Notaların Sultanı
Birkaç Hatırada Notaların Sultanı;
CİNUÇEN TANRIKORUR
Yaklaşık kırk yıl önceydi. Ankara’da öğrencilik yıllarımız. Kızılay’dan Kurtuluş’a doğru giderken Fransız Kültür Merkezi’nde bir ilan; “Cinuçen Tanrıkorur ve Meral Uğurlu Ses ve Saz Resitali”. Birkaç ay önce de Türk Edebiyatı Dergisi’nde kendileriyle yapılan röportajı okumuştuk. Hemen takibe aldık. Programı izlemek nasip oldu. Daha önce radyo programlarında kendilerini saz heyeti içinde dinlemiş pek etkilenmemiştik. Bu defa saz olarak bir tek kendileri vardı. Elindeki ud bazen tambur, bazen gitar, bazen de bağlama oluyordu. O gece bizleri Cinuçen Bey sazlarıyla ve Meral Hanım da sesleriyle mest etmişti. Herhangi bir kayıt yapılmamıştı düzenleyen kurumca. Tek kaset kaydını Osman Yüksel Serdengeçti’nin yeğeni rahmetli Uğur Yüksel Bey yaptı. Daha sonra bu kaydın bir yıl kadar bende kalmasına rağmen kopyasını alamadım. Uğur Bey rahmetli oldu ve bu belge niteliğindeki kayıt da kim bilir ne oldu. Bir kopyasını almadığıma hep yanarım.
Daha sonra yine Fransız Kültür Merkezi’nde İhsan Özgen ve Yalçın Tura ile bir programları olmuştu. Ankara’da olan hiçbir programlarını kaçırmamaya çalışıyorduk. Konser sonrasında tanışıklığımız ilerledi. Bu arada aile meclislerinde de kendilerini dinleme fırsatı doğmuştu. Hep safa meclislerinde karşılaşmamız sebebiyle bendenize “İhvan-ı safâ” lakabını takmışlardı. Benim de hoşuma gitmiyor değildi hani.
Biraz önce dediğimiz gibi udu bazen tanbur, bazen gitar, bazen ud, bazen de bağlama oluyordu. “Günaydınım” derken gitar oluyordu, Tarla Dönüşü’nde ise bağlamanın tınılarını duyar, akşam vakti elinde yabası, tarlasından evine yorgun argın dönen köylü canları görürdünüz.
“Çölde savrulmak için rüzgâr uman kum” misali tevazua sahipti. 1985 yılında üç arkadaşla İstanbul’da vapurla Boğaz turuna katılmıştık. Bir ara tenha bir yer bulup şarkı söylerken Sadi Hoşses’in rast şarkısı “Hicran açmıştır sinede yâre” adlı eserini okumaya çalışıyorduk. Bir de baktık Cinuçen Bey de vapurda ve yan taraftaki aralığa saklanmış bizi dinliyor. Derhal sustuk. O büyük insanın yanında bizim i’rabda mahallimiz dahi yoktu, cümle dışı unsurduk. Ama o tevazuundan biz dört delikanlıyı dinlemeye tahammül gösteriyordu.
“Aşkın odu ciğerimi yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı, çeke geldi, çeke gider.”
derken ilâhî aşkı kastediyordu elbette ama “Ben en büyük aşkımı kırkımdan sonra yaşadım” demişti bir sohbet esnasında. 1982 yılında Bârihuda hanımefendi ile ikinci evliliğini yapmıştı. Mutluluğu bulmuştu. 1985 yılı 17 Aralık akşamında Şeb-i Arus’u evlerinde kutlamıştık. Aşağı Ayrancı’da bodrum kattaki evlerinde yanlış hatırlamıyorsam kendi besteleri olan Beyati-Araban Ayin-i Şerif’i icra etmişlerdi
2000 yılı 28 Haziran tarihinde Urfa’dan Konya’ya doğru giderken Ereğli mevkiinde radyodan acı haberi duyduk. “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci‘ûn”. Aracımızı kenara çektik. Eşimin de Gazi TSM Korosundan hocası sayılırdı. İlk şoku attıktan sonra yolumuza devam ettik. İçimizi yakan bir başka şey de eşimin biyolojik durumu sebebiyle cenazeye katılamayışımızdı. Artık dualarla yetinmek zorunda kaldık.
Kültürümüze batıdan girmiş ve artık yerleşmiş olan şeyleri millileştirmeye çalıştı ve çocuk şarkıları besteledi. Batılının sadece “iyi ki doğdun”dan ibaret olan doğum günü sözüne karşı
“Doğum günün kutlu olsun
Her günün böyle olsun
Sağlık mutluluk içinde
Ömrün neşeyle dolsun”
dua, iyi dilek ve temennilerle dolu Türk Doğum Günü Şarkısını bestelemişti. Dinlemek isteyenler YouTube’da https://youtu.be/v15sz1MdDE8 linki ile Hamide Uysal Hanımefendi’nin güzel yorumuna ulaşabilirler.
Vefatının 22. Sene-i devriyesinde tekrar rahmetle yad ediyoruz.
Nurlar içinde uyu Usta Sanatkâr.