Mâye Âyin-i Şerîf
BİRİNCİ SELÂM
Ey Yûsuf-i meh-rûyan ey câh ü cemâlet hoş
Ey husrev ü ey şîrin ey nakş ü hayâlet hoş
Ey çehre-i tü mehveş âbest ü der û âteş
Hem âteş-i tü nâdir hem âb-ı zülâlet hoş
Ey sûret-i lutf-i Hak nakş-i tü hoşest el-hak
Ey nakş-i tü rûhânî vey nûr-i celâlet hoş
Tebrîz bi-gû âhir bâ gamze-i Şems-i din
K’ey fitne-i câdûyan ey sihr-i halâlet hoş
Vezni: Mef‘ûlü mefâîlün mef‘ûlü mefâîlün [Hezec]
Ey ay yüzlü (güzellerin) Yusuf’u! Mertebesi de güzel, yüzü de güzel (sevgili)! Ey Husrev, ey Şîrin; ey endâmı da hayâli de güzel (sevgili)!Yüzün ay gibi; suya benziyor; (ama sanki o) suda ateş var. Hem ateşin nâdir, hem berrak suya benzeyen (yüzün) güzel!Ey ilâhi lutfun mücessem hâli! Gerçekten şeklin, sûretin hoş… Ey şekli, rûhânî; yücelik ışığı, hoş olan (güzel)! Ey Tebriz, artık Şemseddin’in yan bakışına, “Ey büyücülere fitne olan, ey helâl sihri hoş olan!” de.
Dîdem seher an şâh râ ber şâh-râh-i hel etâ
Der hâb-ı gaflet bî-haber z’û Bü’l-Alî vü Bü’l-Alâ
Z’an mey ki der ser dâştem men sâgarî ber dâştem
Der pîş-i ô mî dâştem güftem ki ey şâh es-salâ
Vezni: Müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün [Recez]
Seher vaktinde o sultanı, hel etâ caddesinde gördüm; ondan Ebu’l-Alî’nin de Ebu’l-Alâ’nın da haberi yoktu, gaflet uykusundaydılar. Başımda taşıdığım şaraptan bir kadeh alıp ona “Ey padişah, buyur!” diye uzattım.(1)
Ey cân-ı cân-ı cân-ı can mestan selâmet mî künend
Ey tü çünîn ü sad çünan mestan selâmet mî künend
Vezni: Müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilân [Recez]
Ey canın canının canının canı! Sarhoşlar sana selâm ediyorlar. Ey böyle (bir güzelliğe) ve öyle yüzlerce (güzelliğe sahip olan)! Sarhoşlar sana selâm ediyorlar.
Fahr-i cümle sâkıyânî sâgarat der kâr bâd
Çeşm-i tü mahmûr bâd ü cân-i mâ hammâr bâd
Ey zi nûşânûş-i bezmet hûşhâ bî-hûş bâd
Vey zi cûşâcûş-i aşkat akl bî-destâr bâd
Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilât [Remel]
(Sen) bütün sâkilerin övünç (kaynağısın); kadehin hep işlesin! Senin gözlerin mahmûr, bizim canımız ise şarap satan olsun. Meclisinde (şarap) içildikçe içilsin de akıllar baştan gitsin. Senin aşkının coşkusundan akıl, kavuğunu (yitirsin).
Geh çerh-zenan hem-çün felekem
Geh bâl-zenan hem-çün melekem
Çerham pey-i Hak raksam pey-i Hak
Men z’ân-ı veyem nî müşterekem
Vezni: Fa‘lün feilün fa‘lün feilün [Mütedârik]
Kâh gökyüzü gibi dönmedeyim, kâh melek gibi kanat çırpmada… Dönüşüm de Allah için, oynamam da Allah için. Ben O’ndanım (ama, onunla) birleşmiş (ortak) değilim.
İKİNCİ SELÂM
Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil ü can îmân-ı menî
Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî
Vezni: Fa‘lün feilün fa‘lün feilün [Mütedârik]
Sultânımsın, sultânımsın; cânımda, gönlümde imânımsın. Bana üflersen ben dirilirim. Bir cân da nedir? Yüz cânımsın.
ÜÇÜNCÜ SELÂM
An Ferîdûn-i cihân-ı ma‘nevî
Bes büved bürhân-ı kadreş Mesnevî
Men çi gûyem vasf-ı an âlî-cenâb
Nîst peygamber velî dâred kitâb
Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilün [Remel]
O, mâna âleminin padişahıdır; kadrinin (yüceliğine) delil olarak Mesnevi yeter. O yüce zât hakkında ben ne diyeyim? Peygamber değil ama kitabı var.
Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur
Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultân olur
Vezni: Müfteilün fâilün müfteilün fâilün [Münserih]
Binlerce tebrikler! Bu nasıl bir sultandır ki hizmetçisi olanlar, padişah olur. Bugün her kim (Sultan) Veled’e inanıp yüz sürerse, fakir ise bey olur, bey ise sultan olur.
Ey kavm(-i) be hac refte kücâyîd kücâyîd
Ma‘şûk hemin câst bi-yâyîd bi-yâyîd
Ger sûret-i bî-sûret-i ma‘şûk bi-bînîd
Hem hâce vü hem hâne vü hem Ka‘be şümâyîd
Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü mefâîl [Hezec]
Ey hacca giden topluluk! Nerdesiniz, nerdesiniz? Sevgili burada, gelin gelin! Sevgilinin vasfa (sığmayan) yüzünü görürseniz efendi de sizsiniz, ev de sizsiniz, Kâbe de siz!
Sırr-ı dil-i âşıkan zi mutrıb şinevîd
Bâ nâle-i ô be gird-i dilhâ bi-revîd
Der perde çi güft eğer bedû mî girevîd
Ya‘nî ki zi perde hîç bîrun me-revîd
Vezni: Mef‘ûlü mefâilün mefâîlü feûl [Hezec/Rub.]
Âşıkların içlerindeki sırrı, çalgıcıdan dinleyin. Onun nağmeleriyle gönüllerin etrafında dönün. Eğer inanırsanız perdede ne dediğini (söyliyeyim). Diyor ki perdeden dışarı hiç çıkmayın!
Bi-yâr mutrıb mâ râ kerîm bâş kerîm
Be kûy-i haste-dilânî rahîm bâş rahîm
Dilem çü âteş çün der demî şeved zinde
Çü dil me-bâş misâfir mukîm bâş mukîm
Vezni: Mefâilün feilâtün mefâilün feilât [Müctes]
Çalgıcıyı getir, bize (bir) ikramda bulun. Gönlü yaralı olanların semtindesin, merhametli ol. Gönlüm ateş gibi bir anda dirilir; gönül gibi geçip gitme; karar kıl (burada).
Hey hey ne acâib bezemiş hüsn ile Bârî
(Bu sûret-i yârı, bu nakş u nigârı)
Her ehl-i nazar kim göre tahsîn ola kârı
(Bu çeşm ü izârı, kalmaya karârı )
Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün [Hezec]
(Mef‘ûlü feûlün mef‘ûlü feûlün)
Allah, sevgilinin sûretin, şekl ü şemâilini ne güzel süslemiş! Bu gözü, bu yanağı gören gönül ehlinin sükûnu gider de işi (yaratıcıyı) övmek olur.
Ey mutrib-i dil-keş ele al çeng ü rebâbı
(Çâk eyle hicâbı, ref eyle nikâbı)
Ey sâki-yi mehveş taşa çal şîşe-i ârı
(Sun câm-ı ikârı, def’ eyle humârı)
Ey gönül okşayan mutrip! Çengi, rebabı eline al da örtüyü yırt, perdeyi kaldır. Ey ay (yüzlü) sâki! Ar şişesini taşa çal da şarap kadehini sun, baş ağrısını gider.
Ey zâhid-i zerrâk u müzevvir ko riyâyı
(Tut râh-ı fenâyı, derkeyle Hudâ’yı)
Şast-ı şehe düş mâhi-i aşk ol ko kenârı
(Bul şâh-ı şikârı, terkeyle feşârı)
Ey ikiyüzlü zâhid! Riyâyı bırak da fenâ yolunu tut, Allah’ı bul. Aşk balığı ol da padişahın oltasına düş, kenara kaçma. Av sultanını bul, direnmeyi terket.
Hey hey nedir ol hâl-i muanber ruh-i enver
(Ol sâki-yi kevser, ol rûh-i musavver)
Seyret nice cem eylemiş ol nûr ile nârı
(Zî san‘at-ı cârî, zî kudret-i Bârî)
Ah! Nedir o anber kokulu ben, o nur gibi yüz, o Kevser sâkisi, o şekle girmiş ruh! Seyret de (yaratan) nûr ile ateşi nasıl bir araya getirmiş (gör). Ne güzel icrâ edilmiş sanat! Hakk’ın ne (yüce) kudreti!
Uşşâkı katar eyledi aşk içre Muhammed
(Ol şâh-ı mümecced, ol matlab u maksad)
Ey üştür-i dil sen olagör pîş-i katârî
(Çek aşk ile bârı, bî-verd ile hârı)
Muhammed (a.s.), o yüce, arzu edilen padişah, âşıkları aşk içinde katar katar (yola koydu). Ey gönül devesi! Sen o katarın önüne düş de aşkla yükü çek, gülsüz diken (ye).
Ey Şâhidi ey vâlih ü şûrîde vü şeydâ
(Ey bî-ser ü bî-pâ, dîvâne vü rüsvâ)
Derd ile belâ ile geçir leyl ü nehârı
(Kıl nâle vü zârı, nûş eyle bihârı)
Ey Şâhidî, ey âşık, hayran, kendinden bîhaber, dîvâne ve rüsvâ! Geceyi, gündüzü dertle, sıkıntıyla geçir; ah u figan eyle, denizleri kana kana iç!
Ey mest şüde ez nazaret ism ü müsemmâ
Vey tûti-i can geşte zi lebhâ-yı şeker-hâ
İn meh zi kücâ bâşed ü in rûy çi rûyest
İn nûr-i Hudâyest tebârek ve teâlâ
Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün [Hezec]
Ey bakışından ismin de müsemmânın (isim sahibinin) de sarhoş olduğu (güzel)! Ey şeker yiyen dudaklarından dolayı can tûtîsinin (etrafında) dönüp dolaştığı (sevgili)! Bu ay nereden geldi? Bu yüz, nasıl bir yüz? (Evet) bu, Hakk’ın nûru! Kutlu ve yüce olsun!
DÖRDÜNCÜ SELÂM
Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil ü can îmân-ı menî
Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî
Vezni: Fa‘lün feilün fa‘lün feilün [Mütedârik]
Sultânımsın, sultânımsın; cânımda, gönlümde imânımsın. Bana üflersen ben dirilirim. Bir cân da nedir? Yüz cânımsın.
1- Kur’ân-ı Kerîm’de İnsan Sûresi, Hel etâ lafzıyla başlar. İlk âyetin meâli şöyledir: “Gerçekten de insana, zamanın bir çağı gelmişti ki insan anılır bir şey bile değildi.” Ebu’l-Alî, meşhur Türk filozofu İbn-i Sina(öl.1037); Ebu’l-Alâ da ünlü Arap şairi el-Maarrî (öl.1057)’dir.
Çev: Yakup Şafak