Dilkeşîde Âyin-i Şerîf

Önceki Sayfaya Dön

Ahmed Avni Konuk

BİRİNCİ SELÂM

Şâhâ zi kerem ber men-i dervîş niger
Ber hâl-i men-i hâste-i dil-rîş niger
Her çend neyem lâyık-ı bahşâyiş-i tü
Ber men me-niger ber kerem-i hîş niger
Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü feil [Hezec/Rub.]

Ey Padişah! Kereminle bu fakire, gönlü yaralı hastanın haline (bir) bak. Her ne kadar senin lûtfuna lâyık değilsem de bana bakma, kendi keremine bak.

Cânâ nazarî fermâ çün cân-ı nazarhâî
Çün gûyem dil bürdî çün ayn-ı dil-i mâî

İmrûz çünan mestem ez hîş birun cestem
Ey yâr bi-keş destem an câ ki tü an câî

Subhâ nefesî dârî ser-mâye-i bîdârî
Ber hufte dilan ber dem enfâs-ı mesîhâî

Vezni: Mef‘ûlü mefâîlün mef‘ûlü mefâîlün  [Hezec]

Ey sevgili! Bize bir bak; çünkü bakışların canı sensin. (Sana) nasıl derim ki gönlümü alıp götürdün? Gönlümüzün tâ kendisisin sen. Bugün o kadar sarhoşum ki kendimden geçmiş haldeyim. Ey dost! Elimden tut da bulunduğun yere çek beni. Ey sabah! Öyle bir nefesin var ki uyanıklık sermayesidir. Uyuyakalmış gönüllere, İsa gibi (diriltici) nefeslerini üfle.

Bîdâr şev hin vakt şüd bîdâr şev bîdâr şev
Bî vasl-ı ô ez hîş hem bîzâr şev bîzâr şev

Âmed nidâ ez âsüman âmed tabîb-i âşıkan
Hâhî ki âyed nezd-i tü bîmâr şev bîmâr şev

Bî-çün tü-râ bî-çün küned rûy-i tü-râ gülgûn küned
Hâr ez kefet bîrun küned gülzâr şev gülzâr şev

İn sîne râ çün gâr dan halvetgeh-i an yâr dan
Ger yâr-ı gârî tü yakîn der gâr şev der gâr şev
Vezni: Müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün [Recez]

Uyan, vakit oldu; uyan, uyan! Onun vuslatı olmadıkça rahat etme, rahat etme! Gökten, “aşıklar tabibi geldi” diye bir nidâ erişti. Senin de yanına gelmesini istiyorsan hasta ol, hasta! Niteliği bilinmeyen (rengi olmayan zât), senin rengini de alır; yüzünü gül rengine boyar; avucundan dikeni çıkarır. (Ondan sonra) gül bahçesi ol, gül bahçesi!  Bu göğsü mağara say; o sevgilinin halvet yeri bil. Sen gerçekten mağaradaki dost isen mağaraya gir, mağaraya! (1)

İKİNCİ  SELÂM

Bâ men sanemâ dil yek dile kün
Ger ser ne-nihem an-geh gile kün

Mecnun şüdeem ez behr-i Hudâ
Z’an zülf me-râ yek silsile kün

Vezni: Fa‘lün feilün fa‘lün feilün [Mütedârik]

Ey sevgili! Benimle gönlünü birleştir; şayet sana itaat etmezsem o zaman şikayette bulun. Deli divane oldum; Allah aşkına zülfünden bir zincir ör bana!

ÜÇÜNCÜ SELÂM

Ger tü hestî tâlib-i gevher biyâ
Bülbül-i mestî pür ez abher biyâ

Şems-i Tebrîzî çü mestî ez ezel
Bâ dil-i men yek dem ey dilber biyâ
Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilün [Remel]

Eğer sen mücevhere tâlipsen, gel! Nergislerden sarhoş olmuş bülbülsen, gel! Ey sevgili! Şems-i Tebrîzî (gibi) ezelden sarhoşsan, bir an olsun benim gönlümle gel!

Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultân olur

Vezni: Müfteilün fâilün müfteilün fâilün [Münserih]

Binlerce tebrikler! Bu nasıl bir sultandır ki hizmetçisi olanlar, padişah olur. Bugün her kim (Sultan) Veled’e inanıp (dergâhına) yüz sürerse, fakir ise bey olur, bey ise sultan olur.

Ey ki çü zühre mî zenî çeng ber âsumân-ı men
Tâlib-i müşterî şüdî ey meh-i dil-sitân-ı men

Kıble-i âşıkan menem Ka‘be-i bî-dilan menem
Hîz biyâ vü ser bi-nih ber der-i âşiyân-ı men

Vezni: Müfteilün mefâilün müfteilün mefâilün [Recez]

 Ey Zühre gibi benim göğümde çenk çalan! Ey benim gönül çelen Ay’ım! Müşteri’ye tâlip oldun. Âşıkların kıblesi benim; gönlünü yitirmişlerin Kâbe’si benim. Kalk, gel ve benim evimin kapısına başını koy!

İmrûz heme mest zi meyhâ-yi Hudâyîm
İmrûz heme muhteşem-i ü şâh-ı atâyîm

İmrûz biyârâst Hudâ meclis-i mâ râ
İmrûz heme mâye-i lutfîm ü vefâyîm

Vezni: Mef‘ûlü  mefâîlü mefâîlü mefâîl [Hezec]

Bugün hepimiz, ilâhî şaraplardan sarhoşuz. Bugün hepimiz, âlicenap padişahın ihtişamlı (maiyetiyiz). Bugün bizim meclisimizi Tanrı bezedi. Bugün hepimiz, ihsan ve vefâ mayasıyız.

Mâ âyine-i cemâl-i yârîm
Nâzır be cemâl-i an nigârîm

Müstağrak-ı hüsneş an çünânîm
Pervâ-yı cihân ü can ne-dârîm

Vezni: Mef‘ûlü  mefâilün mefâîl[Hezec]

Biz sevgilinin güzellik aynasıyız. O sevgilinin güzelliğine bakar dururuz. Onun güzelliğinde (kendimizi) öyle kaybetmişiz ki ne cihan endişemiz kalmış, ne de can!

Neyem zi kâr-i tü fâriğ hemîşe der kârem
Ki lahza lahza tü-râ men azîzter dârem

Be zât-i pâk-i men ü âfitâb-i saltanatem
Ki men tü-râ ne-güzârem be lutf ber dârem

Ruh-i tü-râ zi şuâât-ı hîş nûr dihem
Ser-i tü-râ be dih engüşt-i mağfiret hârem

Vezni: Mefâilün feilâtün mefâilün fa‘lün [Müctes]

Senin işinden gâfil değilim; seni an be an daha değerli kılmak için hep çalışmaktayım. Arınmış zâtım ve saltanat güneşimin hakkı için ben seni terketmem; lütuflurla yüceltirim. Yüzüne, kendi ışıklarımdan nur verir; başını on mağfiret parmağıyla okşarım.

DÖRDÜNCÜ  SELÂM

Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil ü can îmân-ı menî

Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî

Vezni: Fa‘lün feilün fa‘lün feilün [Mütedârik]

Sultânımsın, sultânımsın; cânımda, gönlümde imânımsın. Bana üflersen ben dirilirim. Bir cân da nedir? Yüz cânımsın.

 

  1- Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında Hz. Ebubekir’le birlikte mağaraya sığınmalarına işaret edilmektedir.