Nefsiyle kavga etmeyen başkalarıyla kavga eder

A+
A-

Nefsiyle kavga etmeyen başkalarıyla kavga eder

Geçtiğimiz hafta içinde gazetelerde bir haber yayınlandı. Haber şöyle:

…… tarikatına mensup grup ile …… cemaati mensupları Umre için gittikleri Mekke’de kavga ettikleri iddia edildi. Kavganın 25 Nisan akşamı, Kabe’ye bir km uzaklıktaki otel önünde gerçekleştiği belirtiliyor. Sözlü sataşmayla başlayan kavga nedeniyle çok sayıda kişinin yaralandığı, yaralıların hastaneye kaldırıldıkları açıklandı.

Haberi okuyunca önce hafif tebessüm ettim sonra güldüm. Daha sonra da ağlamamak için kendimi zor tuttum. Yunus’un sözleri geldi aklıma:

Dervişlik olaydı taç ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka.

Ne kadar da güzel tarif etmiş hazret. Düşünsenize, kendisini manevi terbiye altına aldığını iddia edecek kıyafetler giyen ve derviş olduklarını söyleyen bir güruh, muzır haşerata dokunmanın bile yasak olduğu bir zamanda ve bir yerde, Allah’ın evinde, Allah’ın huzurunda ve ondan habersiz, O yokmuş gibi davranan bir derviş zümresi. Onlara verilecek en büyük ceza bir an önce o topraklardan çıkarılması, sonra o kıyafetleri giymelerinin yasaklanması. Tövbe edip nedamet getirmeden de giymelerine bir daha müsaade edilmemesi. Bu cezanın da bizzat şeyhleri tarafından verilmesi.

Aklıma gelen bir anekdotu sizinle paylaşayım. Ayhan Songar’ı bilirsiniz, devrinin meşhur psikiyatristlerinden idi.

Muayehanesindedir, hastalarını sırasıyla çağırır. İçeri kasketini koltuğunun altına almış, ellerini önünde birbirine kavuşturmuş, gayet saygılı, bir o kadar da mahçup bir vaziyette görünüşünden garip ve fakir olduğu belli bir hasta doktorun önüne gelmiş. Adını sormuş:

– Adın nedir senin evlat?
– Hasan efendim.
– Soyadın yok mu?
– Var efendim. Kavgalı, Hasan Kavgalı.

Hastanın bu hali hocanın hoşuna gitmiş ve biraz takılmak istemiş.

– Evladım kimle kavgalısın?
– Ah efendim, kiminle olacak, nefsimle.

Hoca bu cevap karşısında beklemediği andan beklemediği yerine yumruk yemiş boksör gibi sendelemiş ve kendinden geçmiş. Adamın haline, etvarına ve kâline hayran olmuş.

Bir tarafta Allah’ın huzurunda, en kutsal mekanda, nefislerin gömlek gibi çıkarılarak girilmesi ve gidilmesi gereken bir yerde sarık ve takkesiyle derviş kıyafeti giyip tüm benlikleriyle adeta gövde gösterisi yaparak horoz gibi gezinen kendini derviş olarak görüp ama dervişliğin ne olduğunu sindirememiş bir grup bir tarafta, sureti fakir, mahçup ve mahzun, sireti ise müstağni, mesrur, mutmain bir adam.

Maksadımızı Hoca fıkrası ile ifadeye çalışayım.

Hoca, bir gün dik başlı bir katıra binmiş; hayvan alabildiğine hızlı gidermiş. Hoca, katırı zaptetmeğe çok çalışmış, fakat muvaffak olamamış. Katır dörtnala giderken tanıdıklarından biri Hoca’ya bağırmış:

– Hocam, nereye böyle?
– Katırın istediği yere!

Dervişlik nefis katırını ıslah etmekle başlar. Katırın istediği yere değil, katırı istediğimiz yere götürmektir maarifet. Sözlerimi Yunus’un sözleriyle tamamlayalım:

Dervişlik dedikleri
Hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen
Hırkaya muhtaç değil
Allah bizleri ıslah etsin.

ETİKETLER: