ORUÇLULARA ARMAĞAN-I
ORUÇLULARA ARMAĞAN-I
Hz. Mevlânâ’nın sevgili oğlu Sultan Veled 1226-1312 yılları arasında yaşamıştır. Onun “Tuhtefü’s- Sâimîn” adlı otuz beyitlik Farsça bir manzûmesi vardır. Burada orucun değeri ve fazîletleri anlatılmaktadır.
Bu manzûmeyi son dönemin mutasavvıf şâirlerinden Üsküdar Mevlevihânesi’nin son şeyhi Ahmet Remzi Akyürek (1872-1944) Osmanlı Türkçesi’yle şerh etmiş ve 1316 /11200 yılında basılmıştır. “Tuhtefüs-sâimin”, “oruçlulara armağan” demektir.
65 sayfalık şerhte Ahmet Remzi Dede önce beytin Farsça metnini yazar, ardından uzun uzun gramer ve etimoloji bilgileri verir, kelimelerin her birinin manasını söyler, onların hatırlattığı malumatı nakleder en sonunda “Ma’nây-ı beyt” başlığı altında beytin tercümesini verir. Bu tercüme bazı beyitlerde uzunca ve açıklamalıdır. Bu yazıda işte bu bölümlerin ve yaptığı şerhlerden bir kısmının sâdeleştirilmiş şeklini veriyoruz.
1. BEYİT: Ey mü’min, ey Hak yolunun yolcusu İslâmiyet’in başta gelen esaslarından biri olan oruç ibâdetini layıkı vechile yerine getiren takvâ sâhibi kimsenin ruhu ve kalbi öyle bir hâle yükselir ki sıradan hâdiselerin ötesindeki bazı garip şeyleri çok iyi bilir, böylece dinin sembolik, gizli yönlerini (rumuzat-ı şeriat) ve tarikatin iç zenginliklerini çok iyi anlar duruma gelir. Eğer sen de bu tür gizli sırlara nail olup, zühd ve takvan sebebiyle beğenilmek istersen her şeyden önce nimetler hazînesi olan oruca gereken önemi vermelisin.
2. BEYİT: Eğer senin ebedî hayat semâlarına yükselmek gibi bir arzun varsa bil ki, ibâdetler arasında maksada en kısa yoldan ulaştıranı, bir mîraç mesâbesinde olan oruçtur.
3. BEYİT: Dünyada hiçbir ibâdet oruç gibi iç aydınlığı vermez, inanmış insanın kalbini başka bir şey onun kadar aydınlatmaz. Çünkü oruç kasvetli kalpleri, kör gönülleri, ve basîret gözünü görücü hâle getiren bir kandildir; can gözünü aydınlatan bir lambadır. Bu sebeple boğazına düşkün obur kimse, beden tabiatının karanlıklarından kurtulamaz, onun akıl ve idrak lambası marifet ışığıyla aydınlanmaz, kalp aynası da gaflet pasından ve kirlerinden temizlenmez.
4. BEYİT: Oruç dört ayaklıların fânî hayatlarına bir noksanlık verir, onları aç bırakmak sanki ömürlerine ziyan gibidir. Ne var ki oruç insan oğlunun olgunlaşmasına yaramaktadır. O, ilahî emâneti yüklenmiş insana farz kılınmıştır. Orucun insanlığın atası olan Hz. Adem’den beri insanoğullarının dinî bir görevi olduğu: “Ey îman edenler oruç sizden önce gelip geçmiş topluluklara olduğu gibi, size de farz kılındı, umulur ki korunursunuz.” (Bakara,2/183) ayetiyle sabittir.”
5. BEYİT: Hz. Peygamber yolunun âşıklarının hayatı ve canlılığı, can mutfağında bulanırsa yani ibâdet yolunun tâkati aşan zorluklarından sıkıntı duyarlarsa, işte onlara oruç ebedî hayat için nimetlerle dolu bir mutfak hazırladı. Çünkü oruç gönül aşhânesini aydınlatır ve onu mâsivâ pasından temizler.
A. Remzi Dede bu beyit için şu açıklamayı yapar: Aşk kelimesi (Arapça asıl söyleyişiyle ışk) ağaçlara sarılıp yükselen ve sarıldığı ağacı kurutan sarmaşık demektir. Aşk da insanın beden ağacına daha çok gençlik yıllarında sarılıp onu helâk edecek kadar zayıflatır. Bu bakımdan sevginin ileri derecesine “aşk” denir. Öyle ki aşk, zâtın sıfata meyletmesi sonucu kalpten çıkıp bütün damarlarda dolaşır, organların ve güçlerin tümüne yayılır.
İşte bu sebepledir ki Hallâc-ı Mansur’un başı, elleri ve ayakları kesildiğinde, yeryüzüne kanı “Allah Allah” diye döküldü. Hz. Züleyha vücûdundan kan aldırdığında, kanı “Yusuf Yusuf” diye yere düştü.
Aşk ikidir: Mecazî ve hakikî. Mecazî aşk iffetli olduğu takdirde iç dünyanın incelmesini sağlar ve hakikî aşka vesile olur. Zîrâ bütün düşünceleri tek düşünceye indirger, zihin dağınıklığını giderir, sevgiliye hizmeti tatlandırır, sevgiliye itaat ve onun emrine uymada zorluk ve meşakkat bırakmaz. Bu, o aşktır ki onun hakkında: “ Kim âşık olur, iffetini korur ve aşkını gizler sonra bu yüzden ölürse şehit olarak ölmüş olur.” buyrulmuştur.
Aşk kaba saba yaradılışlı mizâcı bozuk olan kimselere göre değildir. Hakikî aşkı eskilerden nakledilen şu sözlerle daha iyi anlayabiliriz:
Ateş dedi ki: “ Ya Rab, faraza sana itaat etmesem, benden daha şiddetli bir şeyle azap eder miydin? Cenâb-ı Hak buyurdu ki: “ Büyük ateşimi senin üzerine salardım. Ateş sordu: “Ya Rab benden büyük ateş var mıdır?” Yüce Allah buyurdu: “ Vardır; o, velîlerimin kalplerine yerleştirdiğin muhabbet ateşidir.”
Bundan anlaşılır ki büyük emânet, aşk sırrı üzerine bina kılındı ve buna da insandan başka kimse tahammül etmedi.
6. BEYİT: Zühd ve takvâ yolunda, şeytanı tepeleyip mağlup eden şey nedir? Oruçtur. Zîrâ “En zorlu düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir.” buyurulmuştur.” Ayrıca nefis ve şeytana karşı koyup Allah’a yönelmeye “büyük cihat” denilmiştir. Çünkü insanı azdırmada şeytanın başta gelen yardımcısı şehvetler, yani aşırı istekler ve arzulardır. İstek ve arzular ise yiyip içmeyle beslenirler. İşte oruç buna engel olur. Velhasıl oruç Allah’ın ve mü’minin düşmanı olan şeytanı yerle bir eder. Şöyle buyrulur: “Şeytan insan oğlunun damarlarında yürür, açlık ve susuzlukla onun geçiş yollarını daraltınız.”
7. BEYİT: Allah katında en çabuk şekilde maddî ve mânevî fayda sağlayan, başkalarının gözünden gizli özel ibâdet nedir? Oruçtur! Nitekim “Oruç müstesnâ insan oğlunun her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir ve onun karşılığını ben vereceğim” şeklindeki kudsî hadisin yorumu sırasında bilginler şöyle derler: Çünkü oruç gizlidir, başka ibâdetlerin aksine kimse tarafından anlaşılmaz, onu ancak Allah bilir. Karşılığını da O verir.
8. BEYİT : Su ki, hadd-i zâtında “Her şey sudan hayat buldu” ayetiyle övülmüştür; o bile devamlı olarak içinde yaşayan balıklara, orucun Hak âşıkı olan müminlere bahş ettiği letafeti, tazeliği ve ebedî hayatı veremez.
9. BEYİT: Mücâhede sahibi kişinin vücûdunda ve gönlün amacına erişme yolunda, oruç yüzlerce hayattan daha iyidir. Çünkü oruç mâsivâ perdesinin ve kişinin başka şeylerle ilgisinin bağlarını koparır.
10.BEYİT: Her ne kadar îman ve islâm, “İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir.” Hadîs-i şerifi gereğince beş şey üzerine kurulmuşsa da oruç, onların içinde en büyük ve en sağlam esastır.
Ahmet Remzi Dede ilâve eder: Gerçekten oruç dinin en önemli temelidir. Oruçla nefs-i emmâre yerle bir edilir; yeme, içme ve cinsel faaliyetlerin cümlesinden alıkonur. Oruç kalbî fillerden biridir. İyi özelliklerden en güzelidir. Dinî emirlerin nefse en zor gelenidir. İlâhî hikmet gereği dinî yükümlülükler, hafif ve kolaydan başlamak üzere emredilmiştir. Önce namaz, sonra zekât, daha sonra da oruç farz kılınmıştır. Birincisi hafif, ikincisi orta seviyede, üçüncüsü en zor olandır. İslâmiyet’in temel esasları sayılırken namaz kılmak, zekât vermek ve Ramazan orucu tutmak şeklinde sıralanır. Kur’an-ı Kerim’de de “…Gönülden bağlanan erkek ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar…” (Ahzab, 33/35) buyrulmuştur.
11. BEYİT: Gerçi İslâmiyet’in binası bu beş esastan ibarettir. Fakat oruç, o esaslar içinde tıpkı Ramazan ayındaki Kadir gecesi gibidir ve onun gibi örtülü ve gizlidir. Çünkü her bir ibâdetin karşılığı olarak Yüce Allah’ın bire on ve daha ziyadesini vereceğini: “Sabredenlere ödülleri hesapsız ödenecektir.”(Zümer, 39/10) ayetiyle sabittir. Fakat her iyi işin on mislinden yetmiş katına kadar karşılık görmesi söz konusudur. Oruç bundan müstesnadır. Çünkü “Oruç benim içindir ve onun karşılığını ben vereceğim.” buyrulmaktadır. Orucun Allah katındaki değeri bundan da anlaşılabilir.
12. BEYİT: Değersiz bir taşa ondan yüzük yapılmış olsa bile kimse dönüp bakmaz, oysa başka bir taş düşünelim ki maden içerisinde ve toprak altında, sanki oruçlu gibi aç olarak dinlenmesinden dolayı; o sabrı ve orucu, onu güneş gibi parıltılı kıymetli bir mücevher haline sokar. İşte insanın topraktan yapılmış bedeninde de oruç, içini aydınlatan bir güneş olursa o kimseyi zümrüt gibi değerli hâle getirir.
13.BEYİT: Nasıl aslan olabilirsin ki bir tilkiden korkuyorsun. Ormanlıkta bulunan aslanlara karşı, ancak oruç seni galip getirebilir. Yani ey hak yolcusu, ibâdet ve olgunlaşma sahrasında nefis ve hevâ tilkisinden korkmuş isen, oruca devam et ve Hak yolunda açlığa sarıl. Bu takdirde zahiren ve bâtınen aslanlara bile galip gelirsin.
14. BEYİT: Çok yiyen kimsenin çok mazereti olur. Obur olan kimsenin kısmetinde oruç yoktur. Yani oruçla ilgisi bulunmayan midesinin kölesi ve oburlar zümresinden olanlar sofranın başına “Ya hay.” çığlığıyla gelirler.
A. Remzi Dede ilave eder. Tabiidir ki böyle içi nefis ve arzu dolu kimsenin vücûdunda “oruç benim içindir, onun karşılığını ben vereceğim.” müjdesinin elbisesi bulunmaz. Bu müjde midesine düşkün olanlara yüz göstermez Nitekim Hz. Mevlânâ Mesnevîsi’nde şunları anlatır:
Bir şeyhle müridi seyahate çıkmıştı. Yoları insan bulunmayan bir çöle düştü. Öğrenci hocasına dedi ki: “ Hocam biz böyle çöle gidersek aç kalırız.” Hocası cevap verdi: “Ey derviş, açlık Allah katında makbul bir şeydir. Onu ancak değerli ve has kullarına verir. Sen o değerli kimselerden değilsin ki seni aç bıraksın.”
15. BEYİT: Oruç, Hz. Süleyman peygamberin iktidar ve saltanatının mührüdür. O, Muhammed ümmetinin de mutluluğuna vesiledir.
A.Remzi Dede: Yüzük ve mühür “hâtem” kelimesiyle ifade edilir. Zinet eşyası olarak parmağa takılırsa “yüzük”, mühürlenecek bir yere basmak için kullanılırsa “mühür” adını alır. Hak Taalâ Hz. Süleyman’a; insanları, cinleri, vahşi hayvanları, kuşları, rüzgârı ve başka varlıkları hükmü ve etkisi altına almaya yarayan parlak bir mühür vermişti. Kızıl yakuttan yapılmış olup, güneş gibi parlaktı. Onun etkileyici yüzüne kimsenin bakmağa gücü yetmezdi. Bu mührün heybetiyle bütün yaratıklar Süleyman’ın emrine uyar ve ona karşı gelmekten korkarlardı.
(Bir sonraki yazıda kalan 15 beyit verilecektir.)