Sultan III. Selîm Han
Osmanlı İmparatorluğu tahtının otuzuncu padişahı Sultan III. Selim, Sultan III. Mustafa’nın oğludur; 24 Ocak 1761 tarihinde Topkapı Sarayı’nda dünyaya geldi. Annesi Mihrişah Sultan şair Münib’in
Mihrişah Kadın o Hûrşid-ü Kamer kevkebe kim
Pertev-i şânı kadar gamkede-i âlem-i şen
Mehdi-i ulyâmi edüb refêti temdit-i sürûr
Kimsenin tıfl-ı derd ile olmaz şiven
diye tarif ve tavsif ettiği hassas, müşfik bir kadındı. İşte Selim, bu hassas ve müşfik annenin sinesinde büyüdü ve ondan tevarüs ettiği bu temiz ve saf duyguları sanatkârane bir edâ ve âhenk içinde terennüm edebilmenin sırlarına erdi.
Padişah babası onun öğrenimine özel ilgi göstermiş ilim, edebiyat ve sanatta bilgi sahibi olması için her türlü imkânı sağlamıştı. Yalnız hocalarının çabasını yeterli görmemiş, şehzâdenin devlet işlerine yabancı kalmaması için yönetimin içinde ve bütün inceliklerini öğrenerek yetişmesini istemişti.
XVIII. yüzyılın son yarısında, yukarıda çizilen panoramanın tam tersine, Osmanlı İmparatorluğu dış ilişkilerinde büyük gailelerle karşı karşıyaydı.
Şehzâde Selim, gençlik yıllarını bu gerçekleri, pek çok tarihi olayı görerek ve tanıyarak yaşadı. Avrupa-Osmanlı İmparatorluğu ilişkilerinde büyük bir yakınlaşma olmuş, her iki dünya birbirini daha yakından tanımaya başlamıştı. Batı’nın hızla ilerleyerek güçlendiğini, Osmanlı İmparatorluğu’nun ise günden güne gerilediğini görüyor, kafasında bir yenileşme gerçeği filizleniyordu. Edebiyat ve mûsikî ile uğraşmaya bu yıllarda başlamıştı.
Babasının ölümü üzerine amcası Sultan I. mahmud padişah oldu;yeğeninin yaşantısına karışmadı ve Osmanlı saray geleneklerinin tersine onu hareketlerinde serbest bıraktı. Amcasının saltanat yıllarında da devlet işlerinden uzak kalmayan Şehzâde Selim, olup bitenleri yakından izlemiş ve bazı Avrupa devletleri ile gizli haberleşmeler bile yapmıştı. Bu durum padişahın hoşuna gitmemiş, 1775 yılından itibaren gözetim altında yaşamıştı. Nihayet Sultan Selim, amcasının ölümü üzerine 1789 yılında Osmanlı tahtına oturdu. Büyük sorumluluklarla karşı karşıya olduğunun bilinci içinde bir yandan dış sorunları çözüme bağlamak, bir yandan da içişlerine eğilmek, bir fesat yuvası durumuna gelen Yeniçeri Ocağı’ndan yararlanamayacağını bildiğinden, yeni bir ordu kurma gereğini duyuyordu.
Avrupa’da sosyal hayatta büyük değişiklikler olmuş, Fransız İhtilâli onun padişahlığı zamanında patlamıştı. Bütün Avrupa ülkeleri ve Rusya gözünü Osmanlı topraklarına dikmişti. Bu noktadan hareket ederek önce (Nizam-ı Cedîd) adını verdiği orduyu kurdu. Selimiye kışlasını yaptırarak gerçek askerliği geliştirmek istedi. Bu teşebbüs Sipahi ve Yeniçeri ocaklarını tedirgin etmiş ve padişaha dişler bilenmeye başlanmıştı. Devletin üst düzey yöneticileri, yeniçerilerle işbirliği içinde olduğundan rüşvet almış, yürümüş, bu niyet onların da rahatını kaçırmıştı.
I. Napolyon, imparatorluğunu ilân etmiş, o zamanlar bir Osmanlı vilâyeti olan Mısır’a göz dikerek kısa süre sonra işgal etmişti. Felâketler birbirini izliyordu. Sarayda mahpus bulunan IV. Mustafa bir akıl hastası olduğu halde, taraftarları tahtı ele geçirmek için her türlü yola başvuruyordu. Sultan III. Selim’in çevresinde bir felâket ağı örülüyor, çenber gittikçe daralıyordu. Oysa biraz olsun yönetimi düzene koymuş, bayındırlık işlerine eğilmiş, bir milletin hayatında kültürün önemine inanmış bir insan olarak okumayı teşvik amacı ile matbaalar açtırmış, kitaplar bastırtmış, Yalova’da bir kâğıt fabrikası bile kurdurtmuştu. Türkçe’ye önem vermiş, yazılarında ve Hatt-ı Humayûn’larında kolay anlaşılabilir bir dil kullanmış, Vak’anüvislere(Resmi tarihçilere)sâde bir dil kullanmalarını ve yalandan uzak yazmalarını emretmişti.
Günün birinde Kabakçı Mustafa adındaki bir sergerde yangını ateşledi. Alemdar Mustafa Paşa İhtilâli bastırmak üzere Ruscuk’tan İstanbul’a geldi. Padişahı hiç tanımayan, fakat ona gönülden bağlı olan bu mert askerin hatâları, bu yumuşak huylu ve sanatkâr ruhlu padişahın gereksiz merhameti sonucu zamanında önlem alınmadı. III. Selim’in hayatı imparatorluk tarihinin en kanlı, tüyler ürpertici bir fâciası ile sona erdi. (29 Temmuz 1808). III. Selim cânilerin saldırışlarına, sarayın loş ve karanlık bir odasında, feryad ve tazallümlerini içine sığdırmaya çalıştığı Ney’leriyle mukabele etmişti. !
Öldüğü zaman hırkasının cebinde Nevres-i Kadîm’in:
Kendi elimle yâre açıp verdiğim kalem
Fetva-yı hûn-i nâhakımı yazdı iptidâ
beyitinin yazılı olduğu bir kâğıt çıkmıştı.
Edebi kişiliği:
Yirmi yıl süren hükümdarlığı esnasında yenileşme yolundaki teşebbüs ve gayretlerinden başka, mûsikî ve şiire karşı göstermiş olduğu derin ve hararetli ilgiden dolayı, edebiyat mûsikî tarihimizde kendisine mümtaz bir yer ayırmamız gerekir.
İçindeki saltanat hırs ve arzusunun siyah dumanlı alevi yerine, aşk ve heyecanının rengârenk kıvılcımları parlayan bu sanatkâr yaratılışlı, sanatkâr doğuşlu insan , bir manzûmesinde bakınız eskimiş, çürümüş, nankörlüğünü ve nihayet Cihan’ın da , saltanatın da gelip geçici şeyler olduğunu mütevazi, rind bir edâ ile ne güzel anlatıyor:
Bağ-ı âlem ıcre zâhirde safâdır saltanat
Dikkat etsen mânevi kavgaya cardır saltanat
Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın
Kâm alırsa adl ile ol dem becâdır saltanat
Kesbeder mi vuslatın bin yılda bir âşık ânın
Meyleder kim görse ammâ bîvefadır saltanat
Kıl tefekkür ey gönül çarhın hele devranını
Ki safâ ise velev ekser cefâdır saltanat
Bu Cihan’ın devletine eyleme hırs-ü tamâ
Pek sakın İlhamî zira bîbekadır saltanat
Fakat ne yapsın ki Allah bu tahtı, bu saltanatı mülkün bir perişan zamanında ona nasib eylemiştir.
Onun asıl hassas ve sanatkâr hüviyetini her türlü dünyevî, maddî emel ve endişelerden uzak, sanatı ile başbaşa kaldığı zamanların ilhamından yükselen feryadlarında, tazallümlerinde bulmak mümkündür. Fuzulî’nin büyük ve mübarek ızdırabı onun da gönlüne girmiş, onu da yakmış ve ağlatmıştır.
Şiirlerinden anlaşılacağı üzere “İlhamî” mahlasını kullanmış ve bir “Divan” tertip etmiştir. Döneminin ünlü şâiri ve Mevlevi Dede’si Şeyh Galip’le bir hükümdar gibi değil iki şair, iki tarikat yoldaşı gibi dostluk kurmuş, edebî sohbetler yapmış, bu yakın dostluk ölümüne kadar sürmüştür. Bu sanat ve anlayış arkadaşlığı o derece ileri gitmişti ki, Cevrî Dede’nin yazmış olduğu şiirlere şarkı formunda besteler yapmıştır.
Mûsikîşinaslığı:
Sultan III. Selim’in Topkapı Sarayı’nda sürdüğü yirmi senelik tac ve taht saltanatının yanı sıra, çocukluğundan beri bütün içiyle, ruhu ile bağlandığı bir de mûsikî saltanatı vardır. Sûzidilârâ fasıl ve âyininin bestekârı eski edebiyatımızın Şeyh Galipleri, Esrar Dede’leri ile çağdaş bir şairi, Mevlânâ dergâhının yumuşak gönüllü bir dervişi olan bu içli, hisli insan, şehid edilinceye kadar yaşadığı günleri, seneleri, Sadullah Ağa, Ârif Mehmed Ağa, Tanbûri İzak, Abdülhalim Ağa, Hamami-zâde İsmail Dede gibi büyük ustalarla geçirdi. Bu ustalar ses âlemine ibdâkâr kabiliyetleri ile yeni yeni şaheserler kazandırıyorlardı. III. Selim, devrinin bu güzide sanatkârlarını davet eder, gece gündüz bunlarla vakid geçirirdi.
Mûsikîye genç yaşında başlamış ve bu güzel sanatla en ziyade şehzâdeliği zamanında meşgul olmuştur. Tahta çıkınca saltanat gaileleri, hükümet işleri, yenilik teşebbüsleri onun bu meşguliyetine az çok mâni olmuşşsa da , vakid buldukça yine yeni yeni besteler vücûde getirmekten geri kalmamış ve kendisinin doya doya uğraşamadığı bu güzel sanat müntesiblerini dâima teşvik ve himaye etmiştir.
III. Selim’in mûsikî hocaları Kırımlı Ahmed Kâmil Efendi ve Tanbûri Ortaköylü İzak’tır. Ahmed Kâmil Efendi’den usûl ve eser meşk etmiştir. İzak ise tanbur hocası idi. Bilhassa peşrev ve saz semaileriyle o devrin ünlü bestekârlarından biri olan İzak’a karşı padişahın fevkalâde hürmet ve teveccühü vardı. Yanına geldiği zaman ayağa kalktığı söylenir. Bürgün huzurda icra edilecek Küme Faslı’na geç kalan İzak’ı, harem ağaları içeri bırakmamışlar ve biraz incitmişler. Perde arkasından bu hali gören padişahın fena halde canı sıkılmış ve köleye, -Senin gibi binlerce köle bulurum;ama İzak gibi bir üstad bulamam-diye adamakıllı haşlamış. Böylece, padişahın da iyi bir mûsikîşinas olması ve bu sanatı, sanatkârları himaye ve teşvik etmesi sayesindedir ki bu devirde mûsikîmiz en feyizli, en verimli, en mükemmel bir merhaleye erişmişti.
Onun sanatla ve sanatkârlarla başbaşa geçirdiği zamanlar, hükümdar ve hükümdarlık otoritesinden ne kadar uzaklaştığını, sanatın ne kadar samimi ve hararetli bir müntesibi olduğunu şu fıkra bize anlatır:
. . . III. Selim bestelediği eserlerin tenkide şayan olup olmadığını öğrenmekten pek ziyade memnun olurmuş. Düşünülecek olursa mutlakiyetin ve istibdadın hüküm sürdüğü o devirlerde, hükümdar olan bir adamın eserlerinin bendeleri tarafından neşredilmesini istemesinden tabîi bir şey olamaz. Halbuki III. Selim katiyyen böyle düşünmez, eserleri okundukça etrafındaki mûsikîşinasların bîtaraf olarak mütala ve tenkidlerini bekler, hattâ bu hususta dalkavukluğa pek sıkılırmış. Padişak, Şevk-u Tarab makamında ve zencir usûlündeki beste’sinin zemin kısmında, hânelerin fahte usûlü ile nihayetinde asma bir karar verdikten sonra, çenber usûlü ile yeni bir melodik devreye başlamıştı. Bu durum ise zencir usûlünün kaidelerine hatırı sayılır derede aykırı idi. Her zaman olduğu gibi huzurda sual sorulunca, bu aykırılık ve yanlışlık için ne cevap vereceklerini düşünen mûsikîşinaslar, bir türlü hatâyı işaret etmeye kendilerinde cesaret bulamazlar. Nihayet o gece Şevk-ü Tarab faslının terennümü irâde edilir. Hanende ve sazendeler pür heyecan fasıla başlarlar. Beste okunur okunmaz, III. Selim durmalarını işaret eder. Zaten beklenmekte olan sual sorulur.
Bir dakika evvel ney, tanbur, keman ve hanendelerin sesleri ile inleyen salonu derin bir sessizlik kaplar, herkes göz ucu ile birbirlerine bakmaya başlar;kimse ağzını açmaya cesaret edemez. Nihayet padişahın ısrarı karşısında vardakosta Ahmed Ağa söze başlar ve Beste’nin usûl ile ilgili kusurunu açıkça anlatır. Buna karşılık III. Selim:
“. . . -Doğrusu ben de farkındayım;lâkin nağmelerin başka bir şekle ifrağı mümkün olmamıştı. Yoksa usûl ve kaideye aykırı olduğu malûmdur. Bununla beraber ihtarınız mucibi memnuniyet olmuştur;ne ise devam ediniz, der. . . ”
Onun ayrıca yeni yeni birleşik makamlar meydana getirmiş olması hassasiyetinin, zevkinin ve nihayet mûsikî bilgisinin enginliğine delâlet eder. Asırlardan beri işlene işlene en güzel eserlerin bestelendiği belli başlı makamlardan başka Isfahanek-i cedid, Hicazeyn, Şevk-i dil, Arazbar-bûselik, Hüseyni-zemzeme, Rast-ı cedid, Pesendide, Neva-kürdi, Gerdaniye-kürdi, Sûzidilârâ, Şevkefzâ makamları onun meydana getirdiği birleşik makamlardır.
Bu makamlardan muhtelif şekillerde eserler vücûde getirmiştir. Şarkı formundaki eserleri de ses sanatının her bakımından en veciz, en orijinal örnekleridir. Sûzidilârâ peşrevi ve bu makamdan iki beste, ağır ve yürük semâiler klâsik mûsikîmizin en güzel bir takımını teşkil eder.
Sultan III. Selim, küme fasıllarını genellikle annesi için yaptırdığı, Sultan Aziz döneminde tren yolunun yapılışı sırasında yıktırılan “Serdar Kasrı”nda icrâ ettirirdi.
Mûsikîmizde notanın ne büyük eksiklik olduğunu yakından hisseden bu hükümdar, bu yolda da çok çaba sarfetmiştir. Türk Mûsikîsi’nin bilimsel yönünü inceleyenlerle özellikle yakından ilgilenmiş, din ve milliyet göz etmeksizin herkesten yararlanmanın yollarını aramıştır. Bir yandan Hamparsum Limonciyan’dan bir nota bulmasını isterken, diğer yandan çağdaşı olan Ali Nutkî Dede ile Nasır Abdülbaki Dede’lerle dostluk kurmuş ve onlardan bu konuda yardım istemiş, teşvik ve iltifatlarını esirgememiştir. Bu sayede”Hamparsum Notası”bulunarak pek çok değerli mûsikî eserimiz unutulmaktan kurtulmuş;Nasır Abdülbaki Dede’de büyükbabası Nayî Osman Dede’nin bulduğu notayı geliştirmiş ve padişahın sûzidilârâ peşrevi ile daha bazı eserleri notaya alarak kendisine sunmuştur.
Tanbûri ve neyzen olan Sultan III. Selim aynı zamanda Mevlevi idi. Bu alçak gönüllü şahâne derviş, Galata Mevlevihânesi “Defter-i Dervişanı”na “Selim Dede”diye imza atmıştı. Bütün hayatı boyunca bu ilim ve sanat yuvasını korumuş, her türlü yardımı esirgememiştir. Mevlevi dergâhlarından yetişmiş olan sanatkârların sanat yolunda ilerlemesi için her imkânı sağladığı gibi, bizzat kendisi de bu sanata istidadı olduğunu gördüğü ya da duyduğu kimseleri mûsikîmize kazandırmıştır. Başta Hamami-zâde İsmail Dede, Basmacı Abdi Efendi, Suyolcu-zâde Salih Efendi, Dellâl-zâde ismail Efendi olmak üzere daha pek çok sanatkâr sayılabilir.
Batı Mûsikîsi’ne de kayıtsız kalmamış, fırsat buldukça bu mûsikîyi de tanımaya çalışmıştır. Tarihi kaynaklar onun, 1793 yılında Sadabâd dönüşü Topkapı Sarayı’ndaki Şevkiyye köşkünde hazırlanmış olan “Frenk Rakkasları”nı, 1797′de de “Opera Heyeti”ne temsiller verdirterek izlediğini belirtiyor.
Eserleri:
Dinî mûsikîmize ait âyin, durak, na’t, ilâhi formundaki eserlerinden başka, din dışı mûsikîmizin en büyük formu olan Kâr’dan başlayarak beste, semâi, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semâisi olarak altmış dört eseri biliniyor. Bazı ünlü bestekârlarla ortak fasıllar bestelemiştir. En çok kendi buluşu olan sûzidilârâ makamını kullanmıştır. Bestelemiş olduğu Mevlevî Âyini de bu makamdandır. Unutulan eserleri de vardır. Elimize bulunan eserlerinin on yedisi saz eseridir.
Mûsikîmize büyük hizmetleri geçmiş bu değerli insanı saygıyla ve rahmetle anıyoruz. . .
Sultan 3. Selim’in Eserleri
Makam + Form + Eserin Adı + Usûl
Acem Aşiran Şarkı Dinle sözüm ey dil–ruba Aksak
Arazbar Şarkı Oldu gönül sana mail Ağır Aksak Semai
Bûselik Şarkı Bir pür–cefa hoş dilberdir Aksak
Büzürg Beste Aşkınla havalandım bilaneliğim gel de gör Hafif
Evcara Beste Mevc–ı atlas–ı felekte bu havadan geçtim Muhammes
Hüzzam Köçekçe Bir gonca–ı nevres–fidan Aksak
Hüzzam Şarkı Gönül verdim bir civane Aksak
Mahur Tavşanca Ne ararsam sende mevcut Sofyan
Mahur Şarkı Sen şeh–ı hüsn–ı bahasın Ağır Aksak Semai
Mahur Beste Teşrif–ı kudümün gözetir şevk ile canım
Mahur Şarkı Gel açıl gonca–dehen zevk edecek günlerdir Şark–ı Devr–i Revani
Muhayyer–Sünbüle Şarkı Bir yosma şuh–ı dil–ruba Ağır Düyek
Muhayyer–Sünbüle Ağır Semai Dem o demlerdi ki edip hemdem–ı ülfet beni Sengin Semai
Muhayyer–Sünbüle Şarkı Ey gonca–i nazik–tenim Düyek
Nevâ–Bûselik Şarkı Çünki ey şuh–ı fedayi Düyek
Nihavend Şarkı Olmasın mı mübtelası serseri Ağır Aksak
Nihâvend–i Kebîr Şarkı Gel azm edelim bu gece Göksu’ya beraber Ağır Aksak Semai
Pesendîde Beste Her ne dem sakıy elinden sagar–ı işret gelir Çenber
Pesendîde Yürük Semai Yine gül safaya mecbur ne esir–ı dil–rübadır Yürük Semai
Pesendîde Ağır Semai Ziver–ı sine edip ruh–ı revanım diyerek Ağır Aksak Semai
Rast İlahi Andelib olmak dilersen ol güle Nim Evsat
Rast–ı Cedîd Beste Çeksem o şuhu sineye hulyalarım gibi Hafif
Saba Şarkı Bu dil üftade ol kakül–ı yare Düyek
Suz–i Dilara Şarkı Gülşende yine meclis–ı rindane donansın Curcuna
Suz–i Dilara Şarkı Nihal–ı kaametin bir gül–fidandır Aksak
Suz–i Dilara Yürük Semai Ab–u tab ile bu şeb haneme canan geliyor Yürük Semai
Suz–i Dilara Beste Çin–i giysusuna zencir–i teselsül dediler Hafif
Suz–i Dilara Ağır Semai A gönül cur–a mıyız kar–ı penah eyleyelim Ağır Aksak Semai
Suz–i Dilara Beste Kenan–ı aşkını çekmek o şuhun hayli müşkil Darbeyn
Suz–i Dilara Ayin Dilberi vü bidili esrarı mast Değişmeli
Şehnaz Şarkı Bir nevcivana dil mübteladır Aksak
Şehnaz–Buselik Şarkı Bugün bi–aman gördüm
Şevk–Efza Şarkı Ey serv–ı gülzar–ı vefa niçin ettin bize cefa Aksak
Şevk–i Dil Ağır Semai Aman aman yetişir bu edaların canım Aksak Semai
Şevk–i Dil Yürük Semai Nive bir yakılayım tab–ı ruhun mehveşine Yürük Semai
Şevk–u Tarab Kâr Der sipihr–ı sine–em dağ–ı muhabbet kevkebe Ağır Hafif
Şevk–u Tarab Durak Girandır çeşm–ı dilde hab–ı gaflet ya Resulall Durak Evferi
Şevk–u Tarab Yürük Semai Gönlüm yine bir gonca–ı nazik–tene düştü Yürük Semai
Şevk–u Tarab Şarkı Kapıldım bir nev–civana Aksak
Şevk–u Tarab Ağır Semai Lal–ı can–bahşını sun bezmde ey şuh emelim Aksak Semai
Şevk–u Tarab Beste Perçem–ı gül–puşunun yadıyle feryad eylerim Zencir
Tahir–Buselik Şarkı Güzel gel meclise tenha Aksak
Zavil Beste O gülden nazik endamım dayanmaz nale vü Muhammes
Zavil Beste Bezm–ı alemde meserret bana canan iledir Ağır Çenber
Zavil Yürük Semai Olmuş nişan–ı tir–ı muhabbet cuvan iken Yürük Semai
Aram–ı Can Peşrev Aram–ı Can Peşrev Devr–i Kebir
Aram–ı Can Saz Semai Aram–ı Can Saz Semaisi Yürük Semai
Arazbar Peşrev Arazbar Peşrev Ağır Düyek
Arazbar Saz Semai Arazbar Saz Semaisi Aksak Semai
Büzürg Saz Semai Büzürg Saz Semaisi Aksak Semai
Büzürg Peşrev Büzürg Peşrev Çenber
Dil–Nevaz Saz Semai Dil–Nevaz Saz Semaisi Aksak Semai
Dil–Nevaz Peşrev Dil–Nevaz Peşrev Fahte
Evc Saz Semai Evc Saz Semaisi Aksak Semai
Evc Peşrev Evc Peşrev Düyek
Evc–Bûselik Saz Semai Evc–Buselik Saz Semaisi Aksak Semai
Evc–Bûselik Peşrev Evc–Buselik Peşrev Devr–i Kebir
Evc–Kürdi Saz Semai Evc–Kürdi Saz Semaisi Aksak Semai
Evc–Kürdi Peşrev Evc–Kürdi Peşrev Çifte Düyek
Hicaz Saz Semai Hicaz Saz Semaisi Aksak Semai
Hicaz Peşrev Hicaz Peşrev Devr–i Kebir
Hicaz–ı Rumi Saz Semai Hicaz–ı Rumi Saz Semaisi Aksak Semai
Hicaz–ı Rumi Peşrev Hicaz–ı Rumi Peşrev Devr–i Kebir
Hicaz–Zemzeme Saz Semai Hicaz–Zemzeme Saz Semaisi Yürük Semai
Hisâr Vech–i Şehna Saz Semai Hisar Vech–i Şehnaz Saz Semaisi Aksak Semai
Hisâr Vech–i Şehna Peşrev Hisar Vech–i Şehnaz Peşrev Fahte
Hüseyni Saz Semai Hüseyni Saz Semaisi Aksak Semai
Hüseyni Peşrev Hüseyni Peşrev Devr–i Kebir
Isfahanek Peşrev Isfahanek Peşrev Ağır Düyek
Isfahanek Saz Semai Isfahanek Saz Semaisi Aksak Semai
Muhayyer–Sünbüle Peşrev Muhayyer–Sünbüle Peşrev Ağır Düyek
Muhayyer–Sünbüle Saz Semai Muhayyer–Sünbüle Saz Semaisi Aksak Semai
Nevâ–Bûselik Saz Semai Neva–Buselik Saz Semaisi Aksak Semai
Nevâ–Kürdî Saz Semai Neva–Kürdi Saz Semaisi Aksak Semai
Nevâ Peşrev Neva Peşrev Fahte
Nevâ–Bûselik Peşrev Neva–Buselik Peşrev Darbeyn
Nihavend Saz Semai Nihavend Saz Semaisi Aksak Semai
Nihavend Peşrev Nihavend Peşrev Çenber
Pesendîde Saz Semai Pesendide Saz Semaisi Aksak Semai
Pesendîde Peşrev Pesendide Peşrev Hafif
Rast Saz Semai Rast Saz Semaisi Aksak Semai
Rast Saz Semai Rast Saz Semaisi Aksak Semai
Rast Peşrev Rast Peşrev Çenber
Rast Peşrev Rast Peşrev Düyek
Rast Peşrev Rast Peşrev Hâvî
Rast–ı Sultani Saz Semai Rast–ı Sultani Saz Semaisi Aksak Semai
Rast–ı Sultani Peşrev Rast–ı Sultani Peşrev Çifte Düyek
Rehâvi Saz Semai Rehavi Saz Semaisi Aksak Semai
Rehâvi Peşrev Rehavi Peşrev Düyek
Saba Saz Semai Saba Saz Semaisi Aksak Semai
Saba–Aşiran Saz Semai Saba–Aşiran Saz Semaisi Aksak Semai
Saba–Aşiran Peşrev Saba–Aşiran Peşrev Fahte
Sipihr Saz Semai Sipihr Saz Semaisi Aksak Semai
Suz–i Dil Saz Semai Suz–i Dil Saz Semaisi Aksak Semai
Suz–i Dil Peşrev Suz–i Dil Peşrev Hafif
Suz–i Dilara Peşrev Suz–i Dilara Peşrev Ağır Düyek
Suz–i Dilara Saz Semai Suz–i Dilara Saz Semaisi Aksak Semai
Suz–i Dilara Peşrev Suz–i Dilara Peşrev Devr–i Kebir
Şevk–u Tarab Saz Semai Şevk–u Tarab Saz Semaisi Aksak Semai
Şevk–u Tarab Peşrev Şevk–u Tarab Peşrev Devr–i Kebir
Şevk–u Tarab Peşrev Şevk–u Tarab Peşrev Hafif
Tarz–ı Cihan Saz Semai Tarz–ı Cihan Saz Semaisi Aksak Semai
Tarz–ı Cihan Peşrev Tarz–ı Cihan Peşrev Düyek
Uşşak Peşrev Uşşak Peşrev Devr–i Kebir
Tâhir AYDOĞDU
Kaynak: Türk Mûsikîsi Tarihi, Dr. Nazmi ÖZALP