ORUCUN FAZİLETİ

A+
A-

Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da açlıktır.”

Açlık kalbi temizler. Tokluk kalbi köreltir. Ahmaklığa yol açar. Beyinde bulanıklığı çoğaltır. Kalp de bu sebeple düşünce akışından ve hızlı idrak etmekten geri kalır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da açlıktır.” Ebû Süleyman ed-Dârânî ise şöyle demiştir: “Açlığa dikkat edin. Çünkü o nefsi uysallaştırır. Kalbin incelmesini sağlar. Semâvî ilmi doğurur.” Bâyezîd-i Bistâmî de şöyle demiştir: “Açlık bulut gibidir. Kul acıktığı zaman, kalp hikmet yağmurları yağdırır.” Şiblî de, “Allah için her aç kaldığım gün, kalbimde hiç görmediğim hikmet ve ibret kapılarının açıldığını gördüm.” demiştir.

Açlık kalbi inceltir. Böylece kalp, zikrin ve Allah’a yalvarmanın tadını alır. Tokluk, kalbi katılaştırır. Ebû Süleyman ed-Dârânî, “Bana göre en tatlı ibâdet, karnımın sırtıma yapıştığı zaman yaptığım ibâdettir.” demiştir.

Açlık sayesinde nefis kırılır ve boyun eğer. Böylece Rabb’ine itaat eder ve onunla yatışır. İnsan, nefsinin zelilliğini ve acziyetini görmedikçe Mevlâ’sının kudretini ve yüceliğini görmez. Dünya ve hazineleri Peygamber Efendimiz’e (s.a.s) sunulduğunda, kendileri şöyle buyurmuştur: “Hayır! Bir gün aç kalırım ve bir gün doyarım. Aç kaldığım zaman sabreder ve Rabb’ime yalvarırım. Doyduğum zaman şükrederim.”

Buradan anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber herkese kendine göre açlık tavsiye ediyor. Bizler kâmillerin uyguladığı açlık riyâzatına dayanamayacağımızdan, vücudumuzu hastalıklardan koruyacak ve enerjisini muhafaza edebilecek kadar yemek zorundayız. Bu sebeple Hz. Peygamber hem açlarla hem toklarla beraber olduğunu ve böylece de vücutların korunduğunu anlatır. Bu hâl insanı aç kaldığı zaman böbürlenmekten, tok olduğunda ise gafletten korur. Anlıyoruz ki, en büyük açlık nefisle mücadeledir.

Az yemek hastalıklardan uzak, sağlıklı bir beden demektir. “Yemenin yarısı besler ve diğer yarısı da öldürür.” demişler. Halîfe Hârun Reşid biri Hintli, biri Rum, biri Iraklı ve biri de Basralı dört doktoru toplamış ve “Her biriniz, içinde hastalık olmayan ilacın ne olduğunu söylesin?” diye sormuş. Hintli, “İçinde hastalık olmayan ilaç çörek otudur.” demiş. Iraklı, “Tere otu tohumudur.” demiş. Rûmî, “Bence sıcak sudur.” demiş. İçlerindeki en bilgin kişi olan Basralı ise şöyle demiştir: “Çörek otu mideyi burar. Bu bir hastalıktır. Tere otu tohumu mideyi bulandırır. Bu da bir hastalıktır. Sıcak su mideyi gevşetir. Bu da bir hastalıktır.” “Peki, sana göre içinde hiçbir hastalık bulunmayan ilaç nedir?” diye sorduklarında “Bence yemeğe acıkmadan oturmak ve sofradan da yeme isteği olduğu halde kalkmaktır.” diye cevap vermiş.

Az yemek, insanı tüccarların açgözlülüğünden kurtarır. Bişr bin el-Hâris’e “Et pahalandı.” denilmiş. O da “Ucuzlatın o halde.” demiş. Yani et almayı bırakın ki et ucuzlasın. Onun bu düşüncesi, arz ve talep hakkında modern bir teoridir.

Az yemek, insana kendi gücüyle başkalarını kendine tercih etme imkânı verir. Böylece malından fakirlere ve miskinlere tasadduk eder (sadaka verir). Resûlullah (s.a.s) şişman bir adama bakmış ve parmağı ile karnını işaret ederek şöyle demiştir: “Eğer bu [karnın] başka bir şekilde olsaydı senin için daha hayırlı olurdu.” Yani açlık ateşini yatıştırmaya yetecek kadarından fazlasını tasadduk etmiş olsaydı o yemek başkasının karnında olurdu ve bu kendisi için çok daha iyi olurdu.