Mevlevilikte ölünmez susulur… – HALİT ÖMER CAMCI
Mevlevilikte ölünmez susulur…
HALİT ÖMER CAMCI
İstiklal Caddesi gazisi iseniz yani yolunuz caddeden bir şekilde geçiyorsa caddeyi sonlayıp Galata Kulesi’ne doğru yönlendiğinizde sol köşede bir yapı dikkatinizi çeker (çekmelidir). Bu yapı İstanbul Mevlevihaneleri (hatta dünya mevlevihaneleri) içinde günümüze sağ salim ulaşabilen Galata Mevlevihanesi’dir. Kulekapısı veya Beyoğlu Mevlevihanesi, Galip Dede Dergahı, nihayetinde de Divan Edebiyatı Müzesi diye isimlendirilen bu yer Türk hafızasını oluşturan bir çok kahramanın da uğrak yeridir. Fatih Sultan Mehmed’in ‘Has Nedimi’, Bosna ve Rumeli Beylerbeyliği yapmış İskender Paşa’dan matbaa tarihinin başında yer alan İbrahim Müteferrika’ya, ünlü seyyah ve yazar Edmondo De Amicis’den kendisi de bu dergahın şeyhleri arasında yer alan Hüsn-ü Aşk şairi Şeyh Galib’e kadar daha bir çok unutulmaz ismin buluştuğu, bir noktadır.
Şeyh Galip, Aşkın Şairi
Galata Mevlevihanesi’nin en unutulmaz simalarının başında elbette Şeyh Galip gelmektedir. 19. yy Divan Edebiyatı’nın zirvesi sayılan Şeyh Galip, 24 yaşında bitirdiği, tasavvufi referanslar, sembollerle yazdığı divanı’yla dünya edebiyatına çok kıymetli bir rehber kitap bırakmıştır. Asıl adı Mehmed olan Şeyh Galip, 1757 yılında, İstanbul’da doğmuştur. Daha çok küçük yaşlarda büyük bir kabiliyet ve başarı gösteren şair, ilköğrenimini babasından görmüş, daha sonraları dönemin ünlü şairlerinden Farsça’nın inceliklerini öğrenmiştir. Ailesinin etkisiyle Mevlâna Dergâhı’nda (Konya) çileye girdi, sonra yine babasının etkisiyle çilesini tamamlayamadan İstanbul’a geri göndü. İstanbul’a döndüğünde Yenikapı Mevlevihanesi’nde çilesini tamamlamıştır. Daha sonra, 1791’de Galata Mevlevihanesi Şeyhliği yapmıştır. Ansızın, 3 Ocak 1799’da, İstanbul’da ölmüştür; ölümünün nedeni bilinmemektedir. Türbesi Galata Mevlevihanesi’nin bahçesindedir.
Şiir, musiki ve sema
Dünyada yüzlerce mevlevihane, önümüzdeki aylarda doğmunun 800. yılını kutlayacağımız Hz. Mevlana’nın yolunun yolcusu olan Mevleviler’in buluşma, sema etme, halleşme yerleridir. Hz. Mevlana; yaşadığı müddetçe dostluğu çağları aşan büyük yoldaşı Şems’in de yaktığı bir kandil olarak, şiir, musiki ve sema ile gönlünü inceltmişti. Hakikati söylemenin belkide en güzel yolu olan şiiri, ünlü Mesnevi’sinin dili olmuş, yazdığı Farsça beyitler günümüzde de tazeliğini koruyarak en çok okunanlar arasında yer almıştır. Başta Konya olmak üzere ülkemizde ve dünyanın bilinen bilinmeyen yerlerinde hala bir kitap gibi değil, dillerden düşmemesi gereken bir vird/dua gibi okunan Mesnevi, Afganistan dağlarında yaşayan bir savaşçıdan, İran’da bir gence, Amerika’da bir üniversite hocasından Japonya’da bir mühendise kadar milyonlarca insan tarafından başucu kitabı olarak takip edilmektedir. Amerika’da en çok satan kitap, İran’da en çok okunan şiir kitabıdır.
O ayrılıklardan şikayet etmektedir
Yeryüzünde bulunmak, bir kamışın kamışlıktan kesilip bir çöle atılması ve ney haline gelen kamışın bir ömür boyu ağlaması gibidir. Mesnevi bu ağlamanın / inlemenin kitabıdır. İlk onsekiz beytini kendi elleri ile yazan Hz. Mevlana, eserin kalanını kendi söylemiş oğlu Bahaaddin Veled’de yazmıştır. Mesnevinin ilk cümleleri şöyle başlar: “Şu Ney’in neler söylediğini can kulağı ile dinle, o ayrılıklardan şikayet etmededir.” “Beni kamışlıktan kestiklerinden beri, feryadımdan, duygulu olan erkek de, kadın da inlemekte, ağlamaktadır. Şu var ki beni dinleyen her insan, benim neler dediğimi anlayamaz, benim feryadımı duyamaz. Beni anlamak, beni duymak için, ayrılık acısı çekmiş, gönlü yaralanmış, içli bir insan isterim ki, acılarımı, dertlerimi ona anlatayım. Aslından, vatanından ayrı düşmüş, oradan uzaklaşmış kişi, orada geçirmiş olduğu mutlu zamanı arar, o zamanı tekrar yaşamak ister, ayrıldığı sevgiliye tekrar kavuşmak ister..” (Tercüme: Şefik Can)
Suskunluk ahirete kadar
Mevlevilikte musiki çok önemlidir. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş. Müzik sonsuzluğu anlayabilmenin bir anahtarı gibidir. ‘Can’ sahibi olmanın işareti olarak kabul edilir. Sema başlarken ilk hareket semazenlerin meydana çıkıp dönmüş olması değil, neyzenin dudaklarının neyle buluşmasıdır. İlk dönüş musikinin başlaması ile başlar. Müzik sonsuzluktan alınan bir hareket emri, Allah’ın ‘Kun/Ol’ emrinin remzi gibidir. Allah, yoklukta çırpınan insana ‘Ol’ der ve semazen meydana çıkmaya, dönmeye başlar. Üzerinden yokluğu, geceyi çağrıştıran siyah kaftanını çıkarılır. Var olmanın beyaz elbisesiyle ve ney/müzik/sesle canlı olmaya başlar. ‘Can’ Mevlevilikte sesle birlikte vardır. Galata Mevlevihanesi’nin mezarlık kısmına girmeye niyetlenip kapısına yöneldiğinizde kapıda şöyle bir ifadenin bulunduğunu göreceksiniz: ‘Hamuşan, susmuşlar/Sessizler evi’. Yani Mevlevilikte ölünmez, susulur. Yeniden konuşana, ahiret alemlerine ulaşılacak zamana kadar ’emaneten’ susulmuş, daha sonra buluşulacak ve sonsuza kadar konuşulacak, ‘Hayy’ sahibi olunacaktır. Hz. Mevlana ahir ömründe, hasta yatağında yatarken onun ölümünü büyük bir hüzünle bekleyen dostlarına, öldüğüm gün ‘Şeb-i Aruz’dur’ (düğün/kavuşma günü) diyerek onları teselli etmiş, üzülmek ne kelime sevinin diye vasiyet etmiştir. Mesnevi’nin bir beytinde ölmüş olmayı şöyle anlatmıştır. ‘Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.’ ‘Ey aşıklar, ey aşıklar! Cihandan göç etmek zamanı geldi. Gökten can kulağıma göç davulunun sesi geliyor.’
Üç Yeşil Kubbe
İslam dünyasında üç yeşil kubbe vardır. Birincisi hepimizin bildiği, Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek/mualla varlığının üzerinde bulunan Mescid-i Nebevi’nin kubbesidir. İkincisi ve pek bilinmeyeni de Şam’da Hz. Muhyiddin İbn Arabi’nin türbesinin kubbesi ve üçüncüsü de Hz. Mevlana’nın Konya’da medfun bulunduğu türbenin kubbesidir. Yeşil renk tasavvufda Allah’ın ‘Hayy’ (hayat veren, canlı tutan) ismine tekabül etmektedir. Yeryüzünde insan olmayı, insanı manen canlı tutan yetenekleri başta Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) miras aldığımızı, daha sonra İbn Arabi’nin asrımıza kadar birçok insanın hidayetine vesile olduğunu, aynı şekilde Hz. Mevlana’nın yüzyılımızı ‘canlandıran’ bir kandil olduğunu düşündüğümüzde ‘yeşil’ kubbeler renkleri ile dahi çok manidar durmaktadır.
Mevlevilik Adetleri
Mevlevilerin kendilerine has olan ve terbiye ve imanlarından gelen zarif konuşmaları ve konuşma kalıpları vardır. Kapıyı kapatmak yerine sırlamak, mumu söndürmek yerine dinlendirmek denilir. Uyandırılacak kişiye; ‘agah ol erenler’, mezarlığa ‘hamuşan’, mevlevi mensuplarına ihvan, diğerlerine avam denilir. Selam göndermek: aşk-u niyaz etmek, ışık: çerağ, ölmek: yürümek-göçmek, gömülmeye: sırlanmak, ‘yok’ yerine ‘hak vere’, sen yerine siz, ben yerine biz, uykuda yerine vahdette denir. Gelene hoş geldin demeye aşk vermek denilir. Buna muhatap olan da aşk almış olur. Kullandıkları eşyayı öpmeden kullanmazlar. Mevlevi selamı: sağ el sol omuza, sol el sağ omuza konarak ve hafifçe eğilirken sağ ayağın baş parmağı, sol ayağın başparmağına konarak selam verilir
“Ben yaşadıkça Kur’anın bendesiyim. Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) yolunun tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse ondan da, o sözden de uzağım.”
Bir zamanlar çocuktuk; şimdi üstad olduk. Bir zamanlar dost yüzü görmekle şad olduk. Maceramızın sonu ne oldu, dinle: ‘Bulutlar gibi geldik ve rüzgarlar gibi geçip gittik.’
Dostundan bir cefa gördünse onun bin tane vefası oluduğunu hatırla. İyilik günaha karşı bin şefaatçi gibidir.
Ruh tufanında biz Nuh’un gemisiyiz; şüphesiz elsiz, ayaksız gideriz.
Gönlüm! Sevgiliye doğru git; ey dost, dostu karşıla, ey bekçi uyan, bekçiler uyumamalıdır.
Bu ırmakta ne ölmek var bize
Bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
Bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret. (Tercüme: A. Kadir)