I. Dünya Savaşı’nda Mevlevihanelerin en göze çarpan faaliyeti, bir gönüllü birlik ile Filistin cephesine katılmaları olmuştur. Kendisi de bir Mevlevi olan devrin padişahı Sultan Reşat bir “Mücahidin-i Mevleviye Alayı” kurulmasını arzu etti ve bu yönde faaliyetler başladı. Kurulması düşünülen gönüllü birlik, başlangıçta “tabur” olarak teşekkül edecek ve bilahare (Ağustos 1332/1916’da) “alay”a dönüşecektir. Aslında böyle bir teşkilatlanma, Padişahın arzusunun yanı sıra 14 Kasım 1914’te “cihad-ı ekber” ilanını müteakip pek çok sufi kurumda gönüllü teşekkülü şeklinde kendiliğinden başlamış idi. Mevlevilerin yanı sıra Bektaşî ve Rifailer de bir gönüllü kuvvet ile cepheye katılma teşebbüsüne giriştiler. Bu teşebbüslerin en göze çarpanı ve organize olanı Gönüllü Mevlevi Taburu olmuştur. Tabii ki askerî makamların da bilgisi ve himayesi ile oluşturulmakta olan Gönüllü Mevlevi Taburu’nun kuruluş amacı Harbiye Nezaretinin ifadesine göre; ordunun maneviyatını artırmak ve halkı askerliğe teşvik etmek idi.
Kısa sürede taburun teşekkülüne başlandı. Komutanlığa atanan Konya Mevlâna Dergâhı Postnişini Veled Çelebi (İzbudak), hemen çalışmalara başladı. Başta Harbiye Nezareti, Konya Valiliği ve Konya Askerlik Dairesi olmak üzere ilgili makamlarla yaptığı yazışmalarla Anadolu’daki hemen bütün Mevlevihanelerin gönüllü teşekkülü ve sevklerinde gerekli kolaylığın ve yardımın sağlanması hususunu dile getirdi. Aralık ayının (1914) ikinci haftasında başlayan kuruluş çalışmaları bir ay gibi kısa ama yoğun bir çalışmanın sonunda meyvesini vermeye başladı. Ocak ayının ikinci haftasında 800 kişilik bir gönüllü sayısına ulaşıldı.
IV. Ordu emrinde bulunacak olan bu gönüllü tabura ordudan da subaylar tayin edildi. İstanbul ve civar il ve ilçelerde bulunan Mevlevi ve Mevlevi addolunan gönüllüler, İstanbul’da toplanıp buradan Konya’ya hareket edecek; İstanbul’a uzak ama Konya’ya yakın olan yerler gönüllüleri ise kendi imkânlarıyla Konya’ya gidecek; Doğu Anadolu ve Filistin cephesine daha yakın olan diğer yerlerden katılacak gönüllüler ise doğrudan Şam’a gidip orada buluşacaklardı. İstanbul’da toplanacak kafileyi Konya’da Komutan Veled Çelebi’ye teslim etmek üzere, Çelebi’nin İstanbul’da kapı çuhadarı (umumi vekili) olan Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Abdülbaki Efendi komutan vekili olarak görevlendirildi. Ayrıca, tabura ordudan da Sadeddin ve Nizameddin efendiler subay olarak tayin edildiler Harbiye Nezareti tarafından askerî müşavir sıfatıyla Kolağası Hüseyin Hüsnü, Doktor Kd. Yzb. Behçet ve Eczacı Zühtü Beyler taburda görevlendirildiler. Taburun bayraktarı Ankara Şeyhi Mustafa Nureddin Dede idi.
Dervişler er, onbaşı, çavuş oldular. Şeyhlere de muhtelif rütbeler verildi. Her ne kadar Mevlevi taburu olmakla beraber, bu birliğe Kadirî ve diğer tarikatlardan veya hiçbir tarikata mensup olmayanlardan da yazılanlar oldu. Fakat hepsinin başına bir Mevlevi sikkesi giydirilerek “Mevlevi” addolundular.
Bir taraftan kendi imkânlarıyla doğrudan Konya’ya veya Şam’a hareket edecekler hazırlıklarını yaparlarken, diğer taraftan İstanbul’dan Konya’ya hareket edecek esas kafile toplanmaya başladı. 7 Şubat (1915) akşamı Yenikapı Mevlevihanesi’nde Padişah tarafından hediye edilen sancağın teslim merasimi yapıldı. Bir hafta sonra da bu esas kafilenin İstanbul’dan uğurlanma zamanı geldi. Başlarında Mevlevi sikkesi, sırtlarında derviş cübbesi elleri kılıçların kabzalarında olduğu hâlde bu gönül erleri, Harbiye Nezareti (Şimdiki İstanbul Üniversitesi merkez binası) önünde toplandılar. 13 Şubat 1915 (31 Kânunusani 1330) günü burada yapılan tören ve dualardan sonra gönüllü Tabur, İstanbul’dan Konya’ya uğurlandı. Yol boyunca diğer zaviye ve tekkelerden de katılanlar oldu. Gönüllüler İzmit, Afyonkarahisar, Akşehir istikametinden 14 Şubat 1915 günü Konya’ya geldi. Tabii ki bu güzergâh üzerinde uğranılan yerlerde törenlerle karşılamalar yapıldı.
Mevlevi Taburu’nun esasını teşkil edecek bu kafile İstanbul’dan padişahın lütfettiği sancakla birlikte Konya’ya hareket ettiğinde, diğer yerlerde bulunan pek çok şeyh de maiyetiyle birlikte bu kuvvete Konya’da katılmak üzere daha önce hareket etmişlerdi. Ankara, Kastamonu, Çankırı ve yakın bölgelerdeki Mevlevi şeyhleri maiyetleri ile birlikte Afyon üzerinden 8 Şubat (1915) akşamı Konya’ya geldiler. Bu gönüllüleri, Çelebi’nin oğlu Arif Çelebi, Ateşbaz Veli Şeyhi Yakup Dede, belediye meclis üyelerinden Muytapzade Rıfat Çelebi Akşehir’de karşılayıp onlara refakat ettiler. Takip eden bir-iki gün içerisinde de İzmir, Manisa, Tire, Denizli, Muğla Mevlevi dergâhları şeyhleri Nuri Dede Efendi, Celaleddin Çelebi Efendi, Hayrullah, Hasan Ali Dede ve Cemal Dede efendiler ile maiyetleri tabura katılmak üzere Konya’ya geldiler. Yukarıda bahsedildiği üzere, İstanbul’dan hareket eden esas kafilenin de 14 Şubat’ta Konya’ya ulaşmasıyla taburun kadrosu tamamlanmaya başladı. Ayrıca bu gün Konya valisi, Veled Çelebi’ye; Padişah’ın, Mücahidin-i Mevleviye Komutanı olarak kendisine bir kılıç ihsan buyurduğu müjdesini verdi.
Mevlevi gönüllüler, Konya’da toplandıktan sonra cephe hazırlıkları için bir müddet burada kaldı. Bu sürede dönemin mülki ve askerî erkânı, sivil toplum kuruluşları ve özellikle halk, Mevlevi Taburu’na büyük ilgi gösterdi. Dönemin Konya basını da bu günlerde sayfalarının büyük kısmını Mevlevi gönüllülere ayırdılar. Bu arada cephe hazırlıkları devam ediyordu. Levazımat olarak Harbiye Nezareti tarafından Veled Çelebi için komutan çadırı, şeyhlere subay çadırı ve nefer için de çadırlar ile kaput, karavana, matara, fıçı vb. malzemeler gönderildi. Konya Valisi Azmi Bey’in talebi üzerine civar kaza ve sancaklardan Mevlevi Taburu için ayni ve nakdi yardımlar gelmeye başladı.
Günden güne kadrosunu ve hazırlıklarını tamamlayan taburun, Konya’dan cepheye hareket zamanı yaklaşmıştı. 26 Şubat (1915) Cuma günü Konya’da olağanüstü bir gün yaşandı. O gün Mevlevi Taburu cepheye uğurlanacaktı. Cuma namazı Sultan Selim Camii’nde kılındıktan sonra Mücahidin-i Mevleviye komutanı, şeyhler ve diğer gönüllüler, daha önce Mevlâna Dergâhı mescidine konan sancağı dualarla çıkardılar. Uğurlama için Dergâh önünde toplanmış bulunan nizamiye askerleri, jandarma, okul öğrencileri ve halk olduğu hâlde Sertarik Adil Çelebi tarafından dua ve arkasından Gülbank-ı Mevlevi okundu. Burada gönüllülere silahlar dağıtıldı. Daha sonra kışlada ve hükümet önünde de coşkulu törenler yapıldı. Bu törenleri müteakip, başta Vali Azmi Bey, Mevki Komutanı Yusuf Ziya Bey, diğer mülki ve askerî erkân ve eşrafla birlikte hemen bütün Konya halkının bulunduğu muhteşem kalabalık ile birlikte gönüllü Mevlevi Taburu istasyona hareket etti ve gönüllüler buradan Şam’a uğurlandılar. Konya’ya gelemeyen diğer Mevlevihane mensuplarının bazıları güzergâh üzerinde bazıları da Şam’da tabura katıldılar.
27 Mart 1915 (14 Mart 1331) günü Şam’a ulaşan gönüllüler, Şam Mevlevihanesi’ne misafir oldu. Bir kısım gönüllü de yakındaki bir otele yerleştirildi. IV. Ordu emrinde gönüllü olarak görev yapacak olan tabur, Şam’da tekemmül ettikten sonra Cebel-i Lübnan’da karargâhını kurup talimlere başladı. Mevleviler konusunda kıymetli mesaileri bulunan Süheyl Ünver’in tespitlerine göre bu gönüllüler, 1.026 kişiden oluşuyordu. Tabur, bir gönüllü birliği olduğu için, zaman zaman azalma ve çoğalmalar olabileceğini dikkate alarak, verilen bu rakamı yine de ihtiyatla karşılamak lazımdır. Şeyhleriyle birlikte, ileride alaya dönüşecek olan bu gönüllü kuvvete 47 Mevlevihane iştirak etmişti. Bunun yanında Uşakiyye, Rifaiyye tarikatları ile farklı dergâhlardan da katılanlar vardı. Mesela kendileri dâhil Bursa Mevlevi Şeyhi Şemseddin Dede 67 gönüllü ile, Ankara Mevlevihanesi Şeyhi Mustafa Nureddin 25, Çankırı Mevlevihanesi Şeyhi Hasip Dede 33, Amasya Şeyhi Hüsameddin Efendi 2, Urfa Mevlevihanesi şeyhi 5 gönüllü ile tabura katılmışlardı. En fazla gönüllü ile katılan Mevlevihane Yenikapı Mevlevihanesi olup, tabura 138 mevcutla iştirak etmişti. Şeyhi ve maiyetiyle birlikte bu gönüllü birliğe katılan Mevlevihaneler şunlar idi: Konya, Afyonkarahisar, Manisa, Halep, Bursa, Yenikapı, Kasımpaşa, Gelibolu, Kastamonu, Edirne, Ankara, Denizli, Tire, İzmir, Eskişehir, Bahariye, Aydın, Bilecik, Karaman, Beyşehir, Sivas, Antep, Kilis, Erzincan, Samsun, Maraş, Antakya, Çankırı, Tokat, Üsküdar, Muğla, Burdur, Amasya, Kütahya, Lazkiye, Çorum, Eğirdir, Kayseri, Urfa, Trablusşam, Humus, Niğde, Kudüs, Galata, İslâhiye, Şam-ı Şerif ve Ulukışla.
Görüleceği üzere, Kıbrıs gibi intikali zor olan veya düşman işgalinde bulunan yerler haricinde Anadolu ve diğer yerlerdeki bütün Mevlevihaneler vatan savunmasına koşmuşlardır.
IV. Ordu emrinde olan bu Tabur, zaman zaman yürüyüş ve atış talimlerinde bulunmakla beraber fiilen savaşa katılmalarına fırsat doğmadı. Ancak Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın da belirttiği gibi, söz konusu taburun muhtelif hususlarda orduya pek çok yardımı dokunmuştur. Hizmetleri açısından burada öncelikle, ordunun maneviyatını yükseltmek yönündeki mesaisini belirtmek gerekir.
Edebî yönü de olan Komutan Veled Çelebi’nin “Erenler Gönüllüsü” dediği taburu hakkında yazdığı ve Halep Maarif Müdürü Nezih Bey tarafından acemaşiran makamında bestelenen on yedi dörtlük hâlindeki manzumede, bir “alperen” ruhu tasvir edilmektedir. Ellerinde silahlarıyla dervişler tarafından okunan bu beste şüphesiz ordunun kahramanlık duygularının yükselmesine katkı sağlıyor idi.
Yine bu gönüllülerle ilgili olarak Halep Mevlevihanesi Postnişini Ahmet Remzi Dede’nin yazdığı ve Halep Maarif Müdürü Nezih Bey tarafından neveser makamında bestelenen on mısralık bir başka güftede, dervişlikle gaziliğin tek bir ruhta birleşmesinin mesajı verilmekte ve dinleyenlerin kahramanlık duyguları kabartılmaktadır.
Manzumenin sözleri şöyledir:
“Mevlevî Taburu teşkîl eyledi Sultân Reşâd
Avn-i Hakkla eyleriz meydân-ı harbde biz cihâd
Sâlikân-ı Mevlevî meydân-ı harbe hû salâ
İşte hazırdır gelin aşkıyla meydân-ı vikâ
Pirimizdir pişvâmız Hazret-i Molla Celâl
Azmimiz düşmân ile savletle etmekdir cidâl
Halık-i kaib-i aduvdur fahrimiz serde külâh
Emr-i hayr harbe sevk etdi bizi çün Padişâh
Velvele-endâz-ı âfâk ola çün nây kudüm
Allah Allah hû deyü düşmâna etmekde hücûm”
Tabii ki bütün bu gelişmeler, Mevlevi Taburu’nun ordu içinde manevi bir coşku kaynağı olduğunu göstermektedir.
Mevlevilerin hizmetleri yalnızca ordunun maneviyatını yükseltmeyle sınırlı kalmamış, lojistik pek çok alanda hizmet vermiştir.
Bir Osmanlı yedek subayı Gödeneli Abdullah Kemal’in Hicaz cephesine sevki sırasında Şam’da bizzat şahit olduğu üzere; Şam’da Hamidiye Çarşısı içinde bir tekkede bulunan Mevlevi 2. Bölüğü buradan gelip geçen Osmanlı askerlerine ücretsiz yemek vermekte ve onları misafir etmekteydi. Yine lojistik faaliyetlerden olarak Mevlevi gönüllülerin sağlık alanındaki hizmetleri de oldukça dikkat çekmektedir. Balkan Savaşı sırasında da bu konuda tecrübeye sahip olan Mevleviler, Şam’da bir sıhhiye bölüğü oluşturdular. Hatta bir seyyar hastane ile sağlık alanında daha verimli olabileceklerini düşündüler ve Tabur Komutanı Veled Çelebi, 4 Temmuz 1915’te IV. Ordu komutanına müracaatta bulundu. IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa, Mevlevilerin bu hizmet aşkından fevkalade memnun oldu. Ancak, seyyar hastanenin yerine, mevcut sıhhiye bölüğünün güçlendirilmesini uygun görerek Veled Çelebi’den bu yönde hizmet bekledi.
Birinci Dünya Savaşının bütün cephelerde şiddetle devam ettiği günlerde, IV. Ordu’dan Bağdat, Bitlis ve Çanakkale’ye kuvvetler gönderildiğinden Ordu kadrosu on iki tabura kadar düşmüştü. Kurmay Başkanı Ali Fuat’ın (Erden) ifadesine göre; Suriye’de Ordu karargâhında piyade ve süvari birlikleriyle bir Mevlevi Taburu ve Deliorman muhacirlerinin oluşturduğu gönüllü bir piyade bölüğünden başka kuvvet yoktu.
Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın takdirleri ve Kurmay Başkanı Ali Fuat’ın bu sözleri, 1916 yılının ortalarına gelindiğinde, Gönüllü Mevlevi Taburu’nun Ordu içinde hatırı sayılır bir konuma ulaştığını göstermektedir. Hatta gelişen şartlar, taburun takviye edilerek alaya dönüştürülmesi ihtiyacını doğurmuştur. Mevlevi Taburu Ağustos 1332 (1916)’da iki taburlu bir alay hâline getirildi. Artık bu tarihten sonra cephedeki gönüllü Mevlevi organizasyonu “Mücahidin-i Mevleviye Alayı” veya kısaca “Mevlevi Alayı” olarak şöhret bulacaktır.
Bilindiği üzere, 1917 yılı Filistin cephesi açısından şiddetli çarpışmaların ve önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu. Bu gelişmeler çerçevesinde Türk kuvvetlerinde yeni bir yapılanmaya gidildi. 26 Eylül 1917’de IV. Ordu lağvedilerek, Büyük Cemal Paşa, yeni ihdas edilen Suriye ve Batı Arabistan Genel Komutanlığına atandı. IV. Ordu yerine Yıldırım Ordular Grubu teşkil edildi. Halep’te Yıldırım Ordular Grubu’nun dört karargâhı vardı. Bunlar; Yıldırım Ordular Grubu Karargâhı, VII. Ordu, III. Ordu, 15. Kolordu karargâhları idi. Mevlevi Alayı da böyle bir yapılanma içinde 15. Kolorduya bağlı 43. Fırka (Tümen) bünyesinde yer almış idi. Mevlevi Alayı 2. Tabur Komutanı Mehmet Emin’in Ağustos 1917’den itibaren aşağı-yukarı bir yıllık tutmuş olduğu harp ceridelerinden anlaşıldığına göre, Cebel-i Lübnan’da karargâhı bulunan Mevlevi Alayı, Şam-Rayak-Zahle-Aliye mıntıkasında faaliyetlerde bulunuyordu. Bu faaliyetler rutin askerî tatbikat ve talimlerin yanı sıra siper kazmak ve diğer lojistik alanlarda hizmet etmek şeklinde yoğunlaşıyordu.
1918 yılının ikinci yarısından itibaren kritik bir döneme girildi. 9 Eylül günü başlayan İngiliz genel taarruzu, Arap kuvvetlerinin de verdiği destekle kuzeye doğru yayılmaya başladı. Eylül sonunda Filistin’in tamamı İngiliz kuvvetlerinin eline geçti. 1 Ekim’de Şam, takip eden günlerde de Rayak, Humus ve Beyrut İngiliz kuvvetlerinin eline geçti. Bu gelişmeler çerçevesinde bölgede bulunan Mevlevi Alayı da kuzeye doğru çekildi ve bir gönüllü birlik karakteri taşıdığından da kolayca dağıldı. Bu fiilî durum karşısında muhtemelen 1918 Eylülü sonlarında Mücahidin-i Mevleviye Alayı resmen lağvedildi.
Alay Komutanı Veled Çelebi’nin: “Suriye bozgunu başlayınca Konya’ya döndük. Bu tarihî Mevlevi Alayı dağılarak dergâhlarına gittiler” ifadeleriyle tasvir ettiği son perde şüphesiz kolay yaşanmadı. Büyük bir heyecanla ve fedakârlıklarla, vatan savunmasına koşan bu insanlar, böyle bir sonun verdiği acı ve ıstırabın altında kaldılar. Pek çok gönüllü, yaşı ve sağlığı müsaade etmediği hâlde, cepheye koşmuş idi. Bu seferde Veled Çelebi gibi, ilgilenemediklerinden dolayı yakınlarını kaybedenler oldu, kimileri sağlığını, kimileri de hayatını kaybetti. Bu dağılışta âdeta bir dram yaşandı. Bir örnek vermek gerekirse, Erzincan Mevlevihanesi Postnişini İbrahim Hakkı oldukça yaşlı olmasına rağmen maiyetindeki gönüllülerle birlikte alaya katılmış, ancak harp mıntıkasının zor şartlarında gözlerini kaybetmiş idi. Üstelik memleketine dönerken yol parasını bulamadığı için Sivas’ta çaresizlik ve yardıma muhtaç durumda kalmıştı. Ancak resmî makamlardan kendisine yapılan yardımı ile memleketine dönebilmişti.
12. Kolordu Komutanı Fahreddin’in (Altay) 16 Ocak 1919 tarihinde Veled Çelebi’ye gönderdiği yazıda: “İlâ-yı kelimetullah uğrunda en mühim bir harp cephesinde îsâr-ı hûn ederek (kanını dökerek) hidemat-ı hasene ve fedâkârane ifası suretiyle gösterdiği kıymetdar muavenetden dolayı Alay mensubîni ilel ebed iftihar ve tarikat-ı aliyye-i Mevlevîye’de asil tarihini bu şanlı menkabe ile tezyîd edebilir” şeklinde takdir dolu ifadelerine muhatap olan bu gönüllüler için daha sonra ne gibi bir işlem yapıldığı şimdilik kaynaklardan ayrıntılı olarak takip edilememektedir. Ancak Ahmet Remzi (Akyürek) Dede’ye gönüllü alaydaki üstün gayretlerinden dolayı harp madalyası ve beratı verildiği bilinmektedir. Herhâlde, diğer gönüllülere de ordunun takdir ettiği belge verilmiş olmalıdır. Veled Çelebi’nin de alay mührünü ve diğer evrakı teslim etmesiyle Gönüllü Mevlevi Alayı tarihteki yerini almış oldu.