Her ne denlü çok yaşarsa bir kişi
Âkıbet ölmekdürür ânın işi
İsterseniz 150 yıl yaşayın, sonunda ölüm gelip bizi bulacak. Ölüm ne kadar eski ise ölümsüzlüğü aramak da o kadar eski. Adem’in çocukları cennetteki ölümüsüz hayata duyduğu özlemden olsa gerek bu dünyada da hep ölümsüzlük peşinde koşmuş, ölüme çare aramış, durmuş.
İnsanoğlu bir şeyi daha çok merak etmiş. Ölüm ve sonrasını. Bunu öğrenmek için de ölümün eşiğinden dönenlere sormuşlar. Adeta ölüp yeniden dirilenlere, kısa bir süreliğine kalbi durup sonra yeniden çalışanlara, büyük bir kaza esnasında ölüme çok yaklaşanlara ölümü sormuşlar, soruşturmuşlar. Ölüme çok yaklaşma anına ölüm eşiği deniliyor Türkçede. Batı’da ortaçağlardan beri araştırma konusu olan öte dünyanın eşiğinden dönenler üzerine yapılan araştırmalar ülkemiz için çok yeni.
Ölüm eşiği kavramını ben de yeni öğrendim. İki sene önce yayınlanan Dr. Saliha Uysal’ın Ölüme Uyanmak isimli eserini okuyana kadar ne ölüm eşiğini biliyordum ne de böyle bir alan olduğunu. Böylesine önemli ve ilginç bir konunun bugüne kadar çalışılmamış olması da üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu.
Neden bizde çalışılmadı? Acaba biz ölümü ve sonrasını merak etmiyor muyuz? Belki bizde ölümün bu denli merak edilmemesi belki de ölümden korkulmaması ve ölümün yok olmak anlamına gelmediğini bilmemiz. Hakikatte müminler için ölüm olmadığından dolayı iman edenler Azrail’den korkmazlar. Çünkü “Müminler ölmezler, dünyadan ahirete intikal ederler”
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?
diyen insanlar, ölümü düğün gecesi olarak görenler, sevgiliye kavuşma anı olarak değerlendirenler arasında böyle bir merakın olmaması normal ama tam olarak yukarıda sorduğumuz soruları cevaplamaya da kanaatimce yeterli değil.
Ölüm eşiği ne demek?
Ölüm eşiği deneyimini Dr. Uysal şöyle tarif ediyor: Kalp krizi, doğum, trafik kazası, diğer kazalar gibi nedenlerle klinik olarak ölü kabul edilen insanların ruhlarının fiziksel bedenlerini terk etmesi üzerine farklı bir mekana veya aleme gittikleri; bedenlerinin dışında kendilerini yahut etrafında olanları izledikleri; hatta bedenlerine geri döndükten sonra bedenleri dışındayken izledikleri şeyleri detaylarıyla aktardıkları; yoğun sevgi, huzur, ışık, vefat eden yakınlar ile karşılaşma gibi fenomenleri algıladıkları deneyimlerdir.
Araştırmacılar bu deneyimleri yaşayanlarla yaptıkları görüşmeler sonucunda tespit ettikleri bulguları yayınlamışlar. Benim de aklıma gelen hususu ilk başta söyleyeyim. Batılıların deneyimleri ile Dr. Uysal’ın Türkiye’de yaptığı araştırmaya katılanların deneyimleri neredeyse aynı, sonuçlar birbirine yakın.
Sonuçlardan biri ölüm eşiği tecrübesi yaşayanların hepsinde, ateistlerde bile inançlarını sorgulamaları ve dine ve maneviyata yöneldikleri tespit edilmiş. Bu şeklen dine bağlanmak yerine dünyaya değer vermemek, erdemi öncelemek şeklinde olmuş daha çok.
İkinci bir tespit ölüm karşısında herkesin eşit olduğu. Araştırmacılar görüştükleri kimselerden topladıkları bilgiler arasında zengin-fakir, okumuş-cahil ayrımı yapacak kadar belirgin bir fark olmadığını tespit etmişler. Ölüm kapıya gelince herkes tüm sıfatlarından sıyrılıp insan oluyor. Yani er kişi niyetine denilmesinin doğruluğu ilmen de ispat edilmiş oluyor.
Ölüm eşiğini tecrübe edenlerin anlattıklarına göre bir ışık gördüklerini, ruhlarının bedenlerinden ayrılıp izlediğini, bir tünel veya ona benzer bir şeyden geçtiklerini, kendilerini karşılamaya gelen manevi varlıkların olduğunu, çevresindekilerin konuştuklarını duyduklarını, hayatlarının Yunus Emre’nin ifadesiyle;
Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir, şol göz açıp yummuş gibi
geldiğini ve bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğini ve en önemlisi geri dönmeyi istememelerini de öğrenince Yahya Kemal’in:
Birçok gidenin her biri memnûn ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.
sözleriyle ifade ettiklerine hak verdim.
Sufiler
Dr. Uysal’ın kitabını okuduktan sonra sufilerin ve şamanların yaptıklarını daha iyi anladım. Biliyorsunuz, tasavvufta ‘ölmeden önce ölmek’ diye çok önemli bir kavram var. Herhangi bir kaza veya başka maddi bir nedene bağlı olmaksızın ölüm eşiği deneyimini yaşamak mümkün. Kamil mürşitler bunun nasıl olduğunu biliyorlar ve kaldırabilecek olan müritlerine de öğretiyorlar ve tecrübe ettiriyorlar. Bir kere tecrübe eden derviş de artık ölüm korkusunu üzerinden attığı gibi dünyayla olan tüm bağlarını da koparabiliyor. Böylece madden ve manen ölümü yaşamış, tecrübe etmiş oluyor.
Şamanlar
Ölüm eşiği tecrübesini yaşayanların kendilerini karşılayan manevi varlıklar olduğunu ve kendilerine refakat ettiklerini okuyunca şamanların yaptıklarının da benzer olduğunu düşündüm. Onlar da belli bir ritm dahilinde yaptıkları danslarla transa geçip adeta ruhlarını bedenlerinden sıyırarak manevi varlıklarla irtibata geçiyorlardı. Bunu yapabilmek herkesin harcı olmadığı için daha çocukken seçilmiş olanlara öğretilir ve şaman olarak yetiştirilirdi.
Ölüm mü doğum mu?
Ölüm hiç şüphesiz aynı zamanda bir doğum, bu dünyaya ölürken ahiret yurduna doğuyoruz. Anne karnından bu dünyaya bedenimiz ve canımızla doğarken ahiret yurduna giderken bu dünyada giydiğimiz ten elbisesini bırakıp ruhen doğuyoruz. Bu açıdan bakıldığında Azrail de bir nevi ebe, doğum uzmanı bir doktor.
Şaire Şeref Hanım’ın dediği gibi;
Çâre yok bir vechile geldikde vakt ü saati
Câm-ı mevti nûş eder pîr ü civân bây u gedâ
Marifet ölümü kucaklamayı isteyecek, Azrail’i Allah’ın elçisi olarak görebilecek bir ömür sürmekte. Bunun yolu da iyilikten geçiyor. O halde bir kez daha haykırarak söyleyelim.
Bu dünyayı iyilik kurtaracak.
https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2020/05/31/olumun-esiginden-donmek