Mevlana’ya göre din, devlet ve siyaset
Mustafa Yürekli
Mevlana Celalettin Rumi’nin tanıklık ettiği 13. yüzyılda;Anadolu için için kaynamaktaydı. Üstelik Moğol istilası, bütün Asya kıtasını kasıp kavurduktan sonra bu bölgeye, Anadolu’ya yönelmişti.
Mevlana, uzun yıllar içinde, babasından Karaman’da, Halep ve Şam’da da Ehl-i Sünnet alimlerinden devrinin geçerli yüksek din eğitimini tamamlamıştı. Karatay ve İplikçi medreseleri gibi zamanın yüksek eğitim verem büyük medreselerinde müderrislik (Profesörlük, hocalık) yapmış bir İslam âlimiydi.
İslam siyaset düşüncesinde, emanet, ehliyet/liyakat, adalet ve halkın rızası değerleri vardır; “halk”, Allah tarafından yöneticilere verilmiş bir emanettir, çünkü halk olmazsa sultanlık da olmaz. Emanet, İslam’a göre kutsal olduğu için “emanete ihanet edilmez”.
Mevlana Celaleddin Rumi, 13. yüzyılın ortalarına doğru, Anadolu Selçuklu Devleti’nin son döneminde, I. Alaüddin Keykubat, IV. Kılıç Aslan ve III. Giyaseddin Keyhusrev sultanların devrinde yaşadı. Son ikisinin tahtta bulunduğu yıllarda devleti sarsan siyasi ve toplumsal çalkantıların bizzat ortasında kaldı; düzenin bozulması, Moğol baskısı, esaret ve huzursuzluk; işgal altında ezilen Anadolu halkının feryatları, haksızlıklar halkı hayattan bezdirmekteydi.
Böyle kritik dönemde Konya Sarayı’na yakın duran Mevlâna, aynı zamanda halkın da içindeydi.. Mevlana, Anadolu’nun genel yapısına aşinâ idi; dışarıdan değil içeriden tanıyordu Anadolu’yu. Dönemin devlet adamlarına gerek sohbetleriyle ve gerekse yazdığı mektuplarla daima yol gösterdi, onları iyiliğe ve adalete davet ettiği için de “Manevî Sultan” konumunda bulunmaktaydı.
Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus II, kimi zaman Mevlâna’yı ziyarete gelmiştir. Mevlâna ona gerektiği gibi iltifat göstermeyip dersi ve müridleri ile meşgul olmuştur. Sultan bir müddet bekledikten sonra “Mevlana hazretleri, bana bir nasihat ver” dedi. Mevlana kendisine sertçe bakarak: “Sana ne öğüt vereyim. Sana çobanlık emretmişler; sen kurtluk yapıyorsun. Sana bekçilik emretmişler; sen hırsızlık yapıyorsun. Allah seni sultan yaptı; sen şeytanın sözüyle hareket ediyorsun.” buyurmuştur. Bu sözleri işitince, icraatlarının muhasebesini yapan sultan, ağlayarak dışarı çıktı ve Allah’a dualarda bulunarak daima adil olmaya ve iyi işler yapmaya dair yemin etti.
Dönemin başbakanı (veziri) Emir Pervan, kendisine nasihatlarda bulunması ve öğütler vermesi için Mevlana’nın dergahına gelip gitmektedir. Uygun bir vakitte de huzurunda bulunup sohbetlerinden istifade etmektedir. Mevlana da zaman zaman onu dinlemekte, isteğini öğrenip sorularını cevaplamaktadır. Mevlana bir müddet sustuktan sonra Emir’e dönerek şöyle sormuştur:
“Emir, Kur’an”ı ezberlediğini duyuyorum…” Emir, “Evet ezberliyorum.” diye cevap verir.
Mevlana tekrar sorar: “Hadis-i şeriflerle ilgili bir eseri de Şeyh Sadreddin Hazretlerinden dinlediğini duyuyorum.” Emir tekrar “Evet doğrudur,” diye cevap verir.
Mevlâna “Madem ki Allah’ın ve O’nun elçisinin sözlerini okuduğun ve bildiğin halde o sözlerden nasihat alamıyor, ayet ve hadislerle gereğince amel edemiyorsan; benim nasihatımı nasıl dinlersin?” demiştir.
Emir ağlayarak Mevlana’nın huzurundan ayrılmıştır. Emir Pervan adaletli bir yönetici olarak tarihe geçmiştir.
Yine Emir Pervane, Mevlâna ile sohbet için medresesine gelmiş. Kapıdaki müridler hemen Mevlana’ya haber verirler. Mevlana ise öğrencilerine ders vermekte olduğunu bildirerek başbakanın beklemesini söyler. Birkaç saat geçer; Mevlâna hâlâ derstedir. Pervane’nin biraz daha beklemesini söyleyerek onu huzuruna almaz. Böylece uzun bir süre geçer. Sonunda Mevlâna bir müridiyle haber göndererek çok meşgul olduğunu ve daha sonraki günlerde gelmesini ister ve onunla görüşmez.
Emir Pervane ağlayarak medreseden ayrılır ve yolda giderken “Evet” der; kısık bir sesle. “Mevlana bana gereken dersi çok iyi verdi.” Etrafındakiler sorar: “Ne dersi vezirim; siz kendisiyle görüşmediniz ki!” O, çevresindekilere şu cevabı verir: “Ben Sultan olarak, kapıma gelen ihtiyaç sahiplerini nasıl bekletiyor ve hatta hiç görüşmeden onları kapımdan gönderiyorsam, o gönül sultanı da bana bunu yaptı ve bekletilmenin ne kadar kötü olduğunu bana gösterdi.” Adamlarına verdiği buyruk tarihe geçmiştir: “Artık kapıma gelen ihtiyaç sahibini hiç bekletmeden huzuruma alın.”
13. yüzyılda Kafkasya’da, Hazarın doğusundaki Amuderya bölgesi, “Harezm” (Harizm) ve hükümdarlar da “Harezmşah” olarak anılmaktadır. XI. yüzyılın sonlarına doğru bu bölgede kurulan yerli etnik bir topluluk olan ve Türkçe konuşan yerel halkın kurduğu ve tarihçilerin Harezmşahlar adını verdiği bir devlet vardı. 1230 yılında Erzincan yakınlarında Türkiye Selçuklu Devleti – Eyyubiler ittifakı ile Harezmşahlar arasında Yassı Çemen savaşı oldu.. Bu savaş, bir Moğol oyunuydu ve Mevlana durdurmaya çalıştı.
Moğollar, Selçukluların kendilerine karşı tehdit unsuru oluşturacağını anladılar ve Harzem askeri görüntüsü altında bazı Selçuklu köylerini talan ettiler. Bunu yaptığını zanneden Selçuk Sultanı; Celaleddin Harzemşah’ın köyleri talan etmediğini bildiren mektubuna inanmadı, bir süre sonra da aralarında gerilim tırmanmaya başladı.
İşte bu Moğol oyununu bozmak için Mevlana, önce Celalüddin Harizmşah’la görüştü; dostluk ve birlik içinde olmanın önemini anlattı. Aynı din ve milletten olduklarını, yaptıkları istila nedeniyle İslam dünyasının kaderinin iki sultanın, Celalüddin Harizmşah’la Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad’ın siyaset ve davranışlarına bağlı olduğunu anlattı. Tefrikaya düşmenin, Müslümanın Müslümanı öldürmesinin yanlış olduğunu ayrıntılı bir şekilde, ayet, hadis ve akli delillerle açıkladı..
İkna edemediği iki Türk sultanının mukadder Yassı Çemen savaşı çok şiddetli oldu. Sonuçta Harizmşahmütüş bir yenilgiye uğradı. Başarıları birbiri ardına süren Keykübad’ın henüz genç yaşta,1237 yılındaki ölümüyle açılan boşluğu dolduracak bir sultanın olmayışı ve sonunda Moğol istilası, Selçuklu Devleti’nin de çöküşüne yol açtı.
Mevlana, Mesnevide ve diğer eserlerinde ‘’Yaptıklarından dolayı zalimleri zalimlere hükmeder kılarız.” (El-Eman Suresi; Ayet:129) ayetinden hareketle yönetilenler adil olunca, adil devlet adamları tarafından yönetileceğini sürekli hatırlatıp yönetimin sorumluluğunu yöneticiyle birlikte yönetilenlare de, yani halka da vermekteydi: “Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir sey yok. Şaşılacak olan odur ki, bu kuzu, kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur.”
Mevlana adaletsiz davranan yöneticileri destekleyen ve öven halka sürekli Hz.Peygamber’in “Zalim kişi övülünce, Allah gazaba gelir; bu yüzden arş bile titrer.” hadis-i şerifiyle mesaj verdi.
http://www.haber7.com/yazarlar/mustafa-yurekli/2969810-mevlanaya-gore-din-devlet-ve-siyaset