MODERN BİLİME DE IŞIK TUTAN MESNEVİ’DE HÜCRE VE ŞEKLİ

A+
A-

MODERN BİLİME DE IŞIK TUTAN MESNEVİ’DE HÜCRE VE ŞEKLİ

Nuri ŞİMŞEKLER

“Mevlâna’nın misyonu” denince, genellikle aklımıza Hak velisi, sevgi, hoşgörü ve barış elçisi gibi terimler gelir. Bunlar doğrudur. Her biri Mevlâna’nın yıllar önce söylediği fikirlerin günümüzde ihtiyaç duyulan yansımalarıdır. Yada kendisinin de Mesnevi’de eleştiri olarak dediği gibi, eserlerini okuyan herkes kendince onu bir kalıba sokar ve anladığı ölçüde Mevlâna’yı sınıflandırmaya çalışır.

Mevlâna’nın Mesnevi’si de ana tema olarak yukarıda anılan terimlerle birlikte, farklı bir özellik de taşır. Bu da eserin beyit aralarına serpiştirilmiş, ancak işin ehli ve bilgi sahiplerinin anlayacağı sosyal, kültürel, tarihsel ve hattâ bilimsel bulgulardır.

Bu eserin satır aralarına dikkatlice bakıldığında, bilim dünyasında henüz XVI. yüzyılda dillendirilen dünyanın yuvarlak oluşu ve dönmesi, XV. yüzyılda denendiği kayıtlara geçen insanların kanat takarak uçmaya çalışmaları, uçağın icadıyla kullanılmaya başlanan paraşütü, henüz geçtiğimiz yüzyılda keşfedilen atom ve yapısını, yeni yeni değeri anlaşılan bitkisel tedavi ve yöntemlerini, 1980’li yıllarda önerilmeye başlanan çocukların oyuncak vasıtasıyla eğitimi sistemini ve 2000’li yılların başında bilimsel olarak kanıtlanan anne karnındaki çocuğun dışarıdaki konuşmaları duyup etkilendiği gibi önemli bulguları Mevlâna’nın dilinden bulmak mümkündür.

İpek Yolu’nun Aralık 2004 sayısında dünyanın yuvarlak olduğu ve döndüğü, yer çekimi ve atomun yapısı konularını Mevlâna’nın çarpıcı beyitlerini yansıtarak kaleme almıştık. Hayli ilgi gören bu yazımızdan aldığımız ilhamla, Mesnevi’yi her zamankinden farklı bir gözlemle okumaya başladık. Ve bu dikkatli okumamız sayesinde de henüz bundan 200 yıl kadar önce keşfedilen ve çağımızda kesinlik kazanan insan hücresi ve yapısını, aynı bugünkü bulguların paralelinde Mesnevi’de bulduk.

Hücreyi ilk defa 1665 yılında İngiliz bilim adamı Robert Hooke, mantar dokusunu gözleyerek bulmuş ve “boşlukodaodacık” anlamına gelen “cell” sözcüğüyle karşılamıştır. Hücre bilimine ilişkin ilk yayınlar ise bundan 200 yıl kadar sonra, Alman botanikçi Matthias Schleiden (1881) ve zoolog Theodor Schwann (1882) ile başlayabilmiştir. Bu iki araştırıcı Hücre Kuramı’nın kurucuları olarak kabul edilir. İnsan hücresinin ise başlangıçta bal peteği şeklinde olduğu henüz mikroskobun geliştirildiği 1700’lü yılların sonu ve 1800’lü yılların başına rastlar ve aynı kelimeyle karşılanır. Daha sonra yapılan araştırmalarda ise, insan embriyosu oluşmadan önce var olan “zigot”un tek bir nokta şeklinde olduğu, daha sonra bölünerek bal peteği gibi geometrik şekiller aldığı tespit edilmiştir. Hücrenin girdiği dokuya göre şekil değiştirdiği, yıldız, oval, küp, silindir ve dikdörtgen gibi şekiller alabildiği de bilinmektedir. Yine son yıllarda önemi anlaşılan ve tedavi amaçlı olarak son yüzyılın en büyük buluşu olarak değerlendirilen “kök hücre”nin de bal peteği şeklinde olduğu resimlenerek görüntülenmiştir.

İşin ilginç yanı ve bu yazıyı kaleme alma sebebimiz olan husus da budur. 1250 yıllarında yazılan Mesnevi’de, insanların hücrelerden meydana geldiği ve insan hücresinin bal peteği şeklinde olduğu açıkça geçmektedir. Mevlâna yukarıda belirtildiği gibi “oda, odacık” anlamına gelen “hücre” kelimesini de “ev, oda” anlamındaki Farsça “hâne” kelimesiyle karşılamıştır:

“Mâ çu zenbûrîm u kâlibhâ çu mûm

Hâne hâne kerde kâlib râ çu mûm”

(Mesnevi, I, 1813)

Çevirisi: Biz arı gibiyiz, bedenler mum (petek) gibi. (Allah) bedenleri bal mumu gibi göz göz, ev ev yapmıştır.

İşte görüldüğü gibi, hem insanların hücrelerden meydana gelen beden yapısı, hem de hücreye verilen isim Mevlâna ve kendisinden yüzyıllar sonra yaşamış olan bilim adamları tarafından aynı kelimeyle karşılanmaktadır.

Mevlâna’nın yine Mesnevi’de tasavvufî mânâda söylediği “Vücudunun her zerresi ayrı ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan kurtaramazdı.” (IV/2943) beyitindeki “zerre” kelimesinden de insanların hücrelerden meydana geldiğini çıkarmak mümkündür. Çünkü “hücre” en küçük canlı olarak adlandırıldığı gibi, Arapça olan “zerre” kelimesi de bir varlığın en küçük parçası anlamına kullanılır. En son bulgulara göre kabul edilen “Hücre Teorisi”nin bir maddesi, “Hücreler canlıların en küçük yapısal ve fonksiyonel birimidir” diyerek, Mevlâna’nın kullandığı “zerre” kelimesini bilimsel olarak onaylamış oluyor.

Yine aynı Teori’nin bir diğer maddesinde “Bütün canlıların bir veya bir çok hücreden meydana geldiği” kabul edilmektedir. Bu husus da Mevlâna’nın Divan-ı Kebir’deki bir gazelini çağrıştırıyor. Mevlâna bu gazelinde insan vücudunda sayısız miktarda hücre bulunduğunu ve bunların sessiz gibi dursalar da, iyi bakıldığında canlı olduklarının anlaşılacağını söyler ve yine bilim dünyası tarafından yeni keşfedilen “hücrelerin ölüp, tekrar yenilendiğine” vurgu yapar:

“Bedeninin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit! Sen büyük bir şehirsin; hayır bir değil binlerce şehirsin (binlerce hücreden meydana gelmişsin).

Belki görünüşte hepsi sessiz gibidirler, ama senin gizli şeylerini görüyorlar ve (eğer anlarsan) çalışmalarını senden gizlemiyorlar.

Evet; görünüşte bedeninde bulunan zerreler (hücreler) susmada, ama onların hepsi de gizli gizli işler yapıyorlar (fonksiyoneldirler).

Hepsi de senin varlığınla kalleşçesine kumar oynuyorlar. Hepsi de hem görünüyor, hem de gizleniyorlar; bunların hepsi de hem avdır (yok olur), hem de avcıdır (yok eder).

(Ş. Can, Mevlâna, s. 397; krş. Divân-ı Kebir, Furûzânfer neşri, VI, s. 2821)

Sonuç;

Mevlâna’yı mutasavvıf bir şair veya sadece semâ yapan bir Hak velisi olarak değerlendirmemek gerekir. O, eserlerinde sunduğu anlamlı fikirleriyle, insanı ve toplumu inceleyip problemlerine çözüm sunan bir düşünür; aynı zamanda bilimsel konularla ilgili olarak söylediği beyitleriyle de gizemli bir bilim adamı hüviyetindedir. Bundan dolayı başta Mesnevi’si olmak üzere, eserlerini her kesimden, her meslek grubundan, her yaştan insanın okuyup incelemesi, mutlak olarak kendisinin, bilim dünyasının ve dolayısıyla da insanlığın faydasına olacaktır.