ya verdi
Mevlâna bu azametli lütuf karşısında kendinden geçti
Ancak yüce gönüllü hocalardır çıkar da böyle şarap yudumlanacak kaplar hazırlar
İşte ancak o zaman Rumi âşıklılarından hakikat kelamını öğrenebilirim. Şems-i Tebrizi Mevlâna’ya ağız dolusu kırmızı şarap sunduğunda, Allah tarafından lütuflandırılmıştı. Burada da şair Allah’a, kendi şiirlerinin de Mevlâna’nın şiirleri gibi olması için, kendisine lütufta bulunmasını niyaz ediyor.17
Sintçe şairler de, Şems’in derisinin vücudundan ayrılma hadisesinden bahsetmişlerdir. Bunu da, hakiki aşkın bir sembolü olarak sunmuşlardır. İsmi her zaman Hallac-ı Mansur’la beraber anılmıştır. Sachal Sarmast (11521242AH/1739-1826) gibi şairler “toprağımın tazeliği Şems-i Tebrizi’nin havasındadır” demiştir. 18
Sarmast, Şems’i mollaların öldürdüğünü iddia eder. 19
Sayyed Rakhial Shah Sufi Qadiri (d.1939)[20] ve Hakim Ghulam Rasool Jatoi Mehrabpuri (d.1370AH/1950)[21] de Şems’in derisinin vücudundan ayrılma hadisesinden bahsetmişlerdir.
En önemli Sintçe şiir, çağdaş bir şair olan Shaikh Ayaz (1923-1997) tarafından seslendirilmiştir. Ayaz der ki: “Bir sefer Şems-i Tebrizi gibi gözlerim olsun istedim. Ki kitap yığınlarına baktığımda ateş alsın. Sonra yığından hangi kitabı seçeyim diye düşündüm. Divan-ı Şems-i Tebrizi olsa gerek” [22]
[1] Aflaki, Shams aldin Ahmat, Mankib ala’rifin, ed.Tahsin Yazici, Ankara, 1980, c. 2, s. 614-703; Jami Nuruddin Abdulrehman, Nafhatul uns min hazaratel quds, ed.Mahmud ‘Abidi, Tehran, 1373 s, s.466-69
[2] Muhammad Aulad Ali Gilani, Aulayi e Multan, Sang e meel Yayınevi, Lahore, 1963, s.217-220; aynı yazar, Muraqqa’ e Multan, s.208;Tawarikh e Multan (tercüme:Tazkaratul Multan) tercüme: Muhammad Yusaf Gardizi in Tarikh e Multan editör Syed Abbas Husain Gardizi, Multan, n.d., s.159 ismi Shah Shamsuddin Aurizi olarak geçer; Ghulam Hasan Wani, ”Makhdum Shah Shams uddin Sabzvari e Tabrizi madfon e Multan” Paygham e Ashna, Islamabad,c.10.S.No.38,Temmuz-Eylül 2009, s.84-92.
[3] La’l Baig La’li Badakhshi, Tamratul quds min shajaratul uns,ed.Sayyed Kamal Haj Sayyed Javadi,Tehran,1997,s.1119-20
[4] Rustam Ali Jamsheed, p.13, 219
[5] Adı geçen eser, s. 174-178
[6] a.ge., s.9.10
[7] Revalpindi yakınlarındaki Dhokk Gazian’da Reis Ahmet Kütüphanesi’nde gördüğüm, 13.yy’da yazılmış bir el yazması nüshasında bu beyit şöyle geçiyordu: “be nazm avardamash an ra be dah fasl” Kureyşi’nin Pencab tercümesi de aynıdır.
[8] Isma’il Pasha Baghdadi Izah almaknun, İstanbul, 1947, c.2, s.468 bu Mesnevi’yi Şems Tebrizi’ye atfetmiştir, fakat Saeed Nafisi Tarikh e nazm v nasr dar iran v dar zaban e farsi, Tehran, 1363s, c.1. s.214 veAhmad Monzavi Fehrest e Mushtarak e Noskhe hayy e khatti e Pakistan,Islamabad,1986, c.7.s.409 adlı eserlerde bu atıfı açıkça reddederler.
[9] Asrar e khudi in Kulliyat e asha’ar e Maulana Iqbal e Lahuri, ed.Ahmad Saroosh,Tehran, s.46
[10] Maiy Baqi Kulliyat e asha’ar e Maulana Iqbal e Lahuri, s.250
[11] Asrar e khudi Kulliyat e asha’ar e Maulana Iqbal e Lahuri, s.15
[12] Zabur e ‘ajam Kulliyat e asha’ar e Maulana Iqbal e Lahuri, ed.Ahmad Saroosh, Tehran, s.119
[13] Maiy Baqi Kulliyat e asha’ar e Maulana Iqbal e Lahuri, s.252
[14] Baal e Jebrel Kulliyat e Iqbal(urdu), Lahore, s.303
[15] Bulleh Shah,Kulliyat e Bulleh Shah,ed. Dr. Faqir Muhammad Faqir, Alfaisal, Lahore,n.d,s.54,99,167,236:
Khawaja Ghulam Farid, Akhiya Khawja Farid ne ed. Muhammad Asif Khan, Pakistan Panjabi Board, Lahore, 1994, s.52
[16] Shah, Heer, ed. Muhammad Baqir, Panjabi Adabi akadami, Lahore, 1973, s.199
[17] Mian Muhammad Bakhsh, Saiful muluk, Jahangir Kitap Depo,Lahore,n.d,s.243
[18]Muhammad Sadiq Ranipuri, Sachal jo sarayiki kalam, Sindhi Adabi Board, Hyderabad, 1401AH/1982, s.16
[19] Osman Ali Ansari, Sachal jo sindhi kalam, Sindhi Adabi Board, Hyderabad, 1401AH/1982, s.377
[20] Rakhial Shah Sufi Qadiri, Bahrul ishq Rasalo, Fatehchand Kania Lal Karara Yayınevi, Jackobabad, 1995, s.54
[21] Gulam Rasool Jatoi, Khutbat e Rasooli, Maulavi Muhammad Azim ve oğulları yayınevi, Shikarpur, n.d. s.84
[22] Shaikh Ayaz, Patan to poor kari, Sambara Yayınları, Karachi, 1982, s.89