rebab01_giris
REBAB (Rebap, Rubap, Rubab, Robab)

Rebâb gibi eski bir sazın doğumu hakkında net bilgiler bulmak mümkün değildir. Ancak çeşitli rivayetler mevcuttur. Kimi rivayetlere göre Süleyman Peygamber’in rebâb çaldığı söylenir ki bu milattan önce 3800’lere yani Sümerlere kadar dayanır. Bir başka rivayete göre de rebâbi Farâbî îcat etmiştir. Başka bir kaynakta ise Uygur Türklerinden bu yana rebâb çalınmaktadır. Müzik enstrümanları çok geniş coğrafyalara yayılmış, zamanla buralarda değişimlere uğramışlardır. Bin sene evvel, ıklığ, kemençe, rebâb diye adlandırılan sazlar muhtemelen ayni sazlar olabilir. Tarih içinde bunlar yaylı sazların ortak ismi olarak da kullanılmıştır. Bütün bu bilgiler ışığında rebâb Kuzey Pasifik’ten Orta Asya’ya oradan Akdeniz’e, hatta Endülüs aracılığıyla Bati Avrupa’ya kadar geniş bir coğrafyada kullanılmıştır. (Avrupa’da “Rebece (Rebek)” adıyla anılır.) Büyük ihtimalle kavimler göçü ile yahut Moğol zulmünden kaçan halklar tarafından İran, Arap coğrafyası ve Anadolu’ya gelmiştir. Selçuklularda ve Osmanlı İmparatorluğu’nda gözde bir saz olarak kullanılmıştır. 18. Yüzyıl’ın ortalarında keman sazının Osmanlı’da icra edilmeye başlamasıyla gitgide eski önemini yitirmiş 19. asrin sonlarına doğru icracısı iyice azalmıştır.

MEVLEVİLİK VE REBÂB

Mevlevîlikte rebab ney kadar önemli bir metafordur. Hz. Mevlânâ’nın eserlerinde yetmişin üstünde beyitte adi geçmiş Ahmed Eflakî Dede Menâkibu’l-Ârifîn’de, on ayrı konuda rebabdan bahsetmiştir. Kimi beyitlerde gönlünün ateşini rebabin ateşiyle teşbih etmiş, kiminde rebabin sesi İsrafil’in sesi olmuş, kimisinde rebab gizli sırları fâş ederken kiminde de rebab doğru yola varmak için yol olmuştur. Hz. Mevlânâ ve oğlu Sultan Veled bizzat rebab çalmışlardır. Bunu Dîvân-i Kebîr’deki bazı gazellerinden anlıyoruz. Sultan Veled Rebâb-nâme adıyla anılan bir mesnevî yazmıştır. (Bu eserde rebâb Hz. Mevlânâ’nın Mesnevîsinde neyi kullandığı gibi bir metafor olarak kullanılmıştır.) Rebâb-nâme’de der ki: “Ney sadece kamıştan yapıldığı için onda sadece bir çeşit inleme vardır. Oysa rebabın oluşumunda ağaç, deri, kil, demir gibi maddeler vardır. Rebâbin iniltisi bu yüzdendir ki neyden daha fazladır” diye ifade buyurmuşlardır. Ağaç ağlıyor, deri ağlıyor, kil ağlıyor, demir ağlıyor vatan iştiyakıyla. Hz. Mevlana birkaç beyitinde rebabin mızrapla da çalındığının işaretlerini veriyor. Rebâbî Osman ve Rebâbî Ebûbekir adlarıyla dönemin iki rebâb icracısından da bahsediyor. Günümüzde neyin bu kadar önde olduğu ve rebâbin da bir o kadar geride kaldığı âşikâr ve hayret vericidir. Oysa daha evvel değindiğimiz gibi rebâb Mevlevilikte ney kadar değerlidir ve ney kadar fazla kullanılmıştır. Temennimiz; rebâbin da sırlarını anlamak ve bu sırları anlatmak isteyen sanatkârlarımızın artması, rebâbin layık olduğu yere gelmesidir.

Biz Rebab’ın ruhunu, Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinden öğreniyoruz. Bunun dışında, rebabın tarihçesi ile ilgili söylenenler spekülasyondan öteye geçmemektedir. Özellikle günümüzde çok az kişi tarafından çalınan “Hindistan cevizi tekne, yuvarlak-uzunca sap ve atkuyruğu telden oluşan” Rebab’ın geçmişi hakkındaki somut ve görsel bilgiler 17. yy. gravür ve minyatürlerinden daha geriye gitmemektedir. Rebab’ın tarihi kökenleri hakkındaki araştırma ve iddiaların; müzik tarihçilerinin konusu olduğunu düşünüyoruz.

İşte bu noktada bizi asıl ilgilendiren şey, Rebab hakkında bazı icracı-icra denemeci kişilerin Rebab’ın tekrar gündeme getirildiği 1950’li yıllardan bu yana ileri sürdükleri bir takım iddialardır. İçinde bulunduğumuz güç, iktidar ve başarıya odaklı global anlayışın çeşitli çevrelere sirayet etmiş olduğu gibi, sanatçı dünyalarını da etkisi altına aldığını görmek üzüntü vericidir.

Rebab’da geniş aralıkların basılamayacağı (dolayısı ile perde bağlanması),volümünün az olması (dolayısı ile metal tel takılması), yuvarlak sapın çalım zorluğuna yol açması (dolayısı ile sapın düz tuş yapılması ) gibi argümanlarla Rebab’ın otantik yapısının tamamen değiştirildiğini görmekteyiz.

Sazın tarihi sürecinde doğası doğru yorumlanamamış ve zaman içinde gelişimini sağlaması maalesef mümkün olamamıştır. Tellerinin atkuyruğu olması, vücut harareti nedeniyle icra sırasında akord sorunlarının yaşanmasına yatkın olduğu yorumu doğrudur. Ancak bu sorunsal, sazın orijinini bozmadan ve daha yüksek müzikal katkı sağlayacak biçimde (naçizane) tarafımızdan aşılmıştır.

Şöyle ki:
Rebabla süren bir ömürlük yolculuğumuz boyunca, bu soruna farklı yaklaşımlarla çözümler geliştirmeye çalıştık. Atkuyruğu yerine Japon-Kore ipeği, Bursa ipeği, yekpare bağırsak tel, çeşitli sentetik alaşımlardan yapılmış enstrüman telleri kullanarak bu sorunu aşmaya çalıştık (metal tel kullanımını hiç düşünmedik, zira dönemi itibari ile metal tel kullanımı söz konusu olamazdı).

En mükemmel çözüm olarak:
Atkuyruğu yerine sazın ebat-akorduna göre 3.0, 4.0 ve 5.0 bağırsak ameliyat ipliği (crome cat gut) kullanarak hem akord sorununu aştık; hem de volüm, tonalite ve tını olarak çok daha yüksek bir müzikalite elde ettik.

Rebab.net sitesi ile yapmaya çalıştığımız ve çalışacağımız şey, aksinin benimsenmiş yada benimsetilmiş olmasına rağmen, Rebab’ın Türk müziğinin her makam ve formdaki eserini çalmaya müsait olduğu gibi, sesinin rengi, tınısı, ifade ve nüans zenginlikleri ile öbür çalgılardan teknik açıdan hiçbir eksiğinin olmadığını ve sazın, kendi orijinal fiziğinin, Türk müziği icrasının tavır ve üslubuna ilişkin çok yüksek katkılarının olduğunu göstermektir.

İbrahim Metin UĞUR

ÖRNEKLER

İbrahim Metin Uğur –  Taksim 

 


Rebâbın Tarihi

Rebap Türkiye, İran, Arabistan, Kuzey Afrika, Afganistan, Pakistan,Hindistan ve Cava gibi ülkelerde çeşitli benzer biçimleri olan mızraplı yada yaylı çalgıların ortak adıdır. Bunların bazıları hem yayla hem de mızrapla çalınabilme özelliğine sahiptir. Tam olarak ortaya çıkış tarihi bilinmemekle beraber Evliya çelebi ünlü seyahatnamesinde rebabın Süleyman Peygamber huzurunda çalındığını yazmıştır. Bu inanç; rebabın eskiliğini İ.Ö 3800 lerin Sümer topluluğuna kadar götürür. Yine Evliya Çelebi Hz.Muhammed in ilk eşi Hz.Hatice ile evlenmesinden bahsederken düğününde çalınan çalgılar arasında rebabı da anıyor.

Eski bir Hint efsanesi olan Ravanastron efsanesi de; yaylı çalgının icadını İsa dan öncelere dayandırır. İlk yaylı çalgıyı Seylan kralının icad ettiğine dair bir inanışı öne süren bu efsaneye rağmen Güney Hind topraklarında XVIII.yy dan önce yaylı çalgının kullanıldığına dair bir iz veya kayıt yoktur.

XVIII. yyda yaşamış olan musiki alimi kemani ve tanburi Hızır Ağa da‘Tevhim el-makamat fi tevlid en nagamat’ adlı musiki edvarında rebabı; X.yy ın musiki alimlerinden Farabi nin icad ettiğini öne sürmüştür. Evet Farabi Horasan ve Irak çalgılarını anlatırken rebaptan bahsetmiştir ancak rebap o tarihte yaylı bir çalgımıydı yoksa değilmiydi? Bu konuda kesin bir tespit bugünkü bilgilerimizle mümkün değildir. Çünkü Farabi hiçbir yaylı çalgıdan yada tarifini verdiği çalgıların yayından bahsetmiyordu. Orta Asya kazılarında çıkan duvar resimlerinin en eskilerinde de yaylı çalgılar yoktur.

Alman müzik bilgini Curt Sachs(1881-1959) bu yoldaki ilk izin VIII. yada IX. yy a aidiyetini tahmin ediyor. Ancak Evliya Çelebinin Hz.Muhammed in düğününde rebap çalındığı bilgisine dayanırsak yaylı çalgının VI. yy da Arabistan topraklarında kullanıldığını varsayabiliriz. Tarihte ilk yaylı çalgı Uygur Türklerinde görülmektedir. Buda bize yaylı çalgının vatanının Orta Asya olduğunu ve diğer yerlere buradan yayıldığını göstermektedir. Bazı Avrupalı araştırmacılar yaylı çalgının vatanını her ne kadar Bizans’a mal etme çabası göstermişlerse de yaylı çalgının çıkış yeri ve tarih içerisindeki yolculuğu bu teoriyi çürütmektedir.

Yaylı çalgı Uygur Türkleri vasıtasıyla Irak Fars Horasan ve Çin e kadar yayılmıştır. Orta Asya dan Anadolu’ya kadar gelen ilk yaylı çalgının Avrupa ya Anadolu dan geçmiş olabileceği görülmektedir. Hicri I.asrın ortalarında Arapların İranı istila etmeleriyle, İslamiyet ve ortaya çıkan kültür sanat sentezi Orta Asya ve çevresine doğru genişlemişti.

Rebabın Anadolu ya gelişi XIII. yy da Hz. Mevlananın babası Sultan ül-ulema Şeyh Bahaddin Veled ve müritlerinin Horasanın Belh kentinden Anadolu ya göçleri ile olmuştur.

II.Endülüs Emevileri zamanında Beni Ümeyye(Arap tarihçilerine göre Beni Mervan)Suriye Emeviler soyundan gelerek Cordoba başkent olmak üzere, İberya yarım adasında kurmuş oldukları İslam devletinde VIII. yy dan IX. yy’a kadar hüküm sürmüşlerdir. Arapların İspanyaya taşıdıkları rebap adlı çalgı ise Ortaçağın gözde çalgılarından biri olmuş ve orta Avrupaya kadar yayılmıştır. Bilhassa Troubadour lar (Güney Fransız saz şairleri) nezdinde o çağlarda çok kullanılmıştır. Avrupa da ortaçağ da ve erken Ronesans döneminde kullanılan önceleri ’Rubebe’ denilen bu yaylı çalgı IX. yy sonlarında Müslüman kültürüyle Avrupaya taşınmıştır. Kuzey Afrikadan gelen bu Magrip Rebabı Avrupada Rebec adlı bir çalgıya dönüşmüştür.

Rebec ve ortaçağ vieli XVI. yy’dan itibaren yerini violler’e bıraktı. Bugün keman olarak bildiğimiz çalgıya benzer ilk keman 1550 yılında İtalya yarımadasında ortaya çıktı. Türklerin Asya ve Anadolu da yaylı çalgılara müştereken ıklık diye hitap etmeleri geçmişte ıklık bugünse rebap adıyla bildiğimiz çalgıyı diğerlerinden ayırt edebilmeyi kavramsal anlamda güçleştirmektedir.

Türkler XV.yy’dan itibaren kültür dili olarak Farsçayı alınca ıklığa kemençe denilmeğe başlandı. Nitekim Osmanlı minyatürlerinin çoğunda uzun boyunlu Osmanlı kemençesi olarak geçmektedir. Çünkü Farisiler bütün yaylı çalgılara kemençe derdi. Kemanın Osmanlıya gelmesiyle Tanzimat döneminde terk edilmeye başlanan ıklık, Tanzimat aristokratlarınca avam bulunarak rebab diye ismi değiştirildi. Bu tamamen yabancı kelimelere karşı duyulan hayranlıkla lugat parçalama heveskarlığının bir ürünüydü. Oysa Araplarda bütün yaylı çalgılara rebap diyordu. Hatta birde o yıllarda Antepli Mütercim Asım Efendinin; (Rebap, ıklığı ile müteariftir ki, halen ayaklı keman dedikleridir) şeklindeki açıklamasıyla aynı çalgıya atfedilen isim sayısı ıklık, kemençe ve rebab’tan sonra ayaklı kemanla birlikte dörde çıkmıştı. Dolayısıyla bu terminoloji kargaşası Meragi den Rauf Yektaya kadar yapılmış saz tariflerini karmakarışık hale getirmiştir. Bu yüzden Türk çalgı kültüründe dört farklı ismine rağmen aynı çalgı olan bu enstrüman, bilmeyenlere değişik çalgılar olduğu kanaatini vermiştir. Ancak şu bir gerçektir ki zaman içerisinde göstermiş olduğu isim değişikliklerine rağmen dörtyüz yıl Selçuklularda altıyüz yıl da Osmanlılarda toplam on asır boyunca Türk müzik kültürünün tel yaylı çalgısıydı.

XVII. yy’da Evliya Çelebi seksen kemençe icracısı olduğunu yazıyor. Bugün Klasik Türk Müziğinde kullanılan armudi formdaki klasik kemençe denilen çalgı XIX. yy’da Balkanlardan geldiğine ve ancak bu tarihlerden sonra Vasilaki ile ilk defa Türk fasıl musikisine girdiğine göre Çelebinin bahsettiği kemençeciler muhtemelen ıklıkçıydılar.

Geçmişten günümüze rebaba icracıları: (Tespit edebildiklerimiz)

Hz.Mevlana (1207-1273)
Rebabi Osman (?-?)XIII.yy
Rebabi Ebubekir (?-?)XIII.yy
Sultan Veled (1226-1312)
Kemani ve Tanburi Hızır Ağa (-1760?)
Kemani Corci (-1805?)
Akif Dede XVII. yy
Hüsamettin Dede XVIII. yy
Tanburi Cemil Bey XIX. yy
Süreyya Baba XIX. yy
Münir Baba XIX. yy
Eyyubi Mustafa Sunar XX. yy
Faik Mis XX. yy
Sabahattin Volkan XX. yy
Edip Seviş XX. yy
Cahit Gözkan XX. yy
Ahmet Yakupoğlu XX. yy
Oruç Güvenç XX. yy
İhsan Özgen (1942-)
Mehmet Refik Kaya (1957-)

Mehmet Refik KAYA

ÖRNEKLER

Mehmet Refik Kaya – Hüseynî Taksim 


Rebab

Rebab, Hz.Mevlana´nın ve oğlu Sultan Veled´in icra ettiklerine dair güçlü deliller bulunan1, gövdesi hindistan cevizi kabuğundan olup, üzerine deri gerilen ve at kuyruğundan oluşan tellerine, yine at kuyruğundan yapılan yay sürülerek icra edilen perdesiz bir müzik aletidir.

Kültürümüzde çok önemli bir yere sahip olan bu enstruman, günümüzde maalesef çok az kişi tarafından bilinmektedir.

Rebabın ortaya çıkış yeri olarak Orta Asya gösterilmektedir. Mevlânâ´nın rebab üstüne okuduğu beyitler bize, tam çıkış yeri olarak Horasan´ı düşündürmektedir.

“Güneş ülkesi” ya da “Güneş Halkının Ülkesi” olarak da anılan Horasan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, İran´ın bir kısmı ve Kazakistan topraklarını kapsayan geniş bir coğrafyadır ve Orta Asya´nın büyük nehri Amuderya´nın deltasında yer almaktadır. Horasan´ın tarihi birkaç bin yılı kapsamaktadır. Tarih ve kültürün yüzlerce muhteşem eseri, antik Horasan´ın başkenti Köhne Örgenç´te toplanmıştır. Efsaneye göre bu kentte her gün 160 Pazar kurulurmuş. 144 kapı, 7700 medrese, 5300 minareli cami, 1000 kervansaray ve 5000 hamam varmış…2

Kasımpaşa Mevlevihanesi rebabilerinden, Saçlı Emir Efendi Camii ve tekkesi şeyhi Haşimi Osman Efendi´nin torunu Süreyya Baba (19. yy)

Rebab´ın bu bölgede doğduğu, ardından Mevlânâ´nın babası Sultan ül ulema Bahaaddin Veled önderliğindeki göç kafilesi ile birlikte Anadolu´ya geldiğine ve Mevlevî kültürünün bünyesinde geliştiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Eski minyatürlerde, rebab icra edenlerin umumiyetle Mevlevî sikke-i şerifi giydikleri görülmektedir. Bu konuda en önemli belgelerden biri, Kasımpaşa Mevlevihanesi rebabilerinden, Saçlı Emir Efendi Camii ve tekkesi şeyhi Haşimi Osman Efendi´nin torunu Süreyya Baba´nın rebab çalarken çekilmiş, 19. yüzyıla ait fotoğraftır .

Silsilenin Süreyya Baba´dan sonra gelen rebabilerince de rebabın orjinal yapısı korunmuş ve besteci, udi ve rebabi Cahit Gözkan´a kadar bozulmadan gelmiştir. Cahit Gözkan´ın bu saza çok saygı duymuş ve sevmiş olduğunu, rebab hakkında söylediği şu sözlerden anlamak mümkündür:

“Herhangi bir alet-i musikîde icrakârlık iki şıktan hâli değildir. Birinci mertebede, yani bidayette, saz icrakâra hükmeder. Bu mertebeden sonra icrakâr saza hükmetmeye başlar ki, artık muvaffakiyet yolu açılmış demektir.

Rebabda hemen hemen birinci şık devam eder. Rebab icrakâra karşı daima ağırlığını koyar. Yani icrakârın tasarrufuna girmez. Bu mübarek sazın sazende ile ülfeti, sazendenin kendi şartlarına uyması ile olur. Bu da sazendenin, rebabın ağır manevi tavır ve nağme ahengine intibak edebilmek zevk ve kabiliyetini göstermesine bağlıdır. Rebabın bünyesine uygun olan, ayini şerifler, ilahiler, beste ve semailerdir. Hülasa, rebab mecazdan ziyade hakikatı terennüm eden bir saz olduğundan ehli aşkın elinde dile gelir ve aynı şartlara haiz muhatab arar. Bu sebepledir ki Mevlevî dergah-ı şeriflerinde icra edilerek uşşaka hitab etmiş ve dergah canlarının mahremi olmuştur.” 3

Cahit Gözkan´ın ardından gelen ressam Ahmet Yakuboğlu da bu geleneği aynı hassasiyetle taşımıştır.

Ülker Erke´nin minyatürlerinde mevlevi rebabiler

Yapı olarak 19. yüzyılda Süreyya Baba´nın çaldığına çok benzer bir başka rebaba da Viyana´da “Museum der Wiener Musikfreun” müzesinde tesadüf edilmiştir. Açıklama yazısında Viyana´ya Türkiye´den gittiği belirtilen ve en az 200 yıllık olduğu söylenen bu rebab, bu enstrumanın aslının nasıl olduğuna dair bir başka kuvvetli delil teşkil etmektedir .

Hz. Mevlânâ´nın ve oğlu Sultan Veled´in bizzat rebab çaldıkları bilinmektedir 4. Sultan Veled Rebabname adında, tasavvufi konuları inceleyen bir eser yazmıştır. Rebab Orta Asya ve Anadolu´da müzikterapi uygulamalarında kullanılmış ve tesirli sesi Hz. Mevlânâ tarafından methedilmiştir. Bu konuda, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından, Mevlânâ Celaleddin isimli kitabında şöyle bir rivayet aktarılmaktadır.

“Konya bilginleri Kadı Sıraceddin´e başvurarak şeriatte haram olan rebab ve sema´ı reddetmesini istemişlerdi. Sıraceddin, “Bu erin kuvveti…” demişti, “… Tanrı´dan… Bütün bilgilerde örneksiz, onunla uğraşmamak gerek”. Bu söze kanaat etmeyen bir hoca fıkıha, mantığa, usûle, tefsîre, tıbba, nücûma ve sair bilgilere ait birçok meseleler tertib ederek Mevlânâ´ya yollamıştı. Mevlânâ da her meselenin cevabını o meselenin altına yazmış, ayrıca bütün o meseleri karıştırarak tek bir mesele yapmış, kağıdın altına da “Bütün alimler bilsinler ki dünya isteklerinden vazgeçtik, medreseleri tekkeleri onlara bıraktık. İstedikleri gibi bunların gelirlerinden faydalansınlar. Her şeyden vazgeçip bir bucağa sığındık. İşlerine yarasaydı, rebabı da din imamlarına bırakırdık. Fakat ne yapalım? Onlar rebaba haramdır diyorlar, aleyhinde bulunuyorlar. Rebab garip kalmış. Biz de o garibi okşamada ve onun gönlünü yapmadayız. Gariplere dost olmak erlerin kârıdır” sözlerini yazmış, kağıda bir de rebab hakkında gazel ilave etmişti…”

Viyana´daki “Museum der Wiener Musikfreun” müzesinde bulunan rebab. Fotoğrafta Oruç Güvenç (solda) ve müze müdürü rebabla beraber görülüyor.

Hz.Mevlana´nın rubailerinde de büyük bir övgüyle söz ettiği rebab, klasik Türk musikîsinde ve ayrıca müzik terapisinde başarı ile kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Osmanlı döneminde, padişahın çocuklarının sünnet düğünü gibi büyük eğlenceleri konu alan eski minyatürlerde, sazendelerin arasında rebab icra edenler de göze çarpmaktadır (kapak resmi). Rebab, yine bu eski minyatürlerde görüldüğü üzere, hanımların çok ilgi gösterdiği bir saz olması ile de ayrıca dikkati çekmektedir.

Minyatürlerde, rebab icra eden hanımlar.

Günümüzde ise, rebabla Ahmet Yakuboğlu sayesinde tanışan Oruç Güvenç, bu enstrumanı yeniden ihya etmeye, yozlaştırmadan geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Bugün, Tümata eğitim faaliyetlerinden olarak Türkiye, Almanya, Avusturya, İspanya ve İsviçre´de rebab öğrenen ve icra etmeye başlayan yüzden fazla öğrenci bulunmaktadır. Yine Tümata bünyesinde kurulan atölyelerde, pek çok otantik Türk enstrumanı gibi rebab da aslına sadık kalınarak üretilmektedir.

2002 Mart´ında, rebabı tekrar gündeme taşımak ve bu enstrumana olan ilgiyi artırmak amacı ile bir rebab turu düzenlenmiş, sahnede aynı anda yirmi dört rebab birden çalınarak konuya verilen önem vurgulanmaya çalışılmıştır.

UNESCO tarafından Hz. Mevlana yılı ilan edilmesi sebebiyle, Nisan 2007 sonunda ikinci bir rebab turu düzenlenmiştir. İzmir, Bodrum, Manisa, Konya, Kastamonu, İstanbul, Yalova ve Ankara´yı kapsayan ve Türkiye, Almanya, İsviçre, İspanya, Avusturya ve Şili´den toplam kırk altı kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bu turda, eğitim çalışmaları, konserler ve sergiler gerçekleştirilmiştir.

Oruç Güvenç tarafından Almanya, Avusturya, İsviçre, İspanya ve Türkiye´de rebab eğitimine devam edilmektedir.

Rebabın yapısı

Rebabın teknesi hindistan cevizi kabuğundan yapılır. Oyuk kısmı üzerine balık, keçi veya koyun derisi gerilir. Eşik bu derinin üzerine koyulur. Sapı sert bir ağaçtan, tornada silindir biçiminde çekilerek yapılır. Uzunluğu yaklaşık olarak 65cm´dir.

Rebab üç telli bir sazdır. Bu tellerden esas melodiyi çalmakta kullanılanı at kuyruğu kılındandır ve en sola takılır. Diğer iki madeni tel ise rezonans telidir. Bunlar ipek üzerine metal sarımdır. At kılından yapılan telin akordu davud, kız ya da bolahenktir. Teller sırasıyla en soldaki (at kılı olan) rast, ikincisi yegah, üçüncüsü kaba rast olarak akord edilir.

Rebabın altında, genellikle gövde ile aynı ağaçtan yapılan bir çubuk, tekneyi delerek alttan 15 cm kadar dışarı çıkartılır. Rebab, bu ayak da dizler arasına sıkıştırılarak çalınır.

Rebabın yayı at kuyruğu kılındandır ve elle gerilerek çalınır 4.

———————-

Notlar

1 Abdülbâki Gölpınarlı. Mevlânâ Celâleddin, Hayatı Eserleri, Felsefesi, Sayfa 214-216

2 Türkcan, Türkmenistan havayolları dergisi, Haziran 1993

3 Gökçe Güneygül. Onnik rebabın yapımı ve organanolojik olarak incelenmesi (Bit. Çal.), İstanbul 2003. s. 69.

4 Abdülbâki Gölpınarlı Mevlânâ Celâleddin, Hayatı Eserleri, Felsefesi, İnkılâp Yayınları 1999, Sayfa 214-216

5 Gökçe Güneygül Onnik rebabın yapımı ve organanolojik olarak incelenmesi (Bitirme çalışması), , İstanbul 2003.

Tümata.com