Mustafa Itrî Efendi, Buhûrîzâde

A+
A-

Mustafa Itrî Efendi, Buhûrîzâde (ö. 1123/1711-1712)

(Bestekâr, Hattat, Şair)

TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA

Itrî’nin asıl adı Mustafa olup Suphi Ezgi’ye göre tahminen 1040/1630-1631, Rauf Yektâ Bey ve Yılmaz Öztuna’ya göre 1050/1640-1641, S. Nüzhet Ergun’a göre ise 1040-1050/1630-1640 arası bir tarihte, Mevlânâkapı civarında Yayla/ Yaylak veya günümüzde Şehremini olarak bilinen semtte dünyaya gelmiş­tir. Başta Sultan IV. Mehmed, olmak üzere birçok pâdişâhın devrini idrâk eden Mustafa Itrî Efendi, daha ziyâde şiirlerinde kullandığı “Itrî” mahlası ve “Buhûrîzâde” lakabı220 ile tanınmıştır.221

IV. Mehmed döneminde sarayda mûsiki hocası ve hânende olarak görev ya­pan ve hükümdarın kendisini sık sık saraya davet ederek bestelediği eser­lerini bizzat kendisinden dinlediği, sarayda icrâ edilen küme fasıllarına da hânende olarak katıldığı bilinen Itrî, sarayda dâimâ büyük itibar görmüş, Şeyhî’nin ifadesiyle “bî-nihâye ihsân u atâya nâil” olmuş, elli yaşlarında iken saraydan kendi arzusuyla ve esirciler kethüdâlığı ile görevlendirilmek sûretiyle çerağ edilmiş ve hayatının sonuna kadar müreffeh bir şekilde yaşa­mıştır. Kaynaklarda onun bu görevi, esirler arasındaki kabiliyetli gençleri be­lirleyip yetiştirmek, geldikleri ülkelerin mûsikileri hakkında bilgi edinmek amacıyla istediği belirtilmektedir.222

Yılmaz Öztuna’nın kaydettiğine göre eğitim hayatı net bir şekilde bilinme­mekle birlikte, devrindeki şartlar çerçevesinde mükemmel bir eğitim gördüğü, edebiyatın yanı sıra Arapça ve Farsça’yı bildiği; S. Nüzhen Ergun’un belirttiğine göre ise dîvân edebiyatı tarzındaki güzel şiirlerinden hareketle iyi bir tahsil gördüğü anlaşılan Itrî’nin, temel eğitimin ardından bir müd­det medrese tahsili görmüş olması mümkün olmakla birlikte, o daha ziyâde özel hocalardan ders almak sûretiyle kendisini yetiştirmiş olmalıdır. Bu me-yanda Enderûn-ı Hümâyûn ile devam ettiği tekkelerin, özellikle Yenikapı Mevlevîhânesi’nin onun mûsiki eğitiminde önemli bir yeri bulunmaktadır. Itrî, mükemmel bir şekilde mûsiki ve hânendelik öğrenmesinin yanında tasavvuf, edebiyat, Arapça, Farsça ve hat konularında da dersler almıştır. Siyâhî Ahmed Efendi’den ta‘lik hattı icâzetnâmesi alan Itrî’nin mûsikideki başlıca hocası Hâfız Post diye şöhret bulmuş olan Üsküdarlı Hâfız Mehmed Efendi’dir (ö. 1105/1694). Itrî, mûsiki alanında Kasımpaşalı Koca Osman Efendi ile Ömer Efendi’den de istifade etmiştir. Onun edebiyat alanındaki hocası ise dönemin ünlü şairlerinden biri olan Nâilî-i Kadîm’dir.223

Câmi Ahmed Dede döneminde Yenikapı Mevlevîhânesi’ne devam ederek Mevlevîliğe intisap eden Itrî, Şeyhî Mehmed Efendi, Mustafa Safâyî, Sâlim gibi bazı yazarlara göre esirciler kethüdâlığı görevinde iken, bazı kaynaklara göre ise bu görevinden ayrıldıktan kısa bir süre sonra; yine Mustafa Safâyî’ye göre 1122/1710-1711, Şeyhî Mehmed Efendi, Sâlim, Belîğ, Mehmed Süreyyâ gibi bazı kaynaklara göre 1123/1711-1712; Es‘ad Efendi ve Müstakimzâde gibi diğer bazı kaynaklara göre ise 1124/1712-1713 yılında vefat etmiştir. Itrî’nin ölüm tarihi üzerindeki ihtilafları değerlendiren S. Nüzhet Ergun, Es‘ad Efen­di tezkiresinde Itrî’nin vefatı üzerine düşürüldüğü kaydedilen “Buhûrî-zâdei bûyâ-yı bezm-i Adn ede Allah” tarih mısraındaki hemzenin ebced hesabında bazen dikkate alınmadığını, bu durumda ilgili rakamın Şeyhî’nin kesin bir şekilde belirttiği 1123’e tekâbül ettiğini, dolayısıyla bu tarihi tercih etmenin daha uygun olacağını belirtmiştir. Itrî’nin vefat tarihi üzerinde duran ve özel­likle onu yakînen tanıdığını düşündüğü Sâlim’in verdiği “1123 hudûdunda” bilgisine itibar edilmesi gerektiğini belirten Yılmaz Öztuna ise Itrî’nin 1123 yılının sonuna denk gelen milâdî 1712 yılının Ocak ayında ve yetmiş yaşını geçkin bir hâlde iken vefat etmiş olduğu kanaatini dile getirmiştir. Itrî’nin nâşının Yenikapı Mevlevîhânesi civarına; hatta hazîresine yahut Edirneka-pı dışındaki Koca Mustafapaşa Dergâhı karşısına defn edildiğine dâir farklı rivâyetler bulunmakla birlikte bu konuda kesin bir bilgi mevcut değildir.224

Sadece XVII. yüzyılın değil, Türk mûsiki tarihinin de en güçlü birkaç ismin­den biri, ünlü şairimiz Yahya Kemâl Beyatlı’nın ifadesiyle “öz mûsikimizin pîri” kabul edilen Buhûrîzâde Mustafa Itrî daha ziyâde bestekârlığı ile şöh­ret bulmuştur. Kaynaklarda “ilm-i edvârda mâhir, fenn-i mûsikide nâdirü’l-akrân, devrinin mükemmel bir hânendesi ve hâce-i sânîsi, hârikulâde bir bestekâr, Abdülkâdir Merâğî’den sonra yetişen en bilgin bestekâr” vb. vasıf­larla nitelenen ve binden fazla parça bestelediği belirtilen Itrî,225 17. yüzyıl­da henüz kendi arayış safhası içinde olan mûsiki üslûbumuzda ihtiyaç duyu­lan yeni mûsiki zevkinin oluşmasında en çok katkı sağlayan, özellikle câmi mûsikisinde en büyük bestekâr kabul edilmektedir. Kaynaklarda binden; hatta iki binden fazla eser bestelediği, mâlesef bunlardan sadece kırkının günümüze kadar ulaşabildiği belirtilen Itrî, Türk mûsikisinde câmi, tekke ve klâsik mûsiki alanlarında peşrev, saz semâisi, kâr, beste, semâi, âyin, na‘t, durak, tevşîh, tekbir, salâ ve ilâhî olmak üzere pek çok formda eser vermiş ender şahsiyetlerden biri olup eserleri sıra dışı bir melodi yapısına sahip­tir. Günümüze ulaşan bu alandaki ölümsüz besteleri arasında Segâh Mevlevî Âyin-i şerîfi, Rast Na‘t, Rast Tevşîh, daha ziyâde Kurban Bayramı’nda oku­nan Segâh Tekbir/Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emânetlerin ziya­retinde okunan ve Segâh makamında olan Salât-ı Ümmiye, Cuma günleri minârelerde okunan Mâye Cum‘a Salâtı ve Dilkeş-Hâverân Gece Salâsı, Nü-hüft Tevşîh ve Nühüft İlâhîsi bulunmaktadır. Itrî’nin, Mevlevî tekkelerinde âyin-i şerîften önce okunmak üzere bestelediği ve “Na‘t-ı Mevlânâ” adıyla da bilinen Rast Na‘tı ile yine âhenkli bir ses örgüsüyle işlemiş olduğu Segâh Mevlevî Âyini ayrıca Yenikapı Mevlevîhânesi’nde icrâ edilmişlerdir.226

Din dışı mûsiki alanında da klâsik Türk mûsikisinin en büyüğü kabul edi­len Itrî’nin, bir şâheser olan Nevâ Kâr’daki kompozisyon dehâsını aşan bir eser bulunmamaktadır. Bu eserinin yanı sıra Hisar Beste, Bestenigâr Bes­te, Bûselik Beste ve Hisar Ağır ve Yürük Semâileri de kendisine has güçlü uslûbunu yansıtan son derece sağlam ve güzel eserleri arasında gösterilmek-tedir.227 Bunlar arasında özellikle Nef‘î’nin “Tûtî-i mûcize-gûyem ne desem lâf değil” mısraıyla başlayan Segâh Yürük Semâisi, klâsik Türk mûsikisinin en seçkin eserlerinden biri kabul edilmiştir.228 Bestelediği güfteler, büyük oranda Fuzûlî, Nev‘î, Şehrî, Nâbî, Nef‘î ve Nazim gibi beğendiği şairlerin şiirlerinden oluşan Itrî, nâdiren de kendi güftelerini bestelemiştir.229

Bir mûsikişinas olarak asıl önemli yönü bestekârlığı olan Itrî’nin mûsikideki hocaları tam olarak bilinmemekle ve eski kaynaklarda bu konuyla ilgili net bir bilgi bulunmamakla birlikte Hâfız Post, Kasımpaşalı Koca Osman ve Der­viş Ömer gibi üstatlardan faydalanmış olabileceği dile getirilmektedir. Son dönem kaynaklarından örneğin İbrahim Alâeddin Gövsa, Itrî’nin mûsiki ho­casının Nasrullah Efendi olduğunu; Rauf Yektâ Bey ise onun Câmi Ahmed Dede’nin postnişînliği esnasında Yenikapı Mevlevîhânesi’ne devam ettiği­ni, âyinlerden aldığı rûhânî neşveyle Mevlevîliğe intisap ettiğini ve dergâha gelen üstatlardan da hayli faydalandığını; hatta dervişlerden ney üflemeyi öğrendiğini bildirmektedir.230

Kaynaklarda, hâfız-ı Kur’ân olup muamma çözümünde de usta olduğu belir­tilen Itrî’nin bir diğer vasfı da mûsiki hocalığıdır. Onun belli başlı öğrenci­leri arasında Nazim Ağa ile Hacı Seyyid Ebûbekir Ağa’nın bulunduğu, ken­disinden sonra gelen Bekir Ağa ile Enfî Hasan Ağa’yı da etkilemiş olduğu; Nakşibendiyye’den Tokâdî Şeyh Mehmed Emin Efendi’nin de (ö. 1158/1745) Itrî’den istifade ettiği belirtilmektedir.231

Ayrıca şairlik yönünün olduğu bilinen Itrî’nin, Sâlim’in tezkiresinde bir dîvânın bulunduğu da kaydedilmekle birlikte bugüne kadar nüshası tespit edilememiştir. Bununla birlikte Itrî’nin şuarâ tezkireleri ile güfte mecmualarında yer verilen na‘t, gazel, muamma, tahmîs, nazîre, tarih ve kıt‘alarının yanında hece vezniyle kaleme alınmış türküleri de bulunmaktadır. Son de­rece açık ve sâde bir üslûpla kaleme alınmış bu manzûmelerinden; ayrıca muamma çözümündeki başarısından hareketle Itrî’nin, güçlü bir şiir dama­rına sahip olduğu söylenebilir. Mustafa Safâyî’nin, “Asrın şuarâ-yı şîrîn-güftârındandır” şeklinde takdim ettiği; Sâlim’in “Miyân-ı şuarâda hayli nâm u şânı” olduğunu belirttiği Itrî, sadece Fuzûlî ve Nâbî gibi aynı zamanda çok sevdiği şairlerden seçtiği şiirlerde değil, kendi yazdıklarında da mûsikiye, ritmin ses uyumuna dönüşmesi hâline çok önem vermiştir. Şiirlerinde redif­lere, medlere ve bağlantılara sıkça rastlanmasında da bu yaklaşımının etkisi bulunmaktadır. Itrî’nin etkilendiği şairler arasında, bazı şiirlerine nazîre ve tahmîsler yazdığı Nâbî’yi özellikle anmak gerekir.232

Şiirlerinden Örnekler

Na‘t

Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sun
Mihr-i âlem-girsin başdan ayağa nûrsun
Târik-i gülzâr-ı âlem mâlik-i mülk-i adem
Münkirine mahz-ı mâtem mü’minine sûrsun
Şensin ol şâh kim Süleymanlar kapında mûrdur
On sekiz bin âleme hükmetmeğe me’mûrsun
El benim dâmen senin ey rahmetenli’l-âlemin
Şöhretim isyân benim sen afv ile meşhûrsun
Pâdişâh-ı evvelin ü kıblegâh-ı âhirin
Evvel ü âhir imâmü’l-enbiyâ mezkûrsun
Yâ Resûlallah umarım diyesin rûz-ı cezâ
Gerçi cürmüm çokdur ammâ Itriya mağfûrsun233

Gazel

Bakmazsa rûy-ı dilbere a‘dâ safâ-nazar
Sen eyle sun‘-ı Hakk’ı temâşâ safâ-nazar
Mihr ü mehe bakar mı cemâlin gören dedim
Bakdı dedi ol âyine-simâ safâ-nazar
Tu‘ti-i âyine-dili ol sine söyletir
Olsun hezâr bâğda gûyâ safâ-nazar
Dil nâzır-ı gubâr-ı derindir dedim dedi
Câizse kuhl-ı dide-i binâ safâ-nazar
Dervişi gör ki men eder uşşâkı yârdan
Gördükçe kendi hûbu der ammâ safâ-nazar
Dildâr hâl ü hatt u lebin gösterip dedi
Habb u sâgar u bâde müheyyâ safâ-nazar234
Yokdur nazir hüsnüne birdir iki değil
Mislin görürse nergis-i şehlâ safâ-nazar
Geh vasi gâh hicr gehi nist ü gâh niş
Hâl-i cihân böyle azîzâ safâ-nazar
Bu nev-zuhûr-ı şâhid-i nazmın görüp eğer
Itrî nazire derse ahibbâ safâ-nazar235

Gazel

Urmasun cismini tiğa hat-ı cânân dönsün
Yüze çıkmasın olur sonra peşimân dönsün
Sayd-ı murg-ı dil için ber biri bir şehbâza
Meclis-i meyde yine dide-i hûbân dönsün
Bûs-ı la‘l-i leb-i cânânı murad eyler imiş236
Alırız elden ele sâgar-ı gerdân dönsün
Hüsn-i dil-dâr ile bahs eylemeğe azm etmiş237
Den tahammül edemez mihr-i dırahşân dönsün
Gece kûyuna varıp görmek için dildârı
Tutulur söyleniz anda meh-i tâbân dönsün
Kef-i dildâra erem deyü gezer elden ele
Deyiniz dâiyeden subha-i mercân dönsün
Nazm-ı Nâbi’ye yine peyrev ol Itri yazılıp
Rûy-ı hatt-âver-i mecmûa-yı yârân dönsün238

Gazel

Dili âvâre kılan fikr-i kad-i dil-cûdur
Beni mecnûn eden ol kâkül-i anber-bûdur
Şerbet-i laT-i revân-bahşma âlem teşne
O cefâ-pişe letâfette bir içim sudur
Tâk eden kâmetini kavs-i kuzah-veş çerhin
Anberin ol iki memdûd u kemân ebrûdur
O dehân ile o dendânı görenler derler
Gûyâ hokka-i mercân ile pür tütsüdür
Görmeden yok yere sen etme sakın kil u kâl
Kim der ise desin Itri o miyâne mûdur239

Âlim ve ârif bir şahsiyet olan Buhûrîzâde Mustafa Itrî’nin hattatlık yönü de hayli güçlüdür. O özellikle ta‘lik hattında üstat bir hattat olarak kabul edilmiş olup bu alandaki hocası ise Siyâhî Ahmed Efendi’dir. S. Nüzhet Ergun, Halil Edhem Arda’nın özel kütüphanesinde bulunan Hâfız Post Mecmûası’nı tanıtırken, Itrî’nin bu mecmuaya ta‘lik hatla yaptığı bazı ilave­lere de değinmektedir.240

Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi hakkında bilgi veren kaynaklar, onun tüm bu meziyetlerinin yanında bir de çiçek ve meyva meraklısı olduğu, bahçe işle­riyle uğraşmaktan büyük bir zevk duyduğu; hatta Itrî mahlasını bu yüzden aldığı, ayrıca adıyla anılan ünlü “Mustâbey armudu”nu yetiştirdiği tarzında bilgilere de yer vermektedirler.241


220  “Buhûrîzâde” lakabı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Rüştü Şardağ, Mustafa Itrî Efendi, Ankara 1989, s. 13.

221  Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 468; Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185a; Mehmed Sâlim, a.g.e., s. 479; İsmail Belîğ, a.g.e., vr. 63a; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, a.g.e., s. 745; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 483; Hüseyin Vassâf, a.g.e., II, 35; Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113; Sadettin Nüz-het Ergun, a.g.e., I, 128; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, I, 287; a.mlf., Itrî, s. 1-2; Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 17, 19; Mehmet Aksoy, “Itrî, Mustafa Çelebi”, TDEA, İstanbul 1981, IV, 313; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 35; Bülent Aksoy, “Itrî”, DBİst.A, İstanbul 1994, V, 114.

222  Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 469; Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185b; Mehmed Sâlim, a.g.e., s. 479-480; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, a.g.e., s. 745-746; Mehmed Süreyyâ, Itrî’nin aynı zamanda IV. Mehmed’in nedîmi olduğu bilgisi­ne yer vermekte; Yılmaz Öztuna ise ayrıca onun Kırım Hanı Gazi Giray tarafından da himâye edildiğini bildirmektedir (bk. Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 483; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, I, 287); Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, 129-130; Yılmaz Öztuna, Itrî, s. 17; Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 27-31; Mehmet Aksoy, a.g.m., s. 313; Nuri Özcan, “Itrî Efendi, Buhûrîzâde”, DİA, İstanbul 1999, XIX, 220.

223  Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, a.g.e., s. 745; Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, 128-129; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, I, 287; a.mlf., Itrî, s. 3-6; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 31-32.

224  Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 469; Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185b; Mehmed Sâlim, a.g.e., s. 480; İsmail Belîğ, a.g.e., vr. 63a; Es‘ad Efendi, Atrabü’l-Âsâr, İÜ Ktp., TY, nr, 6204, vr. 7b-8a; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, a.g.e., s. 746; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 483; Alâeddin Gövsa, “Itrî’nin Medfeni”, Tevfîd-i Efkâr, İstan­bul 20 Kânûn-ı Sânî 1922/21 Cemâziyelevvel 1340, s. 3; Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, 130-131; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, I, 287; a.mlf. Itrî, s. 20-22; Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 29-31, 36; Nuri Özcan, a.g.m., s. 220.

225  Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185a; Mehmed Sâlim, a.g.e., s. 480; Suphi Ezgi, Itrî’nin bestelemiş olduğu her şekildeki eserlerinin sayısının bin­den fazla olduğunu; ancak günümüze ulaşabi­len beste sayısının yirmi civarında olduğunu (bk. Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113); Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi’ndeki maddesinde Itrî’nin günümüze onu dinî, dördü saz eseri, yir­mi sekizi de din dışı olmak üzere toplam kırk iki eserinin kaldığını (bk. Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 287); Itrî adlı kitabında ise onun dört yüz on üç parça eserinin güftesinin toplandığını (bk. Yılmaz Öztuna, a.g.e., s. 7-8) bildirmektedir. Rüştü Şardağ ise bir yazma mecmuaya dayana­rak Itrî’nin üç yüze yakın bestesinin bilindiğini kaydetmektedir (bk. Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 45). Yılmaz Öztuna’nın, Itrî’nin günümüze ulaştığını belirttiği kırk iki eseriyle ilgili ayrıntılı bilgi için ayrıca bk. Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansik­lopedisi, I, 288; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 37; Bü­lent Aksoy, a.g.m., s. 115.

226  Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113, IV, 34; Yılmaz Öztu-na, Salât-ı Ümmiye’yi Itrî’ye âit kabul ettiğini bildirmekle birlikte, Suphi Ezgi’den hareketle, bu eserin Hasan Enfî’ye âit olabileceği ihtima­lini de dikkate aldığını belirtmektedir (bk. Yıl­maz Öztuna, a.g.e., I, 288-289); a.mlf., Itrî, s. 33; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, 131-132; Sa-dun Aksüt, a.g.e., s. 38; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 115; Mehmet Aksoy, a.g.m., s. 314; Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

227  Rauf Yektâ vd., Türk Mûsikisi Klâsiklerinden Mevlevî Âyinleri, İstanbul 1934, VII, 7-8; Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

228  Itrî’nin mûsiki eserleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Yılmaz Öztuna, Itrî, s. 48-73; Rüştü Şar-dağ, a.g.e., s. 45-159; Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

229 Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

230Alâeddin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklope­disi, İstanbul ty., s. 196; Rauf Yektâ vd., a.g.e., VII, 7-8; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 32; Nuri Özcan, a.g.m., s. 220-221.

231 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 468; Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185a; Mehmed Sâlim, a.g.e, s. 480; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 483; Hüseyin Vassâf, a.g.e., II, 35; Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, 132-133, 135; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, I, 287-288; a.mlf., Itrî, s. 40-41; Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 32, 37, 40-42, 45, 170; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 37-38, 42-43; Mehmet Aksoy, a.g.m., s. 314; Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

232  Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 468; Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185a; Mehmed Sâlim, a.g.e, s. 480; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 483; Hüseyin Vassâf, a.g.e., II, 35; Suphi Ezgi, a.g.e., I, 113; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, 132-133, 135; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, I, 287-288; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 37-38, 42-43; Mehmet Aksoy, a.g.m., s. 314; Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

233  R. Şardağ’ın bildirdiğine göre Itrî bu tevşîhini, “Ağır düyek” usulünde ve “Nühüft” makamın­da bestelemiştir (bk. Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 162); Mehmet Aksoy, a.g.m., s. 314.

234  Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 469; Bu mıs­ra Safâyî’de “Habb u gubâr u bâde-i şehlâ safâ-nazar” şeklindedir (bk. Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185b); İsmail Belîğ, a.g.e., vr. 63a.

235  Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 469; Mustafa Safâyî, a.g.e., vr. 185b; İsmail Belîğ, a.g.e., vr. 63a; Rüştü Şardağ, kendi araştırmaları sonucun­da bulduğunu belirterek tam şekline yer verdiği bu gazelin, Mevlânâ Enis ile Nihat adlı şairlerin “safâ-nazar” matlalı gazeline nazîre olduğunu belirtmektedir (bk. Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 165).

236  Rüştü Şardağ neşrinde “Bezm-i meyde heves-i bûs-ı leb-i cânândan” şeklinde verilmiştir (bk. Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 166).

237  Rüştü Şardağ neşrinde “azmeylemesin” şeklinde verilmiştir (bk. Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 166).

238  İsmail Belîğ, a.g.e., vr. 63a; Şardağ ayrıca, Süley-maniye Ktp. Esad Efendi, nr. 3479’da kayıtlı bir yazma eserde bulduğunu bildirdiği bu gazelin, Nâbî’nin bir gazeline nazîre olduğunu belirt­mektedir (bk. Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 166).

239  Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., IV, 469; Mehmed Sâlim, s. 480; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, 134; Rüştü Şardağ, a.g.e., s. 162.

240  Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., I, s. 50, 122, 124, 128-136, 174-176; Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

241  Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, I, 287; a.mlf., Itrî, s. 43; Nuri Özcan, a.g.m., s. 221.

ETİKETLER: