“Nasıl Arınırım?” yada Azaptan Çıkış!

A+
A-

“Nasıl Arınırım?” yada Azaptan Çıkış!

Merhaba Can Dostum,

     Merhaba Azizim,

           Merhaba Yâr-i Ğârim;

Selam olsun Alemlerin Efendisine,

           Salat olsun Ona, Âline ve Ehl-i Beytine…

Selam olsun Ehline, Ehlullaha…

        Selam olsun Allah Dostlarına…

                Selam olsun Dostun dostlarına…

                          Selam olsun Dost yolundan, Dosta yürüyenlere…

Epeydir mektuplaşamadık seninle. Hatırlarsın, en son MAĞARALARa uğramıştık… Sonra da Rasülün hakikatini içimizde sezmek üzere ÜVEYS EL KARNÎ (ks) dan himmet istemiş, onun yaşamını ve onunla ilgili hadisleri okumaya çalışarak RASÜLULLAHI GÖNÜLDE BULMAK üzere tefekkür denizine açılmıştık.

Dün aradığında, daha sen söze başlamadan içini sıkan şeyi hissettim biliyor musun?.. Sen söze girmeden benim de göğsüm sıkıştı çünkü. “Kalpler kalpleri, beyinler beyinleri, gönüller gönülleri duyar” derler. Yanlış azizim, yanlış. Her kalp duyamaz diğerini…

Sadece Dosta bağlı, sadece Dosta âşık, sadece Dosta yönelen kalpler duyar birbirini… “Muhammed Mustafa (sav)” deyince içinde bir şeyler kıpırdayanlar, “Allah” deyince nefesi sıkışanlar duyar birbirini…

Demek, sıkıntın var, öyle mi? Demek, çözemediklerin, OKUyamadıkların var?!..

Hangimizin yok ki!?.. Bu âlemde, kevn- i mekânı bütünüyle bir tek Muhammed’imiz okudu. Onun gayrısı, senin benim gibi acizlerin çözemedikleri de, okuyamadıkları da, anlayamadıkları da olacak her daim… Yanacağız, anlayamadığımız için… Daralacağız, genişliği göremediğimiz için… Sıkılacağız, açılımlar yapamadığımız için…

Bunalmışsın biraz, sesinden belliydi. Seni dün telefonda kısa cümlelerle geçiştirdiğim için özür dilerim. İstedim ki yazıya dökülsün söyleyeceklerim. İstedim ki; bana kolaylaşanla; kalemle sana hitap edeyim. Bağışla lütfen…

“Nasıl arınırım?”, dedin ya heyecanla… İnan, bu pek çoğumuzun derdi Sultanım!

Biz senelerce Kur’an’ı, Hadisi, Evliya Kıssalarını okuduk geçtik işte. Hem elinde hazine anahtarları olan, hem de aç sefil gezen bekçiye benziyorduk bu halimizle. Kilitleri açamadık bir türlü. Yandık durduk, serin rüzgarlarda!.. Susuzduk, yağmurlar altında! Aç kaldık, dev kilerlerinde mutfakların!…

Nasıl arınırız, çözemedik uzun süre. Bilmem, benim anlayabildiklerim ne kadar işine yarar?.. Madem sordun, madem fakiri muhatap aldın, madem Hakkın sesini buradan duymak istedin, görev bildim Azizim… Kabıma dökülen kadarı ile aktarmaya çalışacağım…

Cancağızım;

Arınma talebi varsa, bil ki kirlenmişlik vardır!… “Yanıyorum” diyorsak, gör ki ateş vardır!.. “Çıkamadım bir türlü” sızlanışındaysak, anla ki düşmüşüzdür kuyularına nefsaniyetin!

“Neden yanıyorsun, neden göremedin?” ukalalığını yapmayacağım sana. Onun için lütfen

rahat ol. Sadece, daralma, bunalma getiren hayat sahnelerinde nasıl bir yöntemle ferahlanır, onu paylaşacağım. Umarım, Rabbim bunu anlaşılır biçimde yazmayı bana nasip eder…

Ruhum;

Biliyorsun ben HAYATIN İÇİNDEN ve MİSALLERLE ve de YAŞANABİLİR BİR TASAVVUF tan yanayım… Kavram edebiyatı, bilgi cambazlığı ve felsefe hiç sarmadı beni… Onun için bu arınma yöntemini de yaşanmış bir misalle anlatacağım izninle.

İdraki yüksek bir dostumuz; yaşadığı sıkıntılı bir sahne karşısında öğrendiklerini aşama aşama olaya uygulamış ve çok güzel netice almış. Ondan izin istedim, “İsim ve yer bildirmeden anlatabilirsiniz” dediği için, oldukça anlamlı gelen bu yönteme dair onun açıklamalarını aynıyla, noktasına virgülüne dokunmadan seninle paylaşmak istiyorum. Dostumuz yaşadığı idraki oldukça hoş bir üslupla kaleme almış. Yine onun izni ile ben de ufak rötuşlar, üslup güzellemeleri yaptım aslını bozmadan. İşte “Nasıl Arınırım?” sorusuna örnek bir cevap ve işte Azaptan Çıkışa dair mütevazı bir deneyim:

………

Geçenlerde işyerimde önüme gelen bir sahne, daha doğrusu zincirleme sahneler epeyce yaktı beni. Benliğim ezik ezik eziliyor, ruhum ayaklar altında çiğneniyordu sanki. Kişiliğime, kimliğime ha bire kurşun sıkılıyordu. Hani sıkan da kelli felli biri olsa gam yemem, tecrübeme göre daha dünkü çocuk bile değil… (Gördünüz mü bendeki egoyu, bakın neler diyor, nasıl üstten bakıyorum insanlara!…)

Düşündün, düşündüm, çıkamadım. Akşam eve vardığımda bir odaya çekildim. Allah Sisteminin işleyişine dair bildiğim temel ilkeleri serdim gözlerimin önüne ve başladım OKUmaya…

1-      KADER VE MUTLAK İRADE ÖNÜNDE KAÇINILMAZLIK: Kim, her ne yaşarsa yaşasın, takdirin açığa çıkışıydı hepsi. Mutlak irade önünde saman çöpü dahi değildik. O halde, ilk bilgiyle bir miktar ferahlıyor azabım. Bu benim “kaderim”di ve “mutlaka yaşanacağı için” yaşıyordum. Bundan başka olması da düşünülemezdi.

Yaşanmış bir olayı değerlendirirken böyle bakmamız şart. Yaşanacaklarda belki fikir jimnastiği yapar, tefekkür ederiz ama, yaşanmışsa, niye-neden sorularını sormadan önce; kader ve mutlak iradeye teslim olduğumuzu hiç unutmayalım…Bunu fark etmek, biraz nefes aldırdı bana… Demek, “acı” dediğim sahne “kaderim”di…

2-      BENDEN BANA: “Allah tasarrufu beyinlerden açığa çıkar”mış. “Her beyin, kendi evrenini oluşturur”muş fıtratımızın açığa çıkışı için… Hepimiz, etraf ve çevre dediklerimizi, sevgi ve ilgilerimizle çeker, nefret ve kırıklıklarımızla iter ya da gerermişiz. Ehli, ne güzel okumuş Sünnetullahı: YAŞAM; SENDEN AÇIĞA ÇIKANLARIN SÜREKLİ BİÇİMDE SANA DÖNÜŞÜNDEN İBARETTİR!”  (AH)

“Başkasından”, dememiş Ehli, “SENDEN açığa çıkanların sana dönüşü” demiş!!..   Farkında mısınız, çoğu kez bu ana noktayı kaçırdığımız için azap çekeriz. Başkalarını, ötekileri suçlar da topu taca atarız!.. Biz hiçbir şey yapmamışızdır. Hep başkaları bize yanlış yapmış, bizi anlamamış, yanlış anlamış, hatta haset etmişlerdir öyle mi?… Fosssss!…. Bu ana ilke ile hepsi birden çöktü…

Meğer “Başkaları” yokmuş! Kendi kader programımı kendimden kendime yaşar da kendi çevremi kendi fıtratımla oluştururmuşum!.. ( Sen beni biraz Allah’a kafa tutar, ileri gider bulmuşsan, dur, rahat ol sözümü düzelteyim, “Biz oluşturmayız, Allah oluşturur” da derim. Hatırın kalmasın!.. Ama Allah adıyla işaret edileni Tanrı sayıp topu taca değil de bu defa tanrıya atarsan, bil ki bitmez azabın!!! Bunu iyi düşün olur mu, topu tanrıya da atma!)

İşyerimde bana azap edenler, deyip yanıyordum öyle mi?.. Yazık bana. Meğer onların hepsi benmişim!… Bana kimse bir şey yapmamış, ben kendi kendime ediyormuşum…

“Benim programımda olmayan benim önüme gelmeyeceğine” göre, “onlar” dediklerim de benmişim…  Bunu anlamakla biraz daha rahatladım ama azabım tam bitmedi.

3-      ELLERİNİZLE YAPTIKLARINIZIN SONUÇLARINI YAŞARSINIZ. ALLAH KİMSEYE ZULMETMEZ. İNSANLAR KENDİ KENDİLERİNE ZULMEDERLER… Bu mealde ayetleri biliyorsun. Kendi kendimize ediyormuşuz bizler meğer.

 İyi ama ben kimseye bir şey yapmadım ki!…

İç sesim devreye giriyor ve “ACELE ETME, DUR DÜŞÜN HELE” diyor… Düşünüyorum. Yaptım mı yoksa?.. Farkında olmadan kullardan aahh almış olabilir miyim?.. Yok canııımmm, karıncayı incitmekten bile kaçındım, kimi incitmiş olabilirim ki?…

Gerilere, on beş yirmi yıl öncesine gidiyorum. Giderken yaşadığım bu acı sahneyi de götürüyorum yanımda. Çünkü “Yaptıklarımız; benzer sahnelerle gelir önümüze…”

Şimdi bana azap ediliyor, dediğim şekilde ben başkalarına azap ettim mi acaba?.. Dur bakıyım…

Bizim iş yeri. 27 yaşında genç bir idareciyim. Yanımda orta yaşlı, tecrübeli yardımcılar… İdareciler kendilerinden yaşlı ve tecrübeli kimseleri yanlarında hiç sevmezler. Ben de öyle miydim?.. Yok beeee… Hep sohbet eder, çay içerdik onlarla…

      İç sesim, “DÜRÜST OL” diyor… Çay içerdim ama içimden onlara hep “NE YAŞLI KURTTUR BUNLAR, AÇIK VERİRSEM ÇİĞ ÇİĞ YERLER BENİ” derdim… Evet evet diyordum bunu… Onun için de hiç yüz vermez, onlarla istişare etmez, bana yakın bulduğum daha genç ve az tecrübeli birileriyle işleri yürütürdüm… Demek “Ellerimle yaptığımın sonucu” bu sahne… 15 sene sonra gelse de.

Şimdi ben orta yaşlıyım ve genç bir amir benimle değil de, daha genç, kendine yakın, toy biriyle işleri yürütüyor… Bakar mısın, Allah’ın adaletine!..

Egom yerlerde sürünüyor. Ne suçlayacak insan kaldıııııııııı, ne öteye atacak bahane… Demek ben ettiğimi buluyorum, haaa!… Yıkıldım şimdi… İçim gene çok acıyor…

“Oysa ne iyiliklerim oldu herkese…” “Bunu Allah görmeyiverse, siliverse olmaz mıydı?..” “Hem zulmedenlerin hepsi bedel ödüyor mu ki, bak sokaklara, zalimler kol geziyor…” “Niye bana bu?..” (Kendine gel diyor iç sesim, gene dışarı çıktın, içeri gir, sende kal, sana ne dışarıdannnnn sana neeeeee!!!)

4-      CEHENNEM RAHMETTİR: “Zalimler için yaşasın Cehennem” demiş 313 lerden büyük veli Bediüzzaman (ks) Hazretleri… İlk gençlik yıllarımda üniversite önü mitinglerde haykırırdık bu cümleyi… Şimdi daha farklı düşünüyorum…

15 sene önce yaptıklarım bugün çıkıyor öyle mi?.. Ya ahirete kalsaydı?.. İyi ki şimdi çıkıyor. “Cehennemin rahmet oluşu” buymuş demek… Yanmam rahmetmiş… Zalimler için yaşasın cehennem, diyorum ben de… Üniversite önünde ÖTEKİLERE haykırır gibi değil, kendi zulümlerim için, kendime diyorum…

5-      VE YÜZLEŞME!… Yüzleşiyorum kendimle… Programımı yaşamışım… “Benden bana işliyormuş benim programım…” Ellerimle yaptıklarımın bedelini ödüyormuşum… Ve iyi ki ödüyormuşum, rahmetmiş cehennem…

Çok rahatladım şimdi. Yüzleştim kendimle… Fark etmediğim bir urumu, bilmediğim bir habis kitleyi fark etmiş gibi rahatladım. Sistem ameliyat ediyor beni bu acı sahne ile…

Ve o habis ur çıkıp gidiyor içimden! “Zulmediyor” dediklerime kızamıyorum. Kimseye kızacak halim kalmadı… Hem niye kızayım ki?. “Bana zulmedenler” dediklerim meğerse BENLİKTEN ARINMA AMELİYATIMIN GÖNÜLLÜ OPERATÖRLERİ imiş!… Şükran borçluyum onlara…

6-      VE İSTİĞFAR VE BERAAT!! “Kaderim” dedim teslim oldum… Benden bana işleyişi   gördüm… Ellerimle yaptıklarımın neticesini fark ettim… Ve seriul hisabla, zul intikamla yüzleştim… Ve şimdi, evet şimdi istiğfar etmeliyim… Arınmalıyım bu yükten… Ne acısı, ne hüznü, ne pişmanlığı kalmamalı!…

“Allah affetsin” derler eskiler… Son dönem düşünürlerden birine sormuştum, “Ötede bir yapı değilse Allah, onun affı ne demek?.. Ben nasıl anlarım affedildiğimi yada edilmediğimi?..”

Şöyle cevap vermişti: SÜNNETULLAHI OKUYARAK NE YAŞADIĞINI ÇÖZMÜŞ VE DE KENDİNLE YÜZLEMİŞSEN, BİR ADIM ÖTEYE GEÇMELİ KENDİNİ AFFETMELİSİN ARTIK…

–          İyi de kendimi affetmeye tamam da ya Allah’ın affı?…

EGONA PRİM VERMEDEN BU AŞAMALARI GEÇEREK KENDİNLE YÜZLEŞMİŞSEN, O OLAYI “OLMASI GEREKEN OLDU “DER GEÇERSİN, İŞTE BU SENİN KENDİNİ AFFETMENDİR!….

–          Ya ben Allah’ın affını soruyorum…

– HASBUNALLAAAAHHH!… SENIN KENDINI AFFIN; ALLAH’IN AFFINDAN GAYRI MI Kİ?…!!!!

Son cümlede bombalar patlatıyor zihnimde… Kaldıramıyorum önceleri… Ama tek şey dökülüyor dilimden: AMENNA VE SADDAKNAAA!….

* * *

Evet Nurum;

Biraz uzadı ama sanıyorum dostumuzun kendisiyle yüzleşmesi ve takip ettiği yöntem oldukça işine yarayacak. Bu ilkeleri, sana acı veren olaylarda, hakikatini okuyamadığın sahnelerde çekinmeden, nefsine prim vermeden uygula, olur mu?…

Aklına gelen soruyu da biliyorum.

“Dostunuz bu arınmayı kendi içinde yapmış, gönlü rahatlamış ama dış dünyasında bir şeyler  değişmiş mi bari ?” diye soracaksın değil mi?

Merak etme ben onu da sordum kendisine. Yalnız önce beynimizin çalışma sistematiğine dair şu gerçeği sana hatırlatmak isterim: “BEYİN İÇİN İÇ VE DIŞ KAVRAMLARI YOKTUR!”

Bu sana bir şeyler fısıldıyor mu?… Cesur ol Azizim. Söyleyemediğini ben söyleyeyim; İÇ DÜNYASI DEĞİŞENİN DIŞ DÜNYASI DA DEĞİŞİR! Yada bir başka söyleyişle; İÇ DÜNYASINI DEĞİŞTİREN, DIŞ DÜNYASINI DA DEĞİŞTİRİR diyorum.

Hala soruna cevap istiyor musun? Söyleyeyim:

Kendisine zulmettiğini düşündüğü genç mesai arkadaşı; bu tefekkürün ve istiğfarın yapılmasını takip eden birkaç gün içinde dostumuza gelerek; “HAKKINI HELAL ET. CAHİLLİĞİME VER, BİZ KARDEŞİZ DEĞİL Mİ?” diyerek gönül almış. Şimdilerde sıkı dost olmuşlar!

***

Ha unutmadan, bu çalışma işine yarar da birine teşekkür etmek dilersen bana değil, EVRENİN EN MUHTEŞEM GÖNLÜ MUHAMMED MUSTAFA’MIZA (sav) BOL SALAVAT OKU… Bir de ilmine kurban olduğum Ehlinin ruhaniyetine 3 İhlas 1 Fatiha lütfen…

Bir başka gönül mektubunda buluşmak ümidiyle…

Kal sağlıcakla…