MEVLEVİLİKTE MANEVİ EĞİTİM – Dr. Safi Arpaguş
Vefa Yayınlarının Hz. Mevlâna ve Mevlevilik üzerine yaptığı yayınlara bir yenisi daha eklendi. Dr. Safi Arpaguş’un hazırladığı “MEVLEVİLİKTE MANEVİ EĞİTİM” adlı kitap çok önemli bir boşluğu dolduracak.
Mevlevîlik adı kullanılarak zamanımızda çok çeşitli ve farklı amaçlara hizmet eden uygulamalar mevcuttur. Bu yapılanmalar, yüzyıllardır uygulanan geleneklerden olabildiğine uzaklaşmış ve bozulmuş bir hal almıştır.
Dr. Safi Arpaguş ve diğer araştırmacılarımızın da katkıları ile ortaya çıkan bu eserler sayesinde, yüzyıllardır coğrafyamızda hüküm süren, güzel ahlaklı insan yetiştirme ocakları olan Mevlevîhânelerin de önemi ortaya konulmaktadır.
Bu çalışmaları için Dr. Safi Arpaguş hocamızı tebrik eder, eserlerinin hayrlara vesile olmasını dileriz.
ÖNSOZ
XIII. yüzyıldan günümüze kadar çeşitli yollarla varlığını hissettiren Mevlevîlik, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin tasavvufî anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. Mesnevi düşüncesinin tecessümü şeklinde de anlamamıza müsaade eden bu anlayış, geçmişten günümüze İslâm düşüncesi içerisinde önemli bir yer edinmiştir. Osmanlı dinî düşüncesinde ve sosyal hayatında etkin roller üstlendiğini gördüğümüz Mevlevîlik, insanın -genel olarak tasavvufî anlayışta da görüleceği üzere- en güzel kıvamda yaratılmış, ilâhî bir hilâfet görevine sahip mükerrem bir varlık olduğunu kabul eder. Ancak özünde bir nefha-i ilâhî taşıyan insanın tecellî ve zuhur âlemine inişle özünden uzaklaşıp kesrete boğulduğunda mir’ât-ı ilâhîsi mâsivâ ile kirlenip paslanmakta, âdeta ilâhî tecellîleri karşılayacak saflık ve temizlikten uzaklaşarak matlaşmaktadır. Bu ayna tecellî-İ İlâhîye mazhar olabilmek için parlatılmalıdır.
Çünki sen âyine-i kevne tecellâ eyledin
Öz cemâlin çeşm-i âşıktan temaşa eyledin
Tasavvufta, bu âyine-i rabbaninin cilâlanması imgesiyle dile getirilen manevî eğitim, insanın özünde taşıdığı değerlerin ortaya çıkarılıp, yaratılış gayesi doğrultusunda yeniden inşâsı demektir. Bununla amaçlanan ise, insanın beşerî zaaflarından arındırılarak sahip olduğu üstün makam ve değerin kendisine tekrar kazandırılmasıdır.
Âyinedir bu âlem her şey Hak ile kâim
Mir’ât-ı Muhammedi’den Allah görünür dâim.
Tasavvufta seyr ü sülük olarak adlandırılan bu manevî eğitim-öğretim ameliyesi, -her ne kadar çeşitli tasavvufî ekollerde farklı uygulamaları görülse de- genellikle halvet, riyazet ve çile gibi uygulamalarla yapılmıştır. Mevlevîlikte Manevî Eğitim adını verdiğimiz bu çalışmada, Mevlevî Çilesinin mâhiyetini ve genel tasavvufî anlayışla örtüşen-ayrışan yönlerini incelemeyi ve tasavvufun merkezine oturan insân-ı kâmil anlayışına yönelik katkısını ortaya koymayı amaçladık. Bu çalışmada, insanın kemâl arayışındaki çetin yolculuğun duraklarında karşılaştıklarına Mevlevîlik perspektifinden bakmaya çabalayacağız.
Çalışmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş, Kaynakların Tespit ve Değerlendirilmesi ve Tasavvufta Manevî Eğitim alt başlıkları ile iki kısma ayrılmaktadır. Kaynakların Tespit ve Değerlendirilmesi başlığı altında çalışmamıza kaynaklık ettiğine inandığımız Mevlevîlik âdâb ve erkân kitapları ile bu hususta kaleme alınmış risaleler değerlendirilip müellifleri, mevzuları ve muhtevaları hakkında bilgi verilmiştir. Burada ele alınan çalışmaların bir kısmı bu hususta bilinen eserlerdir. Ancak bir kısmı da bu çalışma ile ilk defa ortaya çıkan ve yayınlanan risalelerdir. Bu kısımda değerlendirilip tanıtılan eserleri dört sınıfa ayırmak mümkündür: Bunlardan ilk kısım, Mevlevî âdâb ve erkânına dair eserlerdir, ikinci kısım, Mevlevî kültürü içerisinde yer etmiş mühim şahsiyetlerin kaleme aldığı hâtırat ve mektuplardan oluşmaktadır. Üçüncü kısım eserler, Mevlevîlik tarihi mâhiyetinde yazılmış eserlerdir. Dördüncü kısım eserler ise, Mevlevîliğin son dönemine ait çile ve manevî eğitim konularının ele alındığı risalelerdir.
Tasavvufta Manevî Eğitim başlığı altında ise, halvet, uzlet, riyazet ve mücâhede gibi tasavvufî terbiye ve eğitim konularıyla, nefis terbiyesinin mâhiyet ve keyfiyeti ele alınarak, Mevlevî çilesinin konuya getirdiği anlam farklılıklarına atıflar yapılacaktır. Mevlevîlikte manevî eğitimin klasik tasavvufî eğitimle aynîliği ve farklılıkları ile bir eğitim süreci olarak çilesinin kaynaklarına işaret edilecektir.
Birinci Bölümde, Mevlevîlikte manevî eğitimin uygulandığı, dervişlerin hamlıktan olgunluğa, çiğlikten pişmeye doğru kemâl yolculuklarında içerisinde bulundukları mekânlar incelenerek, özellikleri ve bu mekânların eğitim ve olgunlaşma sürecine katkısı değerlendirilecektir. Bir Mevlevîhânenin hemen her birimi ve ne anlam ifade edip hangi hizmetleri deruhte ettiği üzerinde durulacaktır. Burada özellikle çilenin çekildiği mekân olması bakımından matbah-ı şerif bütün detaylarıyla ele alınıp değerlendirilecektir. Ancak bu değerlendirmede bütün Mevlevîhânelerde mahallî ve sosyal nedenlerden dolayı fizikî yapı olarak tam bir bütünlük bulunmadığından, bütün Mevlevîhânelerin numunesi olan ve diğer Mevlevîhânelerin hemen hepsinin mekân olarak kendisinin küçük ya da büyük bir kopyası olduğu Kâbetü’l-Uşşâk diye nitelendirilen Konya Asitâne-i Aliyyesi temel alınacaktır. Şerefü’l mekân bi’l-mekîn anlayışından hareketle bu mekânlarda gerek eğitim alan ve gerekse eğitim veren derviş, dede ve muhibbândan her kimin nerede, nasıl bir yeri ve görevi olduğu da önemine binâen değerlendirmelerimize konu olacaktır.
ikinci Bölümde ise, bütün yönleriyle Mevlevîliğin seyr ü sülûkü ve manevî eğitimi olan bin bir günlük çile ve keyfiyeti değerlendirilecektir. Tarikata girişten intisaba, çile için kabul yeri olan saka postundan çilenin sona erdiği kapıdan geçmek ve hücreye çıkışa kadar en ince ayrıntılarına kadar kaynakların elverdiği ölçüde bu keyfiyet incelenecektir.
Üçüncü ve son bölümde ise Mevlevîhânede Manevî Hayat başlığı altında Mevlevîhânedeki gündelik hayat ve mahiyeti üzerinde durulacaktır. Mesnevi dersleri ile dârü’l-mesnevîler, mesnevîhanlık müessesesi gibi konulara değinilecek, bir irşâd kitabı olarak Mesnevî’nin bu gelenekteki üstün mevkiine temas edilecektir. Semâ meşki, semâ çıkarmak, mübtedî mukabelesi, mukâbele-i şerif ve garipler semâı gibi başlıklarla semâm kısım ve şekilleri ile manevî sembol ve remizleri değerlendirilecektir. Belirli bir merasimle yapılan ve bu kuruma ait bir yemek türü olan lokmanın pişirilmesinden sunulmasına kadar Mevlevîlerin sofra âdabına, yemek-içmek gibi konulardaki hassasiyetlerine dikkat çekilecektir. Meydân-ı şerifte murakabeye durmak, evrâd-ı şerif ve ism-i celâl okumak ve âyin-i cemde bulunup bir araya gelmek, güzel sanatlar eğitimi ile Cenâb-ı Hakk’ın Cemâl tecellîlerini bir sanat öğrenimi ile paralel olarak nefsine ve kişiliğine uygulayarak güzelleştirmek, bunları yaparken de asla âdâb ve erkânın dışına çıkmamak gibi temel konuları irdelemeye çalışacağız.
Geçmişten günümüze köprü olabilme, geçmişin irfanından numuneler sunmayı amaçladığımız bu eserin sonuna Ekler başlığıyla bu gelenekte önemli hizmetlerde bulunmuş zevatın bu konuların inceliklerine dair kaleme aldıkları orijinal risaleleri aynen aktarmayı uygun bulduk. Bu eserler, Hz. Şârih İsmail Rusûhî Ankaravî’nin Risâle-i Usûl-i Tarikat ve Biât’ı, Gelibolu ve Kahire Mevlevîhâneleri şeyhi Hüseyin Azmî Dede’nin Nuhbetü’l-Âdâb’ı, Nakşî-Mevlevî geleneğin önde gelen isimlerinden Mustafa Vahyî’nin Dürretü’l-Azîziyye adlı risaleleridir. Bu eserlerden özellikle Hüseyin Azmî Dede’nin Nuhbetü’l-Âdâb’ı tarafımızdan tesbit edilerek ilk defa bu çalışmada yayınlanmaktadır. Çalışmamıza önemli katkıları olan ve bu geleneğe ait biri matbu, diğer ikisi yazma olup kaybolmaya yüz tutmuş bu son derece önemli üç risalenin metin ve transkripsiyonlarını ilim dünyası ile paylaşmak istedik. Bunlara ilave olarak Mevlevî gelenekte önemli yerleri olan Şeyh Gâlib, Esrar Dede ve Sâkıb Dede’nin Mevlevîliğin temel unsurları sayılan hizmet, çile, mevlevîhâne ve matbahı şiirsel anlatımlarıyla tanıttıkları, muhteva bakımından son derece zengin şiirlerinede yer verdik.
Şüphesiz her çalışmanın kendine has bir hikayesi vardır. Bu çalışmanın hikayesinde kendisine yer bulan herkese teşekkür ederim. Başta bu alandaki çalışmalarımda sürekli destekçilerim olan, rehberlik ve teşvikleriyle önümü aydınlatan kıymetli hocalarım, Prof. Dr. Mustafa Tahralı, Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz ve Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç beyler olmak üzere Anabilim dalımızdaki değerli mesai arkadaşlarıma teşekkürlerimi arzederim. Sağladığı çalışma ortamı ve akademik hayatın her alanında hissettiğim desteğinden dolayı eşim Doç. Dr. Hatice Arpaguş’a müteşekkirim. İmlâ birliği ve metin bütünlüğü hususunda yardımlarını gördüğüm, kaynakların değerlendirilip yorumlanmasında kendisiyle fikir alışverişinde bulunduğum arkadaşım M. Nedim Tan’a da teşekkür ederim.
Hz. Mevlânâ, ‘Sözün hayırlısı az ve öz olanıdır’ der ve Mesnevî’nin ilk onsekiz beyitini şöyle bitirir:
Haletinden pişkinin anlar mı ham
Söz kısa kesmek gerektir, vesselam! (Mesnevi, 1/18)
Sözü, son dönem Mevlevî ediplerinden Nâzım Paşa’nın (v. 1345/1926) Mevlevîlikte manevî eğitim coşku ve hazzını dile getirdiği dizeleri ile tamamlayalım:
Zevk-i aşkı matbdh-ı Mollâ’da ikrar eyledim
Tâb-ı Ateşbaz ile sûzişler izhâr eyledim
Seyyid-i Sır-dân’ın oldum vâye-dâr-ı himmeti
Mahzen-i Zerkûb’dan cevherler isâr eyledim
Nura gark oldum füyûzât-ı Ziyâü’l-Hak ile
Şems’e döndüm âşıkane neşr-i envâr eyledim
Hazret-i Sultan Veled lütfuyla oldum kâmyâb
İltifâhyla dil-i mahmuru huşyâr eyledim
Nâzım oldum cebhe-sâ-yı feyz-i Mevlânâ-yı Rûm
Hamdülillâh rü’yet-i envârı dîdâr eyledim.
Bütün gayretimiz, rızâ-yı Cenâb-ı Hak, şefâat-i Hz. Resul ve himmet-i ehl-i irfana mâtufdur. Talebimiz ise, daima tevfîk-i Hûda’nın refîkimiz olmasıdır.
Dr. Safi Arpaguş