ODUNCULUK YAPAN DERVİŞ – Mehmet Demirci

A+
A-

Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 24

ODUNCULUK YAPAN DERVİŞ

Geçmiş zamanlarda yaşamış yoksul dervişin biri şu ilgi çekici hikâyeyi anlatır:

“Rüyamda Hızır aleyhisselamın dostu olan erenleri gördüm. Helâl olan ve hiç vebâli, sorumluluğu bulunmayan rızkı, yiyeceği nerede bula­yım? diye sordum.

Birileri elimden tutup beni dağlara ormanlara götürdü, ormanlardaki meyveleri silkelediler:

-Bunları istediğin kadar yiyebilirsin, bunlar mânen tertemiz ve zahmetsizce elde ettiğin, helâl şeylerdir, dediler.

Onları yedim içim açıldı, sözlerimde öylesine güzellikler ve feyiz­ler tecellî etti ki, dediklerim herkesi hayran bıraktı. Bunun üzerine şöyle duâ ettim:

“Rabbim bana halktan gizli özel bir ihsanda bulun,” de­dim. Bunun üzerine söz söyleyemez bir hale geldim. Fakat öylesine hoş bir gönüle sâhip oldum ki anlatılma­sı mümkün değil. İç dünyam alabildiğine zenginleşti. Kendi kendime: “Cennette bundan başka bir zevk olmasa bile buna razıyım,” dedim.

Bir gün şehre inmem gerekti. Ağaçtan topladığım birkaç meyveyi cübbemin cebine koydum, şehre doğru yürüdüm. Yolda odunculuk yapan derviş kılıklı birini gördüm. Bir yığın odunu yüklenmiş ormandan geliyordu:

 “Mâdemki, ben böyle kolay bir rızka eriştim, şunlardan bir kaç tanesini de bu zavallı dervişe vereyim o da bu sıkıntıdan kurtulsun” diye düşündüm. O derviş benim yanıma yaklaştı sanki düşüncemi okumuştu. Sırtındaki odun demetini önüme indirdi, dervişin hey­betinden titremeye başladım. Şöyle dediğini işittim:

-Yarabbi duâları kabul olan has kulların hürmetine bu odun yığınını altına çevir!

Bir anda odunlar altına dönüştü. Bunu görünce kendimden geçtim. Bir hayli zaman baygın kalmışım. Uyandıktan sonra o der­viş bu sefer de:

-Yarabbi ulu kulların yüzü suyu hürmetine bu odun­ları eski haline getir! deyip duâ etti ve o sâniye odunlar eski haline geldi. Derviş de odunları yüklenip şehre daldı. Peşinden gitmek istedim fakat cesâret edemedim. (Mesnevî, c. IV, beyit: 678 vd)

 

AÇIKLAMA

Hikâyemizde Hızır’ın dostlarından söz edilir. Hızır’ın adı Kur’an’da geçmez. Fakat Kehf suresinde Hz. Mûsa ile arkadaşlık edip bir takım olağan üstü hadiselere karışan kimsenin Hızır aleyhisselâm olduğu kabul edilir. Allah ona kendi nezdinden özel bir ilim, ilm-i ledün vermiştir. (Kehf,18/65) İlâhî vahiy ve ilham bilgisine sâhip olduğundan, kıssada Hz. Mûsa’dan üstün bir mânevî konumda görülür.

Halk inançlarına göre Hızır ve onun dostları, darda kalmış olanlara yardım eder, sıkıntıya düşenleri ferahlatır. Hikâyemizin kahramanı da böyle bir mânevî desteğe mazhar olur.

Kolay ve helâl geçim yolu arayan birinin dağlarda kendi kendine yetişmiş, sâhipsiz yabani meyvelerle beslenmesi söz konusu ediliyor. Karın doyurmak için bunlar elbette yenebilir. Ağaçlara zarar vermeden bu tür yabani meyvelerden herkes faydalanabilir.

Hikâyemizdeki kimse, biraz kısa görüşlü olmakla berâber, son derece saf ve iyi niyetli birisidir. Kendi dar dünyası içinde bir takım güzelliklerin peşindedir. Hem kolay hem de saf helâl yiyecek aramaktadır. Böylece yolu ormana düşmüştür. Ona bu iyi niyeti ve temiz kalbi dolayısıyla, ödül olarak bir iç ferahlığı ve gönül aydınlığı bağışlanmış olabilir. Kudsî hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: “Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım, yürüyerek gelene koşarak gelirim.”

Saf adam o kadar iyi niyetli ki karşılaştığı bir oduncunun da aynı imkândan faydalanmasını ister.

Buraya kadar düz bir anlayışla karşı karşıyayız. Bundan sonrası ise daha ideal ve daha değerli olan bir durumu simgeler. Saf adamın karşılaştığı oduncu sıradan birisi değilmiş. O pejmürde görüntüsüne rağmen, mânevî bakımdan kendisinden kat kat üstünmüş. Gerçekten böyle kimseler olabilir. Sevgili Peygamberimizin şöyle bir hadisi vardır: “Nice dağınık saçlı, toz toprak içinde basit giyimli kimseler vardır ki, kendilerine ilgi gösterilmez; fakat bir konuda yemin etseler Allah onu gerçekleştirir.” (Tirmizi, menakıb, 55)

İşte oduncunun en azından böyle birisi olduğu anlaşılıyor. O bu durumundan haberlidir, ama elinin emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir. Odunların altına dönüşmesi bir kerâmettir. Ama o bundan istifâdeyi düşünmez. Kerâmet Allah’ın kendine yakın kullarına bir takım olağan üstü imkânlar sunması demektir. Birçok örneğine rastlarız.

Hikâyemizin asıl konusu, olağan üstülükler peşinde olmamak gerektiğidir. Esas mesaj sünnetullah dâiresinde, tabiî hayatı yaşamaktır. Ne kadar zor olursa olsun, çalışıp çabalamak, elinin emeği, alnının teri, beyninin gücüyle rızkını temin etmektir. Hikâyemizde zahmetsizce karın doyurup, üstelik saf ve iyi niyeti sayesinde mânevî ikramlara sâhip olan kimseden, kan ter içinde odunculuk yapan bir kimsenin mânen daha üstün olabileceğini görüyoruz.

Hadîs-i şerifte şöyle buyrulur: “Allah’a yemin ederim ki, sizden birinizin bir ip alıp sırtında odun taşıması; verilsin veya verilmesin, bir kimseye gidip bir şey istemesinden daha hayırlıdır.” (Buhari, zekat, 50)

Dînimizde çalışmak, üretimde bulunmak önemlidir. Halka hizmet Hakka hizmetir.

Külle yevmin hüve fi şe’n” (Allah her an bir iştedir). (Rahman,55/29)

O’nun tecellîleri sonsuzdur ve hiçbiri ötekinin aynı değildir. Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak bizim görevlerimizdendir. Çalışma konusunda da kul seviyesinde O’na benzemeye gayret etmeliyiz.

Kültür tâarihimizde görüyoruz ki gönül erleri, bir yandan mânevî gelişmelerini gerçekleştirirken, bunun bir parçası olarak bir yandan da bir işle, bir zenaatla uğraşmışlardır. Büyük pirler, işsiz güçsüz aylak takımını öğrenci olarak kabul etmemişlerdir.

Mevlâna’dan sonra teşkilatlanan Mevlevîlik’te eğitim aracı olan “çile” bin bir gün sürerdi. Bu sırada aday hem tasavvuf eğitimi görürdü hem de yeteneğine göre mûsikî, hattatlık, ciltçilik ve benzeri işlerden birini veya bir kaçını öğrenir ve icra ederdi.