Bekir Sıtkı Sezgin
Bekir Sıtkı Sezgin 1 Temmuz 1936 tarihinde İstanbul’un Şehremini semtinde doğdu. Babası Hafız Hüseyin Efendi (1899-1999) Kadiriye’den şeyh Sıtkı Necmeddin Efendi’nin halifelerindendir; annesinin adı ise Feride’dir. İlkokula 1942 yılında başladı. Lisede okurken babasının teşviki ile parlak bir sınavdan sonra İstanbul Konservatuarına girdi, buradan mezun oldu. Askerlik hizmetini 1956’da Denizli’de tamamladıktan sonra 1958 yılında İzmir’e yerleşti. 1959 yılında İzmir Radyosu’nun açtığı sınavı kazanarak “yetişmiş sanatkar” olarak göreve başladı. Aynı yıl içinde solist, üçüncü bir sınavla “birinci sınıf ses sanakarı” ünvanını aldı. 1967 yılından itibaren aynı kuruluşta stajyer sanatkarlara öğretmenlik yaptı. 1973’de İzmir Radyosu “Klasik Korosu” şefliğine getirildi.1976 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Konservatuarı öğretim üyesi oldu. Yine aynı tarihlerden başlayarak İstanbul Radyosu ses sanatkarlığını “Küçük Koro” şefliğini, TRT Merkez Denetleme Kurullu üyeliğini birlikte yürüttü. TRT Kurumu’nda emekli oluş tarihi 1980’dir. 1971-1983 yılları arasında çeşitli Avrupa ülkelerinde dini ve dindışı musikimizle ilgili konserler verdi. Evli olan sanatkarın iki erkek, bir kız çocuğu vardır. 10 Eylül 1996 tarihinde bir kalp krizi sonucu vefat eden Sezgin, ertesi gün Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Bekir Sıtkı Sezgin musiki ile ciddi olarak ilgili, dini kültürü yüksek bir aileye mensuptur. Sesi çok güzel olan babası Hüseyin Efendi, Hafız Hasan Akkuş, Fatih Camii imamı Ahmet Rasim Efendi (Flipeli Arap Hafız), Hafız Ahmet Efendi, Hafız Saadeddin efendilerden ders alarak musiki öğrenmişti. Annesinin de sesi güzeldi ve ud çalardı. Anneannesinden dindışı eserler meşk etmişti. Ailede olan bu güzel ses Bekir Sıtkı’ya intikal etmiş, çocukluktaki yeteneği ilk babası fark etmişti. Daha üç dört yaşlarında babası ile dolaşırken onu evlerinin yakınındaki bir kahveye sürükler, kahveci tarafından gramofonun yanındaki bir sandalyeye oturtulur, hiç sesini çıkarmadan saatlerce plak dinlerdi.
Üç buçuk yaşında hıfza başladı; beş yaşında tamamladı. Ortaokulun son sınıfına kadar özel musiki öğrenimi, dini musikimizin her formuna ait eserlerin meşki ile devam etti. Böylece bu sanatın pratik yönleri hakkında az çok bilgi sahibi oldu. Bu dersleri yeterli bulmayan babası mevlidhan hafız Mecid Sesigür ile Laleli Camii başmüezzini hafız Numan’dan , Nuruosmaniye Camii imamı hafız Hasan Efendi’den na’t, mevlid ezan, talim, mahrec-i huruf dersleri aldırttı. Sonunda “Bu zamana kadar sana musikiyi pratik olarak öğrettik. Şimdi ilmi yönden öğrenim görmenin zamanı geldi. Haydi bakalım konservatuarın imtahanına gir; muhakkak ki en iyi derece ile kazanacaksın” sözleri onun sınava girmesini sağlamıştı Bu nedenle Bekir Sıtkı babası için, “Hasılı babam benim hem sebebi hayatım, hem öğretmenim, hem mürebbim, hem de arkadaşım olmuştur” diyor.
Bu dersler devam ederken, annesinden de dindışı eserler öğreniyordu. Toplum içinde ilk musiki icrası denemesini dokuz yaşında iken mevlid’in “Tevhid Bahrı”nı okuyarak yaptı. Aile ve dost meclislerinde bildiği eserleri okuyarak takdir edilirdi. Konsevatuarda öğrendiği eserlerin ağırlık noktasını dindışı eserler teşkil ediyordu. İzmir’de 1959 yılından başlayarak zakirbaşı İlhami, Manisalı Hafız Ahmet, mübaşir Kemal, Hafız İsmail’den bilmediği klasik eserler;durak, tevşih, tavır ve uslub öğrendi. Musiki öğrenmek ve öğretmek konusunda şu haklı görüşlere yer veriyor: “…Eğer insan en iyi ses ustalarını, en iyi yorumcu ve icracılarını dinler ve onlara hizmet ederse, ancak o zaman Türk Musikisinin makamalarla ilgili yapısını, perdelerini iyi analayıp kavrayabilir. Yoksa öğrencilere filan dörtlü ile filan beşlinin birleştiği zaman şu makam olur deyip, o diziyi iki portrelik bir temrin içinde terennüm etmekle musiki öğrenilmiyor ve öğretilemiyor.Böyle olunca mekanik bir musiki öğretiliyor ki, onda da ruh yoktur; ruhsuz da musiki olmaz.”
Olağanüstü bir ses ve hançere güzelliğine sahip olan, kendisine yetecek kadar tanbur çalan Sezgin’in dini olmak üzere; ilahi, durak, beste (murabba), ağrı semai, yürük semai, ve şarkıları vardır. Eserlerinde günümüzün zevk anlayışına cevap verme endişesinden çok sanatkar bir ruhun titizliği hissedilir. Dokuz yaşından beri bu sanatın içinde yoğrulan sanatkar, “Bütün bunlar hayatımı doldurmaya kafi geldi ve başka bir işle iştigal etmeme esasen fırsat vermedi. Yani kısaca söylemek gerekirse hayatımı yalnız musikiye vakfettim. Şu gerçeği de önemle belirtmek isterim ki küçük yaşımda başlayıp bugüne kadar hayatımı yalnız musikiye vakfeden ben henüz hiçbir şey öğrenmediğimin farkındayım.” Diyor.
Dr. M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.