ORUCUN İÇ ANLAMI

A+
A-

 

ORUCUN İÇ ANLAMI

Bu yazıda asıl amacımız orucun iç anlamı, derunî tarafı üzerinde durmaktır. Ama önce şekil yönüyle ilgili bir kaç nokta üzerinde duralım. Oruç sebebiyle tabiî bir ihtiyaç olan yeme içmeye gündüzleri ara vermenin ne mantığı olabilir? Bu mevsimde bizler en uzun ve sıcak günlerde oruç tutarken, meselâ soğuk olan kuzey yarı küre insanlarının yeterli kalori ve besin almalarına engel olan oruç ibadetinin onların sağlığına zararı olmaz mı?

Yemeyi içmeyi bırakarak İslâmi anlamda oruç tutmanın soğuk iklimlerde insan sağlığına zararlı olduğu doğru değildir. Biyolojik gözlemler gösteriyor ki, kar yağdığı zaman vahşi hayvanlar yiyecek bir şey bulamazlar. O vakit kış uykusuna yatarlar veya zamanlarını “oruç” tutmakla geçirirler. Bu durum onları ilkbaharın yaklaşmasıyla gençleşmiş bir şekilde harekete sevk eder.

Ağaçlar için de aynı durum söz konusudur. Ağaçlar kışın yapraklarını kaybeder ve uyurlar; hattâ su bile almazlar. Bir kaç aylık bir “oruç”tan sonra, ilkbaharla birlikte  gençleşir ve eskisinden daha zinde hale gelirler, yeni yapraklar ve çiçeklerle donanırlar.

Madenlerin bile bu “oruc”a ihtiyacı vardır. Motorlar ve makineler, onların hareketli parçaları belli aralıklarla dinlendirilirler, bu onlara yeni bir güç verir.[1]

Bütün organlar gibi sindirim sisteminin de  dinlenmeye ihtiyacı vardır. Oruç bu ihtiyaca cevap verir. Ama orucun asıl gayesi bu tür tıbbî faydalar değildir.

İnsan Allah’nın en hârika eseridir. Onda zıtlar birleşmiştir. Bedenle ruh,  madde ile mânâ iç içedir. İnsanın mutluluğu bu iki farklı unsurun dengede tutulmasına bağlıdır. Maddi yönümüz daha somut olduğu için, rûhi güçlerimizi gölgelemek ve ona baskın çıkmak eğilimindedir. Bu eğilim sürekli ve etkili olursa insanın ruhunun olgunlaşması engellenmiş olur. O bakımdan bedenin ruha boyun eğmesi için, bedenin gücünü sınırlı tutmak ruhunkini artırmak gerekir.

Bu gayeye ulaşmada açlık, susuzluk, cinsel arzuları sınırlama; dilin, kalbin, zihnin ve öteki organların denetim altına alınması en etkili yoldur. Bu durum tecrübe ile sabittir.

Kişinin olgunluğunun belirtilerinden biri, hayvanî tabiatını aklına ve ruhuna boyun eğdirmesidir. İnsan tabiatı serkeştir, bazen aşırılık bazen yumuşaklık gösterir. Onun aşırılıklarını bastırmak için oruç gibi sert uygulamalara ihtiyaç vardır. Günah işlerse tövbe etmesi ve oruçla telâfi yolunu seçmesi, onun iradesini güçlendirdiği gibi ruhunu arındırır ve teselli verir.

Yememe ve içmeme bir melek özelliğidir. İnsan böyle bir rejimi benimsemekle, meleklere benzemeye çalışmış olur. Asıl önemlisi, bunu sırf Allah’ın buyruğunu yerine getirmek için yaptığından, O’na daha fazla yakınlaşmış olur. Böylece inanmış insanın en son gayesi olan Allah’ın hoşnutluğunu elde eder.

Oruçtan beklenen bu amacın gerçekleşmesi için dikkat edilmesi gereken şeyler vardır. Oruç bir imsak ameliyesi, yani orucu bozacak davranışlardan uzak bulunma işidir. Kâmil anlamda oruç bütün organlar iştirakiyle gerçekleşir. Şöyle ki:

Mide yemek içmekten korunduğu gibi; dili yalandan, kötü sözden, boş laftan uzak tutmalıdır. Göz harama, yanlış yerlere bakmamalı, kusur aramamalıdır. Kulak gıybet, dedi kodu ve abes şeyler dinlememelidir. En önemlisi de gönül ve zihin güzel şeyler düşünmelidir. Gönül ehli kişiler yalan söylemenin ve başkasını çekiştirmenin orucu bozacağını belirtirler.[2] Gerçekten organlarının tamamını oruca iştirak ettirmeyi başaramayan kimse, şeklen oruç tutmuşsa da, orucun özünü yakalayamamış demektir. Hz. Peygamber’in “Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçtan onlara kalan sadece açlık ve susuzluktur.” sözü de bu gerçeği vurgular.[3]

Bütün organlarıyla oruç tutan kimse daha dikkatli ve daha ahlâklı olacaktır. Hattâ kendisine sataşanlara bile “Ben oruçluyum” diyerek uymayacaktır. Böyle davranış Peygamber efendimizin tavsiyesidir.[4] Ramazan aylarında âsayiş probleminin azalmasında bu inanışın rolü vardır. İstanbul emniyetinin verdiği bilgiye göre, 1998 senesi yılbaşının Ramazana rastlaması sebebiyle, o geceki trafik kazaları ve âsayiş olayları geçmiş yıllara kıyasla fevkalâde az sayıda olmuştur.

İbadetlere değer katan en önemli özellik “ihlâs”tır. İhlâs bir işi sâdece Allah için yapmak demektir. Oruç bu özelliği çok iyi yansıtır. Çünkü bir kimsenin oruçlu olup olmadığını bilemeyiz. Bunu ancak Allah’la kendisi bilir. Yani böyle olmalıdır.

Yüce Allah bir kudsî hadiste “Oruç doğrudan doğruya benim içindir, onun karşılığını ben vereceğim.” buyurur.[5] O bakımdan oruçlu kişi, ihlâsı zedeleyecek tavırlardan uzak durmalıdır. Allah için olması gereken orucunu çevresine sıkıntı vererek yahut da kayırma veya ilgi bekleyerek mânevî değer kaybına uğratmamalıdır.

Gönül ehli kişilerin ahlâkî kurallara uymamayı oruçla bağdaştırmadıklarını söylemiştik. Onların seçkinleri daha da ileri giderler ve “zikr-i dâim”den gaflet etmenin oruca zarar vereceğini belirtirler. Yine onlara göre kudsî hadiste geçen “Oruç benim içindir..” sözünün anlamı “Samediyyet bana aittir” demektir. Allah Taâlâ sanki: “Kim benim ahlâkımla ahlâklanırsa, ben ona hiçbir beşerin hayal edemiyeceği biçimde ödüllendirirm..” demek ister.

Bu kudsî hadîsin bir izahı da şöyle yapılır: Orucun hiçbir şekilde zahirle alâkası olmayan gizli bir ibadet oluşu ve başkalarının onda hiçbir payı bulunmaması dolayısıyle böyle varid olmuş, Yüce Allah devamında: “Onun karşılığını ben vereceğim..” buyurmuştur.[6]

Üç nevi oruç vardır: Ruhun orucu, aşırı ihtiraslardan uzak bulunmak ve kanaat sahibi olmaktır. Aklın orucu, heva ve heveslere aykırı hareket etmektir. Nefsin orucu yeme içme ve harama karşı perhizkâr olmaktır.[7]

Oruç kalkandır” hadisi oruç, insanla mâsivâ yani, insanla Allah’tan gayri şeyler arasında perde olmalıdır şeklinde yorumlanmıştır.[8]

Hz. Mevlânâ şöyle düşünür: Oruç, ağzı bağlamaya karşı gönül gözünün açılmasına yarar. Can gözünün açılması, bedenî güçleri etkisiz hale getirmekle mümkün olur. Gönül gözü kör olanları hiçbir ibadet aydınlatamaz.

“Mevlânâ’ya göre oruç ibadetlerin en büyüğüdür, insanları mîraca götüren buraktır, Kur’an’ın sırrıdır. İnsanların arzuları ve nefisleriyle yaptıkları savaştır; onlara taze can bağışlar, insanların insanlığını olgunlaştırır. Varlıkta yokluğa ulaştırır.” [9]

Söyleneleri kısaca özetlersek, orucun üç derecesi olduğu görülür: Avâmın (halkın) orucu sabahtan akşama kadar yemekten, içmekten ve cinsel hazlardan uzak kalmakla olur. Havâssın (seçkinlerin) orucu, bunlara ek olarak öteki bütün organları denetim altında bulundurmaktır. En seçkinlerin orucu ise gönlünü Allah’tan başkasının ilgisinden uzak tutmaktır.

Halk, oruç sırasında besinleri mideye sokmaz. Seçkinler, günah ve kötü olan şeyleri organlarına yaklaştırmaz; en seçkinler yani ârifler, âşıklar ve kâmiller, mâsivayı (Allah’tan gayrı şeyleri) kalplerine sokmazlar. Oruçtan asıl beklenen bu son noktayı yakalamaya çalışmaktır.

(Yazarın “İbdetlerin İç Anlamı” adlı kitabından. Mavi Yayıncılık)

 

[1]  M. Hamîdullah, İslâma Giriş, 93, çev. Cemâl Aydın,Ankara 1996.

[2]  Sühreverdi, Avarif  terc. s. 419.

[3]  İbn Mâce, sıyam, 21.

[4]  Buhari, savm, 2; Müslim, sıyam, 163.

[5]  Buhari, tevhid, 35; Müslim, sıyam, 64,65.

[6]  Bk. Serrac, Luma terc. 168.

[7]  Kuşeyri, Risale terc. 127.

[8]  Bk. Kelâbâzî, et-Taarruf, çev. Süleyman Uludağ (Doğuş Devrinde Tasavvuf), 204, Dergâh yayınları, İstanbul 1979.

[9]  Müjgân Cumbur, “Mevlânâya Göre Oruç Ayı”, 1. Milletlerarası mevlânâ Kongresi tebliğleri içinde, Konya 1988.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR