MUHAMMED EMÎR II. ÂRİF B. EMÎR I. ÂDİL ÇELEBİ

A+
A-

2.2.1.8.     MUHAMMED EMÎR II. ÂRİF B. EMÎR I. ÂDİL ÇELEBİ (V. 824 / 1421)

Çelebi Emîr Ârif-i Kûçek, Emîr Muzaffereddîn Âdil Çelebi b. Ulu Ârif Çelebi’nin (v. h. 770 / m. 1368) oğlu olup gelenek tarafından dedesi Ulu Ârif Çelebi’ye nisbetle “Küçük” ya da “Sânî” kaydıyla anılır. H 745 yılı sonlarında (m. 1345) dünyaya gelmiştir.1207 H. 770 (m. 1368-9) yılında selefi Çelebi Bahru’l-Kemâl Emîr Âlim-i Sânî’nin kızı Şerefhân Hatun ile evlenmiş1208 ve oğlu Emir Âdil-i Hâmis Çelebi dünyaya gelmiştir.

Sâkıb Dede kendisini rivayet ve dirayet ilimlerinde kendi akranlarıyla müşterek seviyede bulunmakla birlikte “keşfî ilimler ve irfânî fenlerde fâiku’l-akrân; şerîat amellerinde, tarîkat fiillerinde ve hâkîkate taalluk eden hâllerde zamanının yegânesi, parmakla gösterileni ve her yönden hilâfet mahalline ehil” bir kimse olarak vasfeder. Bunun yanı sıra hilâfete dâir istihkâkının Mevlevî ihvânının re’yince müsellem ve halefi Emîr Âlim Çelebi’nin iclâsı itibariyle muayyen bulunmakla birlikte bizzat kendisinin (muhtemel dedikodular dolayısıyla olsagerek) hilafet makamına cülûsunu gayb kapılarının açılmasına işaret eden bir kerâmete raptettiği imâ edilmektedir.1209 Netîcede Bahru’l-Kemâl Emîr Âlim-i Sânî Çelebi’nin intikali akabinde h. 798 (m. 1395-6) yılında 53 yaşında Mevlânâ makâmının 9. postnişîni olmuştur.910

Genel tavrı olduğu üzere Çelebi’nin isminden hareket eden Sâkıb Dede “ol kân-ı gevher-i irfânın mahlas-ı iştiharları Ârif olduğu gibi ekser-i mebâhis-i meclis-i âlîleri arif-maruf ve marifet üzere dâire olup” şeklindeki ifadesi ile Ârif Çelebi’nin söz konusu üç mefhûmla ilgili tavsîf ve tahkîkinden bahsederek bazı ifadelerini nakleder. 911 Bununla birlikte kendisinden, Mevlevî edebiyatında adeta bir gelenek haline gelmiş bulunan “Maârif” te’lîfi niyâzında bulunulduğunda “Âgâh bir gönül ve aydın bir göz enfüs ve afakın Maârif-name’sidir, bunlar olmadan hiçbir defter ve divanın dostlara faydası olmaz.” şeklinde cevap verdiğini ve “teşebbüs-i asl-ı asîl”e teşvik ve terğibde bulunduğu belirtilir. Diğer taraftan Mevlevî kudemâsının eserleri olan “Maârif”lere de sohbetlerinde yer verdiği ima edilmekle söz konusu eserlerden de tıpkı Mesnevî misali meclislerde istifade edildiği anlaşılmaktadır.912

Tıpkı dedesi Ulu Ârif Çelebi misâli seyâhatten hoşlandığı anlaşılan Ârif-i Sânî’nin hilâfetinin döneminde913 etraf beldelerden ve beyliklerin emirlerinden mektuplar ve davetler aldığı, pek çoğunun da kendisine mürid ve muhib olduğu Sâkıb Dede tarafından belirtilmektedir. Hatta bu kabilden olmak üzere Aydınoğlu’nun niyazıyla Kestel tarafına ziyarette bulunduğunu kaydeden Dede “sanki bütün Anadolu yekpare bir Mevlevîhaneye dönmüştür” şeklinde bir değerlendirmede bulunur.914

Esasında Çelebi’nin post-nişîn olduğu dönem Anadolu’da büyük oranda siyasi birlikteliğin iki kutupta (Osmanlılar ve Karamanoğulları) temerküz etmişken Ankara Savaşı ile yeniden dağılma ve parçalanmanın söz konusu olduğu “Fetret Devri” ile örtüşmektedir.

Gerek Mevlevî edebiyatında ve gerekse kendisinden bahseden klasik ve modern literatürün temel kaynaklarında Anadolu’ya gelerek Konya’ya oldukça yakın bir bölgede Osmanlı Devleti Sultanı Yıldırım Bâyezîd ile giriştiği mücadelede üstünlük elde eden Timur ile Mevleviyye mensupları arasında bir ilişkinin varlığına dair henüz bir malumat elde edilmiş değildir.915 Diğer taraftan dönemin Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezîd, Mevlânâ hanedanı ile dolaylı yoldan sıhriyeti hâizdir. Nitekim kaynaklarımızın belirttiğine göre Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın, Sultan Veled’in kızı Âbide Mutahhara Hatun ile evliliğinden doğan Devlet Hatun 1378 yılında Yıldırım Bâyezîd’in eşi ve çocuklarından Çelebi Musa ve Çelebi İsa’nın annesidir.916 Ne var ki saltanat mücâdelesi esnasında iki kardeş birbirlerine düşmüşler ve Şehzâde Musa Çelebi büyük biraderi Şehzâde İsa Çelebi’yi Sahîh Dede’nin ifadesi ile şehîd eylemiştir.917

Sıhriyet ile tesis edilen dolaylı irtibatın yanı sıra, Osmanlı’nın bölgesel bir güç olmanın ötesinde, cihan devletine/imparatorluğa dönüştüğü dönemlerde devlet yapısında oldukça mühim inkılâplara fikren ve fiilen imza atan Fatih devri sadrâzamlarından Karamânî Mehmed Paşa’nın918, kaleme aldığı “Tevârîhi’s-Selâtîni’l-Osmâniyye” adlı eserinde919, 4 Zilkade 862 (13 Eylül 1458) tarihli vakfiyesinde920 ve mezar şâhidesinde921 isminin “Mehmed Paşa b. Ârif Çelebi Celâliyyü’s-Sıddîkî” şekilde kaydına nazaran Ârif Çelebi’nin oğlu olduğuna hükmetmekteyiz. Şu var ki Mevlevî edebiyâtı bu hususta sukundur. Maamâfîh Sadrâzam’ın hayat hikâyesi tedkîk edildiğinde kendisinin Mevlevî hânedânına mensûbiyyetini ihsâs eden önemli ip uçları yakalamak mümkündür.922 Diğer taraftan Âşıkpaşazâde Ahmet Âşıkî’nin’nin “Kim ol nesli bühtândur” 923 şeklindeki kaydını ihtiyatla karşılamak gerekmektedir. Nitekim Âşıkpaşazâde, Mehmet Paşa’nın kılavuzluğu sayesinde gerçekleşen devletin kimi uygulamalarından olumsuz yönde en fazla etkilenen kimselerden birisi olarak Paşa’ya -esasında Fâtih Sultân Mehmet Hân’a- karşı şiddetli muhâlefet sergileyen isimlerden birisidir. Serdettiği ifadeleri Paşa’ya karşı husûmeti göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Diğer taraftan mensûbu bulunduğu geleneğin Osmanlı Devlet ve toplum yapısı içerisinde meşrûiyyetini temin ve devletin esaslarını teessüs eden zümreyi söz konusu geleneğe raptetme gibi maksatlar taşıdığı anlaşılan ve bu yönüyle kamuoyu oluşturmaya yönelik stratejik nitelikli proje bir çalışma izlenimi veren eserinden hareketle Âşıkpaşazâde’nin Mehmet Paşa şahsında temsîl ettiği ilmî ve irfânî geleneği de hedef aldığı düşünülebilir.924

Nihâyet Anadolu’da siyasi istikrarsızlık ve otorite karmaşasının hakim olduğu bir dönemde postnişîn olan Emîr Ârif-i Kûçek Çelebi nihayet kendisine galebe gelen haller ve şevklerin sevkiyle istiğraka dalmış, neticede veliyy-i ahd-i velayetleri olmak üzere Çelebi Emir Adil-i Kûçek’i kendi eliyle hilafet mesnedine tasdîr edip cümle mensûbânını “bizi dileyen/bize irâdet getiren müridi olsun” tavsiyesi ile Emir Âdil Çelebi’ye sevk ve teşvîk edip tertib edilen merâsim akabinde yakın çevresine techîz tavsiyesinde bulunarak ertesi sabah intikâl etmiştir.925 Böylelikle h.824 (m. 1421) yılında 20 sene seccâde-i hilâfette mesned-nişîn olup 79 yaşında intikâl eden Emîr Ârif Çelebi makâmına Bahru’l-kemâl Emîr Âlim-i Sânî Çelebi’nin oğlu Pîr Emîr Âdil-i Râbi Çelebi 42 yaşında iken seccâde-i hilâfette mesned-nişîn ve 10. halîfe olmuştur.926

Sıhriyet ile tesis edilen dolaylı irtibatın yanı sıra, Osmanlı’nın bölgesel bir güç olmanın ötesinde, cihan devletine/imparatorluğa dönüştüğü dönemlerde devlet yapısında oldukça mühim inkılâplara fikren ve fiilen imza atan Fatih devri sadrâzamlarından Karamânî Mehmed Paşa’nın918, kaleme aldığı “Tevârîhi’s-Selâtîni’l-Osmâniyye” adlı eserinde919, 4 Zilkade 862 (13 Eylül 1458) tarihli vakfiyesinde920 ve mezar şâhidesinde921 isminin “Mehmed Paşa b. Ârif Çelebi Celâliyyü’s-Sıddîkî” şekilde kaydına nazaran Ârif Çelebi’nin oğlu olduğuna hükmetmekteyiz. Şu var ki Mevlevî edebiyâtı bu hususta sukundur. Maamâfîh Sadrâzam’ın hayat hikâyesi tedkîk edildiğinde kendisinin Mevlevî hânedânına mensûbiyyetini ihsâs eden önemli ip uçları yakalamak mümkündür.922 Diğer taraftan Âşıkpaşazâde Ahmet Âşıkî’nin’nin “Kim ol nesli bühtândur” 923 şeklindeki kaydını ihtiyatla karşılamak gerekmektedir. Nitekim Âşıkpaşazâde, Mehmet Paşa’nın kılavuzluğu sayesinde gerçekleşen devletin kimi uygulamalarından olumsuz yönde en fazla etkilenen kimselerden birisi olarak Paşa’ya -esasında Fâtih Sultân Mehmet Hân’a- karşı şiddetli muhâlefet sergileyen isimlerden birisidir. Serdettiği ifadeleri Paşa’ya karşı husûmeti göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Diğer taraftan mensûbu bulunduğu geleneğin Osmanlı Devlet ve toplum yapısı içerisinde meşrûiyyetini temin ve devletin esaslarını teessüs eden zümreyi söz konusu geleneğe raptetme gibi maksatlar taşıdığı anlaşılan ve bu yönüyle kamuoyu oluşturmaya yönelik stratejik nitelikli proje bir çalışma izlenimi veren eserinden hareketle Âşıkpaşazâde’nin Mehmet Paşa şahsında temsîl ettiği ilmî ve irfânî geleneği de hedef aldığı düşünülebilir.924

Nihâyet Anadolu’da siyasi istikrarsızlık ve otorite karmaşasının hakim olduğu bir dönemde postnişîn olan Emîr Ârif-i Kûçek Çelebi nihayet kendisine galebe gelen haller ve şevklerin sevkiyle istiğraka dalmış, neticede veliyy-i ahd-i velayetleri olmak üzere Çelebi Emir Adil-i Kûçek’i kendi eliyle hilafet mesnedine tasdîr edip cümle mensûbânını “bizi dileyen/bize irâdet getiren müridi olsun” tavsiyesi ile Emir Âdil Çelebi’ye sevk ve teşvîk edip tertib edilen merâsim akabinde yakın çevresine techîz tavsiyesinde bulunarak ertesi sabah intikâl etmiştir.925 Böylelikle h.824 (m. 1421) yılında 20 sene seccâde-i hilâfette mesned-nişîn olup 79 yaşında intikâl eden Emîr Ârif Çelebi makâmına Bahru’l-kemâl Emîr Âlim-i Sânî Çelebi’nin oğlu Pîr Emîr Âdil-i Râbi Çelebi 42 yaşında iken seccâde-i hilâfette mesned-nişîn ve 10. halîfe olmuştur.926

 


1207 Sahîh Ahmed Dede, s. 219.

1208 Sahîh Ahmed Dede, s. 224.

1209 Çelebi, hilafet hususunun tevsîki maksadıyla olsagerek Cuma günü çelebiler, halîfeler ve Mevlevî fukarâdı (dervişleri) türbede hâzır olduklarında evvela türbenin kapısı muhkem bir kilitle kilitletmiş, sonrasında ise akdedilen mecliste bir müddet teveccüh ve murakabe akabinde “Yâ Müfettiha’l-ebvâb! İftah lenâ hayra’l-bâb” niyazıyla kapıya yöneldiğinde henüz kapıya erişmeden kilit açılmıştır. Böylelikle Çelebi’nin hilâfetinin tebrik ve teşyi’lerle kabul gördüğü belirtilmektedir. Sâkıb Dede, I, 129.

910 Sahîh Ahmed Dede, s. 231.

911 Sâkıb Dede, I, 130.

912 Sâkıb Dede, I, 130.

913 Sâkıb Dede Çelebi’nin hilafetinin ilk zamanlarının Karamanoğulları dönemi, ortası ve ahirinin ise Yıldırım Han zamanına tesadüf ettiğini nakleder ve henüz Timur fetreti gerçekleşmemiş olduğundan memleket ve halkın ahvalinin nizamını vurgular. Diğer taraftan esasında Çelebi’nin hilâfette bulunduğu dönemin büyük bir kısmı Fetret devri ile örtüşmektedir.

914 Sâkıb Dede, I, 130.

915 Marcel Brion tarafından “Tamerlan” ünvanıyla kaleme alınan ve bizim Zebîhullâh Mansûrî’nin tarafından yapılan Farsça tercümesini tedkîk imkanı bulduğumuz tarihî roman türündeki eserde Timur’un Konya’ya gelerek Mevlevî hânkâhının şeyhi ile mülâkâtına dair malumat söz konusu olmakla birlikte, eserin niteliği dolayısıyla mevsûkiyyeti bizce muteber görülmemiştir. Bu sebeple söz konusu çalışmayı değerlendirme dışı bıraktık. Bk. Marcel Brion, Menem Teymûr-i Cihângüşâ, trc. Zebîhullâh Mansûrî, Kitâbhâne-i Müstevfî, 4. baskı, Tahran 1372, s. 382-383.

916 Sâkıb Dede, I, 524.

917 Sahîh Ahmed Dede, s. 233.

918 Yusuf Küçükdağ, “Mevlânâ’nın Soyundan Gelen Reformcu Bir Osmanlı Veziriazamı Karamanî Mehmed Paşa”, İstem, sy. 7 (Konya 2006), s. 23-35.

919 Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanları Tarihi, trc. Konyalı İbrahim Hakkı, haz. Çiftçioğlu N. Atsız, (Osmanlı Tarihleri I içerisinde), Türkiye Yay., İstanbul 1949, s. 355; Mükrimin Halil (Yinanç), “Millî Tarihimize Dair Eski Bir Vesika”, TTEM, sy. 3 (1980), s. 149; Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, trc. Coşkun Üçok, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1992, s. 27-28.

920 Yusuf Küçükdağ, s. 24.

921 Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanları Tarihi, haz. Konyalı İbrahim Hakkı, s. 335.

922 Bir dönem Konya’da müderrislikte bulunan ve aynı zamanda Mesnevî üzerine farsça bir şerh kaleme alan Musannifek’in, Paşa’nın hem hocası hem de kayınpederi olması; Fatih’in ölümünün hemen ertesi günü isyan eden yeniçeriler tarafından şehîd edilen Paşa’nın cenâzesinin hemşehrisi olan ve Mevlevî çevrelerle sıkı irtibatının varlığı bilinen Şeyh Vefâ taraından kaldırılması gibi. Bk. Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanları Tarihi, s. 330 vd; Yusuf Küçükdağ, s. 24 vd.

923 Âşıkpaşaoğlu Ahmed Âşıkî, “Tevârîh-i Âl-i Osman”, nşr. Çiftçioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri I, Türkiye Yay., İstanbul 1949, s. 244-245,.

924 Söz konusu hususlara kısmen işârette bulunan bazı mühim değerlendirme ve tesbitler için bk. Halil İnalcık, “Âşıkpaşazâde Tarihi Nasıl Okunmalı?”, Söğüt’ten İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, der. Oktay Özel-Mehmet Öz, İmge Yay., Ankara 2000, s. 119-145.

925 Sâkıb Dede, I, 131. Ayrıca Dede intikali akabinde Âdil ve Cemaleddîn Çelebi’lerin inşâd etikleri mersiyeleri de kaydeder.

926 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 237.

 

ETİKETLER: