NASUH TÖVBESİ
NASUH TÖVBESİ
Rabb-i Teâlâ’mız, Kur’an-ı Kerîm’de “Ancak tövbe edenler, kendilerini düzeltenler ve gerçeği açıkça ifade edenler bunun dışındadır. İşte bunların tövbesini kabul edeceğim. Doğrusu ben tövbeleri kabul eden ve rahmeti bol olanım.”[1] diyerek tövbenin önemine vurgu yapmaktadır. Ayetteki ‘Kendilerini düzeltenler’ ibaresi dikkat çekicidir. Mesnevî-i Şerifte Hz. Mevlanâ(K.S.) bir hikâye anlatır Tevbe-i Nasuh… “Nasuh Tövbesi” anlamındadır. Bu kelime, Arapça mübâlağalı ism-i fâildir. Yapılan işte aşırılık bildirir. “Çok fazla nasihat eden” manasına sokar kelimeyi. Bu öyle bir tövbedir ki etrafa nasihat verme derecesindedir. Mesnevî-i Şerîf’teki hikâye ise Nasûh isminde birinin başından geçmektedir. Nasuh kimdir, olay nedir hikâyeye bakarak bir şeyler çıkaralım.
“Eski zamanlarda Nasuh adında bir tellak vardı. Mesleği nedeniyle kadınları kolayca elde eder, baştan çıkarırdı. Nasuh’un yüzünde hiç sakal yoktu. Bu sebeple erkek olduğu belli olmaz ve kendini rahatlıkla gizlerdi. Yıllarca tellaklık etmesine rağmen kimse onun erkek olduğunun fark etmedi. Nasuh’un sadece yüzü kadınsı değil, sesi de kadın sesi gibiydi. Hep kadın kıyafeti giyerdi, kadın mı erkek mi kimse onu fark edemezdi. Bu yüzden rahatça hamamda çalışır, oraya gelen hanımları genç kızları rahatça keseler, ovar, yıkardı.
Zamanla Nasuh yaptığı işten pişman oldu, tövbe etti ama tövbesini tutamadı. Birçok kez tövbesini bozdu. Sonunda “Allah dostlarının duası kabul olur” diyerek bir Allah dostuna gitti:
-Bana dua et! dedi, ona sığındı.
O Allah(C.C.) dostu ârif kişi Nasuh’un sırrını anladı. Ârif kişilerde de Allah’ın Halîm sıfatı vardır. Etraflarına hilm ile muamele ederler. Bu sebeple Arif kişi o sırrı açığa vurmadı ve Nasuh’a dua etti:
-Ey içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden Allah(C.C.) seni kurtarsın. dedi.
O dua, Allah’a ulaştı ve duası kabul edildi. Yüceler yücesi Allah(C.C.), onu bu kötü işten, bu günahtan kurtarmak için bir sebep yarattı.
Günlerden bir gün padişahın kızı hamama geldi ve yıkanmaya başladı. Kız yıkanırken küpesindeki incilerden biri kayboldu. Sultanın hizmetçileri ve herkes inciyi aramaya başladı ama bir şey bulamadılar. Kimse dışarı çıkmasın diye önce hamamın kapısını örttüler, inciyi bir türlü bulamadılar. Bu defa herkesin ağzının içine varana kadar her yerlerini aramaya başladılar.
-İhtiyar genç, herkes anadan doğma soyunsun, üryan olsun. diye bağırdılar.
Nasuh çok korktu, şimdi erkek olduğu ortaya çıkacaktı. Bir kenara çekildi, rengi sapsarı oldu… Dudakları tir tir titriyordu. Azrâil’i görür gibiydi. Kendi kendine:
-Yarabbi, sayısız tövbe ettim, yapmayacağıma dair sözler verdim ama bir türlü tövbemi tutamadım. Ben kötü bir insanım, bana layık olanları yaptım. Sonunda da işte başıma bunlar geldi çattı. Arama sırası bana gelirse vah bana! Kim bilir daha neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim? Ciğerime yüzlerce kor ateşler düştü. Yüreğimdeki yangına bak. Böyle bir kaderi, böyle bir gamı, hiçbir insana verme. Senin acımana sığındım, kurtar beni, kurtar beni! Keşke anam beni doğurmasaydı ya da beni bir aslan parçalasaydı.
Allah’ım sana düşeni yap. Vaktim daraldı, hemen feryadıma yetiş, beni koru. Bu sefer de beni koru, suçumu ört ne olur? Her türlü yapılmayacak işlerden, günahlardan tövbe ettim. Bu sefer de tövbemi kabul et. Sözümde durmak için ömrüm boyunca gayrette olacağım. Bir daha günah işlersem artık duamı kabul etme ve sözümü dinleme.
Hem böyle söylenip titremede, hem yağmur gibi gözyaşları dökmede, hem de cellatların ellerine düştüm diye içten içe ağlayıp feryat etmekteydi. ‘Düşmanlarım bile bu duruma düşmesin!’ diyordu. Azrail’i gözünün önünde görüyordu. “Ya Rabbi, Ya Rabbi” diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar da onunla beraber ‘Ya Rabbi’ demeye başladı.
Herkes arandıktan sonra:
-Hadi bakalım Nasuh, herkesi aradık, şimdi sıra sende. Gel seni de arayalım. dediler. Tam bu esnada:
-İnci bulundu. diye bir ses geldi. Nasuh’u aramaktan vazgeçtiler, böylece Nasuh da rezil olmaktan, ölmekten kurtulmuştu. Herkeste sevinç vardı. Ortalık sakinleşince Nasuh’u çağırdılar:
-Ey güzel tellak, padişahın kızı seni çağırıyor gel onu kesele, yıka ve ov! dediler. Nasuh akıllanmıştı reddetti. Hamamı terk edip gitti. Bir daha da tövbesini bozmadı…
İşte “Tevbe-i Nasuh” ya da “Nasuh Tevbesi” deyimi de bu hikâyeden kalmıştır. Bu hikâye daha önce hiçbir yerde anlatılmamıştır. Hz. Mevlânâ(K.S.) olayı müşahhaslaştırmak için bunu yazmıştır.
Tövbe, insan olmak bakımından kişinin kendisinden ortaya çıkan günahlardan, gönülden gelen bir arzuyla pişmanlık duyması ve bir daha o günahı işlememek üzere ciddi bir şekilde dönmesiyle olur. Bu şartlar göz önünde bulundurularak ettiğimiz tövbenin Allah’ın bize merhametinden dolayı kabul edileceğine ümidimiz vardır.
İslam âlimleri ayet ve hadislere dayanarak şöyle demişlerdir: “Cenâb-ı Hak affedici ve bağışlayıcıdır. Küçük günahları ve tövbeden sonra da büyük günahları affeder. Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir” hadis-i şerifine göre, bazı kimselere tövbeden önce de bağışlanmak nasip olur. Bununla beraber bize lazım ve kulluğa layık olan vaktinden önce tövbe etmektir.
Cenab-ı Hak tövbe edenleri dostlarından saymış ve Kur’ân-ı Kerîm’inde birçok yerde onlardan bahsetmiştir:
“İnna’llâhe yuhibbu’t-tevvâbîne ve yuhibbu’l-mutetahhirîn: Şüphesiz ki Allah, tövbe edenleri ve güzelce temizlenenleri sever.”[2]
Bir ayette de tövbe için şöyle buyurulmaktadır: “Ve-innî legaffârun limen tâbe ve âmene ve ‘amile sâlihan sümme’htedâ: Şübhesiz ki ben, tevbe eden ve îmân edip sâlih amel işleyen, sonra da hidâyette (sebât edip, sabırlı) olan kimseye karşı elbette çok mağfiret ediciyim.”[3] Peygamber-i âlî-şân Efendimiz de (S.A.V.) “Bir günahtan tövbe eden kişi onu hiç yapmamış gibi olur.” buyurmuşlardır. Hikâyemize konu olan ayet-i kerime ise Tahrim Suresi 8. ayetidir:
“Yâ eyyuhe’llezîne âmenû tûbû ila’llâhi tevbeten nasûha. ‘Asâ rabbukum en yukeffira ‘ankum seyyi-âtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâ’l-enhâru yevme lâ yuhzi’llâhu’n-nebiyye velleżîne âmenû me’ahü nûruhum yes‘â beyne eydîhim ve bi-eymânihim yekulûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ va’ğfir lenâ. inneke ‘alâ kulli şey’in kadîr.”[4]
Âyetimizin kelime kelime anlamına bakarsak;
“Ya eyyuhe’llezine âmenû: Ey iman edenler!
Tûbû ilallâhi: Allah’a tövbe edin
Tevbeten nasûha: (Başkalarına örnek olacak kadar) İçtenlikle ve kararlılık içinde.
‘Asâ rabbukum: Umulur ki rabbiniz
En yukeffire ‘ankum, seyyiâtikum: sizin kötülüklerinizi örter
Ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihe’l-enhâr: ve sizi altından ırmaklar akan cennetlerine koyar
Yevme: O gün
Lâ yuhzillâhu: Allah utandırmaz
Nebiyye ve’llezine amenû me‘ah: peygamberi ve onunla aynı imanı paylaşanları
Nûruhum: Onların nuru
Yes‘â beyne eydihim ve bi eymânihim: önlerinde ve sağ yanlarında ilerleyerek yollarını aydınlatırken
Yekûlune: şöyle derler
Rabbenâ: Rabbimiz!
Etmim lenâ: Arttır eksiltme
Nûrenâ: Nurumuzu
Vağfir lenâ: ve bizi bağışla
İnneke ‘alâ kulli şey’in kadîr: Şüphesiz senin her şeye gücün yeter
Bu âyette yapılması istenen tövbenin nasıllığıyla ilgili olarak kullanılan nasûh kelimesinin âyetteki ifadesi, tövbenin tam mânâsıyla pişman olmak ve bir daha pişman olduğu o işe dönmeme azmini içermesi gerektiğinden bahseder. Kelimenin bu sözlük anlamları ve tövbede aranan şartlar dikkate alınarak bu kelime “(başkalarına örnek teşkil edecek kadar) içtenlikle ve kararlılık içinde” diye çevrilir. Böyle bir içtenlik ve kararlılıkla yapılan tövbeye de İslâmî kaynaklarda tevbe-i nasûh denilmiştir.
Edebiyatımızda Kadı Burhaneddin
“Ben tevbeyi kıldum ki ayruh dahı kılmayam
Var ümîdüm Allâh’a bu tevbe nasûh ola”[5]
“Ben bir daha işlememek üzere günahıma tövbe ettim.
Bu tövbemin Allah’a samimi gelmesine dair ümidim var.”
diye Nasuh Tövbesine temas eder.
Seyyid Mîr Hamza Nigârî ise
“Tut dâmen-i ehl-i dili tevbe-i nasûh it
İhlâs ile tâ çekmeyesin dâg-ı nedâmet”[6]
“Gönül ehlinin eteğine yapış ve samimiyetle tevbe-i nasûh et ki pişmanlık derdi çekmeyesin.”
diyerek, Tövbe-i Nasuh’un bir gönül erinin eteğine yapışılarak yapılması gerektiğini bize hatırlatır.
İsmail Hakkı Bursevî’nin(K.S.) Ruhu’l-Beyân’ı dışındaki tefsirlerde Nasûh’un bir tövbekârın ismi olduğu şeklindeki rivâyetlere yer verilmediğini biliyoruz. Ruhu’l-Beyân’da da Hz. Mevlânâ’nın(K.S.) Mesnevî’sinde geçen ve bizim de özetleyerek aktardığımız hikâyeye işaret edilmektedir.
Peygamber-i Güzîn Efendimiz(S.A.V.), bir gün tövbeden bahsedince, Nasuh Tövbesinin ne olduğunu soran Hz. Muaz bin Cebel’e(R.A.) buyurdu ki:
“Tevbe-i Nasuh, işlenen günahtan pişman olmak, Allahü Teâlâ’dan mağfiret dilemek, bir daha öyle bir günah işlememek demektir.”
Tekrar hikâyemize dönersek Nasuh Tövbesi etmek için Nigârî’nin de dediği gibi ulu gönüllü birinden yardım istemek gerekiyor. Nasuh da öyle yapmıştı. Bir pir eteğin tutarak Allah’tan yardım istiyor. Bu hareketinden dolayı da Allahü Zülcelâl, Nasuh’un tövbe etmesi için bir vesile yaratıyor. Sonuçta Nasuh tövbe ediyor. Burada tövbenin de bir kaç yönü dikkatimizden kaçmıyor:
- Nasuh yaptığı işin kötülüğünü görerek pişman olmuştur.
- Bir ulu gönüllüden destek ister.
- Bu işi bir daha işlememeye karar ve söz verir.
- Hemen Allah’tan af ve mağfiret diler.
- İnci bulunduktan sonra padişahın kızını yıkamak için kendisini çağırırlar ama o, günahı terk ettiği için kabul etmez.
- Son olarak da günaha sevk eden çevreyi terk edip çıkar ve bir daha dönmemek üzere hamamı terk eder.
Buna göre Tövbe-i Nasuh’un şartlarını sıralarsak:
- Pişman olmak
- Bir daha işlememeye karar ve söz vermek
- Allah’tan af ve mağfiret dilemek
- Günahı terk etmek
- Günaha sevk eden arkadaşları ve çevreyi terk etmek
Allah’ım cümlemizin tövbesini Nasuh Tövbesi etsin diyoruz vesselam.
[1] Kur’ân: Bakara, 2/160.
[2] Kur’ân: Bakara 2/222.
[3] Kur’ân: Taha 20/82.
[4] Kur’ân: Tahrim 66/8.
[5] Muharrem Ergin, Kadı Burhaneddin Divanı, İstanbul 1980, 956. Gazel, 5. beyit, s. 371.
[6] Nigârî, Dîvân, Haz. Prof. Dr. Azmi Bilgin, 2011 g. 89. gazel, 8. beyit, s. 68.