MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI

A+
A-

Betül SAYLAN*

MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ

A. MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI

Asil, zarif, okumuş, bilgili kimseler için kullanılan bir unvan olan “çelebi”, Türkmen dilinde Allâh’ın isimlerinden biri olan “Çalap”tan gelmektedir. Sondaki nisbet “yâ”sı ile kelimeye “çalabî”, yâni “Allâh’a mensup, Allâh’a bağlı” anlamı verilmiş ve telaffuzu zamanla “çelebi” şekline dönüşmüştür.55 Kelimenin Grekçe’den veya başka bir Hint-Avrupa dilinden geldiği konusundaki iddiâlar ise inandırıcı olmaktan uzaktır. Nitekim İbn Battûta, “çelebi”nin Anadolu’da “efendi” anlamında kullanıldığını belirtmektedir.56

Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi postnişîni Celâleddin Ergūn Çelebi de, kendisine bir gün, muhiblerden birinin; “Çelebi Efendi bunda mıdır?” diye nidâ etmesi üzerine; “’Çelebî ’ bundadır, lâkin ‘efendi’ bunda değildir” diye cevap vermiş ve aradaki farkı şöyle izâh etmiştir: “‘Çalab” kelimesi Türkçe’de, Allâhu Teâlâ’nın isimlerinden olup, bu sebepten biz (Çelebî), Hakk’a mensûbuz. ‘Mevlevî’, ‘Çelebî ’ ve ‘İlâhî’ kelimeleri aynı mânâya gelmektedirler. Mensûb, mekânî ve mensûbün-ileyh de lâ-mekânîdir. ‘Efendi’ ve ‘mevlâ’ kelimeleri de bu sebepten benzerdir” buyurup dervişânı aydınlatarak, uyumsuzluğu gidermek için kendisine “çelebi efendi” olarak değil de, yalnızca “çelebi” olarak hitâp edilmesini tavsiye etmiştir.57

Son makam çelebisi Abdülhalim Çelebi’nin torunu olan Celâleddin Çelebi (ö. 1416 h./1996 m.), evlâd-ı Mevlânâ tarafından tesis edilen çelebilik makāmının târihî seyrini şu şekilde özetlemektedir: “Hz. Mevlânâ’nın vefâtının akabinde, önce Çelebi Hüsâmeddin (683 h./1284 m.), Sultan Veled’in (ö. 712 h./1312 m.) ısrârına binâen postnişîn olmuş; sonra Sultan Veled bu makāma geçmiştir. Zamanla Hz. Mevlânâ’nın türbesinin ve Konya Mevlânâ Dergâhı’nın yapılması; Sultan Veled’den sonra Mevle­vîliği oğlu Ulu Ârif Çelebi’nin (ö. 719 h./1320 m.), onun ardından da iki kardeşi Şemseddin Âbid Çelebi (ö. 739 h./1338 m.) ve Hüsâmeddin Vâcid Çelebi’nin (ö. 742 h./1342 m.) temsil etmesi; böylelikle tarîkatın yavaş yavaş teşekkül etmeye başlaması; Konya Mevlânâ Dergâhı’nda evlâd-ı Mevlânâ’ya mahsus bir makāmın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Mevlevîlik târihinde ilk olarak ‘Çelebi’ unvânını taşıyan, Hz. Mevlânâ’nın halefi Çelebi Hüsâmeddin’dir. Çelebi Hüsâmeddin’den sonra bu unvânı alan Ulu Ârif Çelebi almıştır. Böylece Ulu Ârif Çelebi’den îtibâren onun soyundan olanlara ‘çelebi’; Hz. Mevlânâ’yı temsil eden makāma ‘çelebilik makāmı’; bu makāma oturan çelebiye ‘makam çelebisi’ veyâ ‘çelebi efendi’ denilmiştir… Soyu baba tarafından Hz. Mevlânâ’ya ulaşan çelebilere “zükûr çelebi”; ana tarafından ulaşan çelebilere “inâs çelebi” adı verilmiştir. Çelebi efendi olabilmek için zükûr çelebi olmak şartı vardı. Ana tarafından çelebilik makāmına gelebilmiş tek kişi, Ebûbekir Çelebi’nin (ö. 1052 h./1642 m.) azledilmesiyle pâdişah fermânıyla yerine tâyin edilen III. Muhammed Ârif Çelebi’dir (ö. 1050 h./1640 m.).” 58

Ancak, Çelebi Hüsâmeddin’in evlâd-ı Mevlânâ’dan olmadığını belirtmek için “Çelebi Hüsâmeddin” olarak anılmış; evlâd-ı Mevlânâ olan çelebiler ise, isimlerinin sonunda “çelebi” unvânını kullanmışlardır.59

Mevlevîliğin teşekkül zamanlarında, makam çelebisi olan çelebi efendi, genellikle kendisinden sonra bu makāmı temsil edecek en münâsip çelebiyi işâret etmiş; böylece Hz. Mevlânâ’yı temsîlen çelebilik makāmında bulunan çelebi efendinin vasiyetiyle bir ihtilaf yaşanmamıştır. Birçok kaynakta belirtildiği gibi, makam çelebiliği dâimâ babadan oğla geçmemiştir. Bilhassa Mevlevîliğin teşekkül zamanlarında, evlâd-ı Mevlânâ’dan olan bütün erkekler makāma geçmişlerdir. Hattâ, Ulu Ârif Çelebi’nin (ö. 719 h./1320 m.) büyük oğlu olan Emir Âlim Çelebi (ö. 751 h./1350 m.), Konya dışında yaşamış olmasına rağmen, makam çelebiliği kendisine geldiğinde, çelebilik makāmı dokuz sene kadar kardeşi Emir Âdil Çelebi’nin (ö. 770 h./1368 m.) vekâletiyle devâm etmiş ve Çelebi’nin Konya hâricinde vefât ettiği haberinin gelmesiyle kardeşi Emir Âdil Çelebi resmen çelebilik makāmına geçmiştir.60 Bunun hâricinde, kendi evlâtları yerine yeğenlerini, amcazâdelerini işâret eden çelebi efendiler de olmuştur. Esâsen daha sonra da, bilhassa Ferruh Çelebi’nin (ö. 1010 h./1601 m.) azledilmesinden makam çelebisinin tâyini, devlet eliyle, pâdişah fermânıyla ya da çelebilerin kendi seçtikleri makam çelebisi namzedini şeyhülislâmlığın onaylamasıyla gerçekleşmiştir.

Yine evlâd-ı Mevlânâ’dan Celâleddin Çelebi, çelebilik makāmının zaman içerisindeki seyrini de, nasıl Mevlevîliğin idâre merkezi hâline geldiğini de  şöyle özetlemektedir:

“Mevlevîliğin  teşekkül  edip  yayılmasından sonraki  dönemlerde  çelebi efendilerin  mânevî  nüfuzlarının  giderek azalması; evlâd-ı Mevlânâ arasına giren rekābet ve makam hırsı; Konya dışındaki Mevlevî tekkelerinde çelebi efendilerden daha üstün nitelikli ve etkili şeyhlerin yetişmesi; onların da Mevlevîliği temsil eden en yüksek mânevî makāma sâhip kişiler olarak tanınmalarına yol açmış, bunun netîcesi olarak da çelebilik makāmının nüfûz sahası daralmış ve çelebi efendi tarîkatın sâdece maddî teşkilâtında lider sayılmıştır Çelebiler arasında anlaşmazlıkların ortaya çıkışından ve Mevlevîliğin siyâsî iktidâra bağlı bir müessese haline gelişinden sonra çelebilik makāmına tâyin pâdişah irâdesiyle gerçekleşir olmuştur. Meclis-i Meşâyih’ın kurulmasından sonra (1868) tâkip edilen usûle göre çelebilik makāmına geçmeye aday olan kişi tâyin teklifini şeyhülislâmlığa arzeder, şeyhülislâmın tasdîkinden sonra pâdişah irâdesi çıkar ve çelebi efendi olacak kişiye tebliğ edilirdi.” 61

Osmanlılar’ın ilk devirlerinde pâdişahın ölümünden sonra tahta geçecek şehzâdenin Manisa’ya vâli oluşu gibi son çelebi efendiler zamânında da makāmdaki çelebiden sonra çelebi efendi olacak kişiler, Manisa Mevlevîhânesi’ne şeyh tâyin edilmeye başlanmıştır. Burada Osmanlı şehzâdeleri ve çelebi velîahdları münâsebetlerde bulundukları da nakledilmektedir.62 Bu temâyül de, tabîi olarak Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan îibâren karşısında mânevî bir otorite, neredeyse mânevî bir devlet mesâbesindeki Mevlevîliğe Osmanlı’nın daha çok dikkat etmesine ve Konya Mevlânâ Dergâhı’nı, mevlevîhâneleri, çelebiyânı ve dervişânı kontrol altında tutmalarına sebep olmuştur. Mânevî bir otorite olması hasebiyle çelebileri ve dervişânı taltif ederek kontrol etmeyi tercih etmişlerdir.

Evlâd-ı Mevlânâ’dan Celâleddin Bâkır Çelebi, kendisinin de şâhit olduğu makam çelebiliğinin sona erişini de şu şekilde ifâde etmektedir: “Tekkelerin kapatıldığı 1925 yılında bu makāmda bulunan Abdülhalim Çelebi’nin aynı yıl vefâtı üzerine Halep Mevlevî Dergâhı’nda şeyh bulunan oğlu Muhammed Bâkır Çelebi çelebilik makāmını Halep’te kurmuş; bu müessese Suriye’deki Fransız hükümeti tarafından da tasdik edilmiş ve Halep Dergâhı yurt dışındaki diğer mevlevîhânelerin de merkezi olmuştur. Bâkır Çelebi’nin 1943’te İstanbul’da ölümü ve ertesi yıl Suriye’nin bağımsızlık kazanmasından sonra hükümet Bâkır Çelebi’nin oğlu Celâleddin Çelebi’ye Suriye tâbiiyetine geçmesi şartıyla çelebiliğini tasdik etmeyi teklif etmiş, bu teklif kabul edilmeyince çelebilik makāmını ve bu makāmın imtiyazlarını kaldırmıştır. Ülkedeki diğer mevlevîhânelerle Halep Mevlevîhânesi’nin vakıflarına el konularak bütün mevlevîhâneler Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanmış, böylece çelebilik müessesesi târihe karışmıştır.” 63

Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Ahmed Remzi (Akyürek) Dede Târîhçe-i Aktâb adlı manzûm eserinde, bu müessese bünyesinde vazîfe yaparak Hz. Mevlânâ’ya hizmet eden çelebi efendilerin doğum, ölüm ve çelebilik makāmına geçiş târihlerini vermiştir.64 Biz de bu eserden yola çıkarak, makam çelebilerinin doğum, ölüm ve çelebilik vazîfesine geldikleri târihleri zikrettik. Eserde zaman zaman Mevlevîlik târihinde mühim olan hâdiselere de temas edilmiştir. (örn: Semâ’ın yasaklanması…)

 


* MEVLÂNÂ ÂİLESİ VE MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKÂMI – SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN ÖRNEĞİ – Doktora Tezi

55 İpşirli, Mehmet, “Çelebi”, DİA, c. VIII, s. 259

56 İbn Battûta Rıhletü İbn Battûta – İbn Battûta Seyâhatnâmesi, c. I, 408, YKY

57 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 87; Esrâr Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, (haz: İlhan Genç), AKMY, s. 102-103; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 236

58 Çelebi, Celâleddin, “Çelebi Efendi”, DİA, c. VIII, s. 261

59 Top, H. Hüseyin, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 52

60 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 221

61 Çelebi, Celâleddin, “Çelebi Efendi”, DİA, c. VIII, s. 261

62 Top, a.g.e., s. 53-54; Pakalın, Osman Zeki, “Çelebi”, OTDTS, c. I, s. 345

63 Çelebi, Celâleddin, “Çelebi Efendi”, DİA, c. VIII, s. 262; Elgin, Necati, “Dil ve Târih Bakımından Çelebi ve Çelebilik”, Konya Halkevi Mecmûası, s. 88, 1946, s. 10-14;

64 Ahmed Remzi, Târîhçe-i Aktâb, Dımaşk, 1334

ETİKETLER: