Ö. Tuğrul İnançer ile…
Sadece dini hayatımızın değil sosyal ve kültürel hayatımızın da temel dinamiklerinden biri olan tasavvuf, popüler kültürün ilgi alanına da fazlasıyla girmeye başladı son yıllarda. Ancak tasavvuf böylesi kolay ‘tüketim nesnesi’ haline getirilebilecek bir alan değil. Başlı başına bir ilim dalı. Bundan bihaber olarak tasavvuftan beslendiğini söyleyip eser verenler çoğu zaman ciddi bilgi yanlışlarına düşüyorlar. Bu anlamda toplumun tasavvuf konusundaki bilgisizliğini, tasavvuf denildiğinde neden belli manevi şahsiyetler etrafında dönüp durulduğunu İstanbul Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Müdürü Ömer Tuğrul İnançer’le konuştuk. Söz uzayıp gitti ama siz okurlara yerimizin sınırlı olmasından dolayı sohbetten bu kadar hisse düştü.
Gülcan TEZCAN’ın röportajı
Son yıllarda Mevlana’yla ilgili ve Mevlana’dan esinlenerek yazılan popüler kitapların sayısında bir artış var. Tasavvufa bir ilgi mi var yoksa geçici bir heves mi?
Bugün Türkiye’de manevi şahsiyet olarak üç isim etrafında döner durur bütün cahiller. Siyasetçisi de böyledir kendini edebiyatçı zanneden de böyledir. İstisnalar kaideleri kuvvetlendirir. Türkçe yazdığı iddia edildiği için Türkçecilikten kaynaklanan bir Yunus Emre. Acaba anlıyorlar mı Yunus Emre’yi? “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü, bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu”. Bu orijinal Yunus Emre dörtlüğüdür. Anlasınlar bakayım. Ayrıca koskoca Yunus Emre divanı diye basılan kitaplardaki şiirlerin kısmi küllisi Yunus Emre’nin değildir. Çünkü Türkiye’de Yunus’luk bir meslektir. Tasavvuf terbiyesi almış bir çok zevatı kiram benlikten ve o benliği ifade eden isimden sıyrıldıkları için Aşık Yunus, Derviş Yunus, Miskin Yunus, Yunus Emrem, Yoğurtçu Yunus gibi nice Yunuslarımız vardır ve onların hepsini Yunus Emre zannederler. Ciddi büyük sanatkarlar eserlerine imza atmaya lüzum görmezler. Çünkü üslubu beyan ayniyle insandır. Bunun gibi Türkçe cümle tahlillerine girişildiğinde birinde Çalap birinde Rabbül alemin diyen bir Yunus olmaz. Dolayısıyla Yunus’u da bilmiyoruz.
Peki edebiyat fakülteleri neyle meşgul oluyorlar?
Edebiyat fakülteleri bilmiyorum neyle meşgul oluyorlar.
Bu alanda akademik çalışmalar da pek yapılmıyor galiba…
Tasavvuf mektepte öğrenilmez. Hiç kimse kitap okuyarak yüzme öğrenmez. Suya giren yüzmeyi öğrenir. İhtiyaç var o ayrı mesele. Ama bugün kimse tasavvuf öğrenemez. Tasavvuf tekkede öğrenilir mektepte değil.
Bu anlamdalar tekkeler ve tarikatlar konusunda da bir açılıma ihtiyaç yok mu?
Onu bilmem. Ona siyasiler karışır.
İnsanlar o kadar maneviyattan yoksunlar ki…
Farkındalar mı? Farkında olanlar mutlaka vardır. Çoğunluktan bahsediyorum. “Siz neye layıksanız onunla idare olunursunuz” diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Bunun farkında olan yetmiş milyonun kaçı acaba?
Ama onlar uyutuluyorlar, uyuşturuluyorlar…
Uyuşmasınlar. Açsınlar gözlerini. Uyuşturanlar kabahatli de uyuşturulanlar kabahatli değil mi? Kandıranlar kabahatli de kandırılanlar kabahatli değil mi? Üç günlük dünya hayatı için daha yüksek mevki sahibi olayım, daha çok maaş alayım diye yüksek lisansından doktorasına, yabancı diline kadar emek sarfediyor gençlerimiz, okuyorlar. Ebedi olduğuna inandığımızı iddia ettiğimiz hayat için ne çalışma yapıyoruz acaba? Kocakarı imanından başka bir bilgimiz var mı? Niye öğrenmiyorlar? Kur’an’ın hangi hükmünü yerine getiriyoruz? Yatıp kalkmayı namaz kılmak, aç kalmayı oruç tutmak zanneden bir toplum bu nevi eksikliklerinin ihtiyacını hissedebilir mi? Onun için bu çok ufak bir azınlığın derdidir. Cemiyetin derdi halinde değildir. Cemiyetin derdi haline gelirse olur.
Manevi şahsiyet olarak üç isim etrafında dönülüp durulduğunu söylemiştiniz devam edersek…
Bir diğer isim de siyasete bulaştırıldığı için Hacı Bektaş-ı Veli Efendimiz’dir. Demin üniversite ile ilgili bir sual sordunuz. Ne yazık ki bazı üniversite mensupları bile Alevi-Bektaşi şiirleri diye ikisinin arasına tire koyarak ortaya koyuyorlar. Alevilik bir mezheptir. Bektaşilik ehl-i sünnet bir tarikattir. İkisi de sıvıdır. Zeytinyağı ile su gibidir. Birbirine karışmaz. Ama aynı şekilde yazıyorlar. Federasyonlar, dernekler Alevi-Bektaşi diye geçiyor. Alevilik başka Bektaşilik başka şeydir. Bugün Alevilerde hakim olan görüntü zahirde – batını ayrı meseledir- mesela içki kullanırlar. Ama Hacı Bektaş-i Veli menakıbnamesinde ne yazdığını bilmezler. “Bir kuyuya bir damla şarap damlasa o kuyudan su çekilse toprak sulansa o topraktan ot bitse o ottan koyun yese o koyun kuzulasa o kuzu bizim dergahımıza girmez” diyor Hacı Bektaş-ı Veli efendimiz.
Korkunç bir cehalet sözkonusu…
Gayet tabi korkunç bir cehalet. Zaten başımıza ne geliyorsa cehaletten geliyor.
Bunun önüne geçmek için ne yapılmalı?
İlim, ilim, ilim! Başka bir şey yok. Dolayısıyla Hacı Hünkar Veli Efendimiz siyasete karıştırıldığı için ne yazık ki bazı cahiller de ona dil uzatmaya başladılar. Cahillerin yaptığı yanlış hareketleri ona maletmeye çalışıyorlar. Ve popülaritesinden istifade ile Hz. Mevlana biliniyor. Peki Hz. Mevlana’nın popülaritesi nedir? Evvela 1954’ten beri yapılmakta olan ayinleridir. Hz. Mevlana bu ayininin görülüyor olmasından dolayı merak uyandırmış bir şahsiyettir. İnsanlar dönüyorlar, bir yerde birileri çalıyor, çok estetik bir şey. Kimse iç yüzünü bilmiyor ama.
Siz her sene canlı yayında anlatıyorsunuz…
Kös dinlemiş adama davul çalsan n’olacak? Nefsi yenmek o kadar kolay mı? Senede bir defa tv’den naklen verilen bir programın içeriğindeki sembolik anlamları anlatmak koca bir toplumun yanlışlarını gidermeye yeterli midir? Anlatsam n’olacak anlatmasam n’olacak? Ha, üç beş kişi. O ayrı mesele. Çünkü bir gönül kainata bedeldir. Bir kişi için bile biz her türlü teri dökeriz Efendimiz’in rızasını kazanmak için. Ayrıca batı dünyası da Hz. Mevlana’ya meraklıdır. Neden? Batı dünyasının en göze çarpan eksikliği sevgi noksanıdır. İşte bu sevgi noksanını telafi etmek için sosyal kurumlar kurulmuştur. Hz. Mevlana’da sevgi en yüksek derecede ifade edildiği ve bizatihi yaşandığı için o sevgi noksanını onda gidermeye çalıştıkları için merakları uyanıyor.
Kimi edebiyatçılar tasavvuftan, Mevlana’dan, Mesnevi’den beslendiklerini söyleyerek Mevlana üzerine birtakım eserler kaleme alıyorlar. İnsanlar da bunlara büyük ilgi gösteriyorlar. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğru okuyabiliyorlar mı? Doğru aktarabiliyorlar mı?
Siyasetin ve ticaretin yani menfaatin olduğu yerde ne ilim olur ne sanat olur. Dolayısıyla bugünkü yazılan kitaplar ticari amaçlı kitaplardır. Ne yazık ki dünyanın ölçüsü ve bize de ta ıslahat döneminden beri batıdan gelen bu zihniyet, meseleleri doğru tartamaz hale gelmiştir. Başarı maddi kazançla ölçülür hale gelmiştir. Adam ilmihal bilmiyor
Mesnevi okuyorum ben diyor. Ne anlayacaksın? Bu neye benzer? Biz Türkiye Cumhuriyeti anayasasını okuyarak Türk Hukuk sistemini öğrenebilir miyiz? Avukat mektepten çıktığı zaman dilekçe yazmasını bilmez. Ama Anayasa hukukundan geçmiştir sınıfını. Dilekçenin bir şekil şartı vardır. O şart anayasada yazmaz. Anayasayı okuyup hukuk, anatomi kitabı okuyup tıp öğrenilmezse Kur’an okuyup Müslümanlık öğrenilmez. Kur’anı öğrenmek için evvel tahsil lazım. Keza Mesnevi Şerif-i, Fütuhat-ı Mekkiye’yi, Füsusul Hikem-i okumak için evvel tahsil lazımdır. O evvel tahsil olmadan olmaz, böyle saçmalıklar ortaya çıkar.
Elif Şafak’ın Mevlana’yı anlatan romanı ‘Aşk’tan çokça sözediliyor son günlerde…
Geçen ay Tarık Zafer Tunaya’da konferansım vardı. Orada bu hanımın aşk üzerine olan kitabıyla ilgili olarak gazetede çıkan yarım sayfalık bir yazı vardı. O yazı üzerine bir saat kırk beş dakika konuştum; sadece yanlışlıklarını açıklamak için. O kadar cahilane bir kitap ki. Mesela 1243 yılı Bağdat’ında bir derviş patlıcan soyuyor. Patlıcan Amerika’dan gelmiştir, domates, biber ve patlıcan Amerika’dan gelmiştir. 1243’te Bağdat’ta patlıcan olmaz. Bu kadar maddi bilgisi bile noksansa… Ayrıca mesela kendi şeyhi hakkında ‘uyuşuk’ tabiri kullanan bir derviş düşünülemez bile. Ama bu düşünüyor ve yazmış. 1001 gün çile diyor. Çilenin ne olduğunu bile bilmiyor. Mevlevi çilesi halvetten farklı bir şeydir. Bilmezler, bilmeden yazıyorlar. Ama cehalet ne yazık ki bir başka cahiller topluluğu olan toplumumuz tarafından prim veriliyor.
Ayrıca Hz.Mevlana ve Hz. Şems ilişkisi empoze edilmek ve pompalanmak istendiği gibi değildir. Hz.Mevlana bütün hayatı boyunca çok büyük bir aşk sahibidir ve bu aşkı daima belli bir kişide temerküz ettirmiştir. Bu evvela babasıdır. Babasının göçmesinden sonra babasının halifesi ve kendi şeyhi olan Seyyid Burhaneddin Muhakkiki Tirmizi’dir. Ondan sonra Hazreti Şems’tir. Ondan sonra yani vefat ettikten sonra Selahattin Zerkubi Konevi, O’nun da rıhletinden sonra Çelebi Hüsamettin ve bütün bu arada da daima Sultan Veled. Niçün Seyyid Burhaneddin, Selahattin Zerkub, Çelebi Hüsamettin konuşulmuyor da hep Şems konuşuluyor? Neden? Çünkü Tebrizi lafından dolayı İranlılar pompalıyorlar. Halbuki Tebriz Türkmen memleketidir Acem memleketi değildir. Oralar Türk memleketidir.
İran da Mevlana’nın popülaritesinden yararlanmak istiyor…
Mesnevi Farisi yazıldığı için İranlılar sahip çıkmaya çalışırlar. Halbuki Orta Asya Türkleri Farsça konuşurlar. Yani Hz. Mevlana yabancı dilde bir kitap yazmış değildir, ana dilinde yazmıştır. Hâlâ Merv’de Horasan’da Türkler Farsça konuşurlar. Ama onların konuştuğu Farisî Pehlevi Farsçası değildir. Bunu da bilmiyorlar. Ayrıca İranlılar çok Mesnevi okumazlar. Divan-ı Şems-i Tebrizi namı altında Hz.Pir’in Divan-ı Kebir’ini okurlar. Mahalle kahvelerinde bile birer Divan bulabilirsiniz İran’da.
Biz o kadar çok okumuyoruz Mevlana’yı ama O’ndan esinlenen romanlar yazılıyor, filmler çekiliyor…
Para kazanacağız.
Mevlana filmi senelerdir konuşulduğu halde bir türlü meselenin hakkını verecek bir yapım ortaya çıkmadı. Yapılabilen sinema filmi ve belgeseller de ortada… Neden çekilemiyor Mevlana filmi?
Çağrı filmi 30 senedir seyrediliyor. Hâlâ bir şeyler veriyor. Çok ciddi bir prodüksiyondur. Bir devlet desteğiyle çekilmiştir. Libya Devleti parasını vermiştir. Akad gibi bir ciddi yönetmen tarafından yapılmıştır. Türkiye’de böyle yönetmenler var, böyle oyuncular var, böyle senaristler var böyle para yok zannediyoruz. Hayır, ondan çok daha fazla para var. O işe tahsis edecek gönüllü yok.
Dinle Ney’den bu anlamda…
Pek çok şey söyledim Dinle Ney’den ile ilgili olarak. Hiç birini dinlemediler. Ve Mevlevihane dekorlu bir tarihi film oldu. Hz. Mevlana ile ilgili değil. Perdedeki iki üç tane yazıdan başka Hz. Mevlana ile ilgili hiçbir şey yok. Ve orada çok ciddi teknik yanlışlıklar var. Ona rağmen güzel. Neden? Bu işten o kadar uzak bir toplum halindeyiz ki o kadarcık şeyler bile artık bizi mutlu eder hale geldi. Ucuzluğa alıştırıldık. 1973 Hz. Pir’in 700. Vuslat Yılı münasebetiyle yine UNESCO tarafından Dünya Mevlana Yılı ilan edilmişti. O vesileyle bir film çevrildi. Hz. Mevlana rolünü Cüneyt Gökçer, Hz. Şems rolünü Kerim Avşar oynamıştı. Niye hep ikisi? Niye sultanül ulema yok. Niye Seyyid Burhaneddin yok? Efendim Hz. Şemsi çok seviyordu. Mesnevi Şerif’in ikinci cildini okudunuz mu ki Hz. Hüsameddin’i ne kadar çok sevdiğini bileceksiniz. Niye Çelebi Hüsameddin’den bahsetmiyoruz? Konya Müzesinde Çelebi Hüsameddin Mevlana’nın katibi yazıyor. Bu kadar basit ve ucuz mu? Yazacak başka şey bulamadınız mı? Kaç defa söyledim. Değiştirmiyorlar.
Son günlerde hararetli bir tartışma var; Dünya İslam Günü kutlanmalı mı kutlanmamalı mı şeklinde. Kutlu Doğum Haftası, Dünya İslam günü gibi kutlamalara siz nasıl bakıyorsunuz? Bunlar bir fayda sağlar mı? Oyalayıcı şeyler midir?
Hem fayda sağlar hem oyalar. İslam’la başka tür düşünceleri, kurumları yan yana getirmek, birbirine karşı ya da paralel göstermek benim İslam anlayışıma ters. Kapitalizm ne ki İslam’la aynı teraziye koyayım. Anneler, babalar günü ticari şeyler. O günlerin olduğu zamanlarda daha çok alışveriş yapılır. Peki kandillerde niye yapılmıyor? Niçin gazeteler anneler gününü sürmanşetten veriyor da kandil 18. sayfada iki parmak kalınlığında bir haber oluyor? Ve hâlâ Regaip Kandili Hz. Peygamber’in ana rahmine düştüğü gece… Bu ne cehalet ya! Recep’in ilk haftasından Rebiülevvel’e sayıverin 280 gün oluyor mu? Hz. Peygamber noksan mı doğdu? Ayrıca bir özel hayat nasıl bu kadar ahalinin ağzına sakız olabilir ki? Bahsettiğimiz zevat ebeveyni Rasulullah. Hz. Peygamber hakkında edepsizlik sure-i Hucurat’ın ilk ayetleriyle yasaklanmış ve ibadetlerinizi yok farzederim tehdidiyle ortaya konmuştur.
12 Rebiülevvel önemli bir tarih. Regaip Allah’ın rağbet ettiği bir gece demektir. Ayrıca Berat hakkında hadis var. Nısfi Şaban önemlidir diyor Hz. Peygamber. Nısfi Şaban; Şaban’ın ortası. Peki Miraç? “İsra’ya inanmamak küfürdür, Mirac’a inanmamak küfür değildir. Çünkü ayet yok” diyor. Peki ayette “Hz. Peygamber size ne verdiyse alın, sizi neden çekindirdiyse çekinin yok mu?” “Uydurmadır hadis belki” diyor. Bu kadar müslümanın inancının uydurma olduğu kabul edilebilir mi? Onun için deli olmak kolay saçma bulmak zordur. Bunlar saçma laflardır. Kendi ellerinde neyin hakikat neyin uydurma olduğunu ölçecek bir şablonu olmayanlar Allah’ın kendilerine vermiş olduğu inanma ve yaratıcısını bulma cevherini bir şekilde tatmin ettikleri zaman doğruluğuna yanlışlığına inanmadan o sahtekarın peşinden gidiyorlar. 28 Şubat zamanında memur olduğuna inandığım Ali Kalkancı bu günlerde uyuşturucudan yakalandı. Bunlar bu nevi adamlar. N’oldu arkasına bir sürü adam takan, ortalığı velveleye veren Müslüm Gündüz ve etrafındakiler neredeler? Ama Mevlevilik, Kadirilik, Nakşibendilik, Halvetilik, Şazelilik hâlâ var. Neden? Hak yol da ondan.
GERÇEK HAYAT