MEVLÂNA’YA GÖRE AİLE ve EVLİLİK

A+
A-

MEVLÂNA’YA GÖRE AİLE ve EVLİLİK

Yüce Yaratıcı bütün canlıları olduğu gibi insanı da erkek ve kadın olarak çift yaratmıştır.[1] Bu gerçeği Mevlana şöyle anlatmaktadır: “Âlemde her cüz’ muhakkak kendi çiftini ister. Kehribar nasıl saman çöpünü çekerse her cüz’ muhakkak kendi çiftini çeker” Gökyüzü yere “Merhaba” der, “demirle mıknatıs nasılsa ben de seninle öyleyim” Gökyüzü aklen erkektir, yer ise kadın. Onun verdiğini yer yani kadın besler, yetiştirir. Yerin harareti kalmadı mı gök hararet yollar, rutubeti bitti mi rutubet verir.… Bu yeryüzü, hanımlıklar etmekte, doğurduğu çocukları emzirip yetiştirmektedir. Şu halde yerle göğün de aklı var, böyle bil. Çünkü akıllıların işlerini işliyorlar.… Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur? Dişinin erkeğe meyli ikisinin de işi tamamlansın diyedir. Bu birlikte âlem baka bulsun diye Allah erkekle kadına da birbirlerine karşı meyil verdi.…

Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.

Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir?[2]

Gece de böylece gündüzle sarmaş dolaş olmuştur. Geceyle gündüz görünüşte birbirine aykırıdır, ama hakikatte birdir.[3]

Mevlana’ya göre erkek, kadının yeme, giyme vb. isteklerine, yer yer rencide edici söz ve davranışlarına dayanma ve kaprislerine katlanma zorunda kalır. Hz. İsa’nın yolu, yalnız kalmak (halvet) ve şehveti körleştirmek için çalışmaktı. Hz. Muhammed’in yolu veya sünneti ise, insanların ve kadınların zahmetine katlanmak, tasalarını çekmektir. Muhammed’in yoluna gidemeyen, bari büsbütün mahrum olmaması için engin bir ibadet ve zühd hayatı yaşayarak bari İsa’nın yolundan gitmelidir. Üçüncü yola giren şehvetine yenik düşerek şeytanın tuzağına düşmüş olur.  Onun ifadesiyle, “kedi gelir yağlı kuyruğu kapar.”[4]

Kadın

Mevlânâ kadın için: “O güzel sevgili, sanki yaratıcı bir kudret ve kalpleri cezbeden bir pınarın nûrudur.” diyerek bu konudaki görüşünü en öz biçimiyle dile getirir. Devrinde, başta sultan eşleri olmak üzere pek çok hanım müridi vardı. Her cuma akşamı sultanın naibi Emineddin Mikâil’in evinde toplanan hanımlara eşlik ettiği, sohbet ve nasihatlerle başlayan gecenin sema ile sabah namazına kadar sürdüğünü Eflâkî anlatır.[5]

Mevlânâ’ya göre kadın, toplumsal hayattaki yerini almalıdır. Onu gizlemek ve toplumdan soyutlamak doğru değildir.[6] Öncelikle, Mesnevi’de “Kadın, Hak nurudur, sevgili değil; sanki yaratıcıdır yaratılmış değil” denilerek[7] kadın doğurgan olması ve neslin devamını sağlamadaki rolü dolayısıyla Yaratan’ın nuru olarak görülmüş ve özel bir yere oturtulmuştur. Kadınlar nazlı, nazik ve nazenin varlıklar olup evleriyle özdeşleşmiş, oranın adeta bekçileridir.[8]  Kişi yiğitlikte Zâloğlu Rüstem bile olsa Hamza’dan bile ileri geçse yine hükmetme hususunda karısının esiridir.[9]

Ayrıca erkeğin kadın karşısında bazı bakımlardan üstün gibi görünmesine karşın, kadınların erkekler üzerinde kurdukları hâkimiyetten söz edilmiştir. Bu konu Mesnevi’de su ve ateş metaforları ile açıklanmaya çalışılmıştır. Erkek su, kadın ise ateş olarak sembolize edilmiştir.  O, bu durumu:

Görünüşte su, ateşten üstündür …

Fakat ikisinin arasına bir tencere girdi mi ateş o suyu kaynatır, buharlaştırır, yok eder.

Görünüşte su nasıl ateşten üstünse sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, onu istemektesin.

İnsan, yiğitlikte Zaloğlu  Rüstem bile olsa, Hamza’dan bile cesur olsa yine de hükmetme hususunda karısının esiridir.[10]

diyerek bu hâkimiyet vurgulanmıştır.

Diğer taraftan, erkeklerin kadınlara üstünlüğü sanıldığının aksine fiziksel ya da maddesel anlamda görülmemiştir. “Erkeklerin kadınlardan üstün olması erkeğin, kadına nazaran daha çok işin sonunu görebilmesindendir.”[11]

“Sevgi ve acıma insanlık özelliğidir, hiddet ve şehvet ise hayvanlık” denilerek, erkeğin kadına sevgi ve acıma gibi insani duygularla değil de, hiddet ve şehvet gibi hayvani duygularla yaklaştığında kadınlar üzerinde hâkimiyet kurabilecekleri vurgulanmıştır. Hayvani duygularla yaklaşan erkekler ise sert ve kaba olarak değerlendirilip, cahil olarak görülmüş ve bu davranış biçimi tasvip edilmemiştir.

Mevlâna eserlerinde kadın konusunu yer yer meziyet ve zaaflarıyla işlemiş ve onun dinî ve sosyal statüsünü belirtmiştir. Onun kadın hakkındaki düşüncelerinin temelinde İslâm dininin iki ana kaynağı yatmaktadır: Kur’ân ve Hz. Peygamber’in sünneti. Mevlâna’ya göre kadın, aslında ulvî bir varlıktır. Hatta Hz. İsa ile Hz. Muhammed’in peygamberliklerine herkesten önce inanıp onları tasdik eden iki kadındır: Hz. Meryem ve Hz. Hatice.

Mevlâna’nın kadının tabiatı hakkında söylediklerini iki ana noktada toplamak mümkündür.

  1. Kadının Meziyeti: Mesnevî’de hikâyeler kadını erkekten daha duygulu, sevgi ve sefkat timsali göstermektedir. Onlar olmazsa dünyada insanlar çoğalmazdı. Onlar bin bir müşkilatla çocuk doğurmakta, onlara sevgi, şefkat ve merhametle bakmakta[12] ve hayata faydalı bir birey olarak katılmalarını sağlamaktadırlar.

“Allah kadının kalbine erkekten daha çok muhabbet ve şefkat vermiştir. Çünkü doğurmadaki zorluğu, ana olmanın müşkilâtını göze alması için Allah kadını bu tabiatta yaratmıştır. Kadın, daha sabırlıdır. Kadının sevgisinin, şefkatinin, merhametinin erkekten çok oluşu, yalnız çocukları için değil, eşleri için de Allah’ın bir lütfudur.

  1. Kadının Zaafı: Kadının zaafı konusunda Mesnevî’de pek çok hikâye mevcuttur. Kadınların beşerî zaaflarını anlatmakla Mevlâna, onları hor görmemiştir. Ancak hislerine kapılan nefsanî duygudan kendini kurtaramayan kadınların nasıl küçüldüklerini örnekleriyle anlatır. Hatta kadınların zaaflarından istifade ederek, onların hislerine düşkün oluşlarından yararlanmak isteyen erkekleri de kınamakta ve onları aşağılamaktadır.[13]

Mevlâna’nın düşüncesine göre Şeytan, erkeğin kandırılması için kadının cazibesini zevkle kullanmaktadır.[14] O anlattığı hikâyelerde, bir gerçeğin altını çizmektedir. Birçok cinayetler, kötülükler, kadın yüzünden meydana gelmektedir. O Mesnevî‘nin VI. Cildinde Sandık Hikâyesi’nde “Kadının hilesine son yoktur.”[15] Sözüyle başlayıp kadının düzenbazlığını, kurnazlığını ve gerekçeler uydurmadaki maharetini uzunca anlatır.  Ona göre, bugün de söylendiği gibi, gözyaşı kadının silahıdır.[16]

Mevlâna, bütün kadınları suçlamamakta, kadınlık zaafıyla olduğu kadar, hile ve düzeniyle hem kendisini hem de erkeğin düştüğü sıkıntıları ve kötü durumları dile getirilmektedir. Meselâ ona göre Hz. Âdem yasak ağaçtan meyveyi, İblis’in Havva’ya, Havva’nın kendisine teşvikiyle yemiştir. İlk kan, kadın yüzünden dökülmüştür, Hz. Nuh’un eşi Nuh Peygamberin eşi ona inanmadığı gibi çok da eziyet etmiştir.[17]

Mevlâna kadınların hissi davranmaları, kıskançlıkları, bazen rasyonel düşünmemeleri ve zaafları sonucu düştükleri kötü halleri belirtmeğe örnek olarak Mesnevî’nin V. cildinde, şehvet ve hırs fazlalığından dolayı bir hizmetçi kadının (halayıkın) yaptığı çirkin işi anlatır.[18] Bundan da şehvetin, insanı nasıl küçülttüğünü göstererek toplumda bu gibi işlerle meşgul olan kesimi eğitmeyi hedeflemiştir.

Mevlana, erkeğin karısını sevmesi ve mutlu etmesi ile ilgili fahiş diyeceğimiz anlatılarda bulunur ve akabinde yaşlı da olsa erkeğin, eşini hoş tutması, tatmin etmesi için bunları söylemekten çekinmediğini ekler.[19]

Mevlana’ya göre kadın, annelik ve Hak yolunun sâliki olması cihetiyle ulvî derecelere çıktığı gibi, zaaf, hile düzen ve şehvet gibi menfî sıfatları sebebiyle de süflî derekelere inebilmektedir. Mevlâna’nın gözünde kadın, gerek yaratılış ve gerekse inanç, ibadet, mükâfat evlilik ve tercih hakkı gibi konularda erkekle daima eşdeğerli bir varlıktır. Mevlâna bu düşüncesini sadece eserlerinde işlememiş aynı zamanda kendisi bizzat hayatında da uygulamıştır.

Çocuk Sevgisi

Mevlana’ya göre çocuklar masumdur; sevimlidirler, gözaydınlığıdırlar. Onların yetişkinlere göre gücü azdır. Bilgileri az, korku ve endişeleri çoktur.[20]

Mevlânâ; insanlığa yol gösteren bir mürşid, büyük bir sanatkâr oluşunun yanında müşfik bir babadır. Onun bütün insanları kucaklayan sevgisine çocukların da dâhil olduğunu görürüz. Oğlu Sultan Veledin canı sıkkın, üzgün bir halde oturduğunu görünce; başına bir kurt postu geçirerek “Buw buuw buuuw!” diyerek onu güldürünceye kadar şakalaşması küçük bir örnektir.[21]

Yine bir gün yolda giderken oyun oynayan çocuklar Mevlânâ’yı görür; hepsi yanına koşup elini öperler. Çocukların biri uzakta ve meşguldür; “Ben de geliyorum!” diye seslenir. Mevlânâ, çocuk işini bitirip yanına gelinceye kadar onu bekler.[22]

Evlilik

Mevlevilikte evlilik kurumuna da özel bir önem verilmiştir. Özellikle erkeklerin şehvet belasından kendilerini kurtarabilmek için evlenmeleri öğütlenmiştir. Mevlana’ya göre evlenmek, yuva kurmak Hz. Peygamberin kuvvetli tavsiyesidir. Evliliğin asıl amacı nesli devam ettirmek, çocukları yetiştirerek yeryüzünü bu salih nesillere emanet bırakmaktır.

Ancak evliliğin her hangi bir kadınla değil erkeğin dengi olan, ona benzerlik gösteren bir kadınla yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Aksi durumda ailede geçimin sağlanamayacağı, aile birliğinin bozulacağı ifade edilmiştir. Denklik, evlenecek kız ve erkeğin din, ahlak, karakter, soy, fizik, yaş, servet ve meslek gibi konularda mümkün mertebe birbirine yakın değerler taşıması demektir. İslâm hukukunda denklikten maksat, evlenecek eşler arasında dînî, ekonomik ve sosyal seviye bakımından yakınlık ve denklik bulunmasıdır. Mevlâna da kadın-erkek denkliğine vurgu yapar ve güzel benzetmelerle konuyu şöyle işler:

Eşlerin birbirine benzemesi lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak!

Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işe yaramaz.

Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun eş olduğunu hiç gördün mü?

Biri boş diğer malla dolu iki çuval devenin sırtında muvazeneli duramaz.”[23]

beyitleri bu durumu ifade etmektedir. Mevlâna, evlilikteki eşitsizliğin vereceği sıkıntıları, bekâr ve dul kavramları açısından da ele alır ve kadınları bu zaviyeden üçe ayırır:

Eren, dünyada dedi üç çeşit kadın vardır; ikisi eziyettir, mihnettir, biri yürüyen define.

O bir bölükten bir kadın aldın mı, o kadın tamamıyla senin olur; öteki bölükten alırsan yarısı senindir, yarısı senden ayrı. Üçüncü bölüktense, bil ki o, hiç senin olmaz. Bunu duydun ya, uzaklaş artık; gidiyorum ben…

Şeyh atını sürdü, çocukların arasına katıldı. Genç bir kere daha bağırdı;

Gel de dedi, söylediğin sözü anlat; üç çeşit kadın vardır dedin hani, ne demektir bu; bir söyle.

Şeyh onun yanına at sürdü; dedi ki, kız-oğlan kız tümden senin olur, gamdan kurtulursun.

Yarısı senin olan kadın, dul kadındır; hiç senin olmayansa çocuğu bulunan kadın.

İlk kocasından çocuğu oldu mu, sevgisi de oraya gider, hatırı da hep oraya varır.[24]

Eşler birbiriyle iyi geçinmeye çalışmalıdırlar. Zaten bu Kur’an’ın emridir. Bunu sağlamak için anlayışlı, paylaşımcı, sabırlı, fedakâr kısacası güzel ahlak sahibi olmak gerekir. Mevlânâ’nın eşine sevgi, şefkat ve incelikle davranmayanlara şu şekilde kızdığını görürüz:

Hz. Peygamber buyurdu ki: “Kadın, akıllı kişilere ve ehl-i dil olanlara fazlasıyla galip olurlar.

Fakat cahiller kadına galip gelirler.” Çünkü onlar, sert ve kaba muamelelidirler.

Onlarda acıma, lütuf, sevgi ve incelik azdır. Çünkü onların tabiatlarında hayvanlık vasfı üstündür.

Sevgi ve acımak insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır.[25]

Başkasının namusuna göz dikme, aldatma veya ihanet Mevlana’nın şiddetle karşı çıktığı kötü davranışlardandır. Ona göre başkalarının namusuna göz diken kendi namusuna kötülük yapmış olur. Hatta o, bu konuda sert konuşmaktadır:

Bir kötülüğün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüğe uğramaktır. Suçun cezası, o suçun misli olur.

Sen, başkasının karısını, bir sebeple kendine çektin mi aynen sen de onun gibi, hatta ondan da üstün bir deyyussun.[26]

Mevlana, eşlerin birbirinin eksiğini görmeyip, evlilik hayatını sabırla yürütüp, şartlar çok zorlamadıkça boşanmayı istememelerinden yanadır:

“Kadının biri kocasına dedi ki: “Ey adamlığı bir adımda aşan! Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne vakte dek bu horlukta kalacağım?” Kocası dedi ki: “Boğazına bakıyorum; çıplağım ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum. Güzelim, ere kadının boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu hususlarda eksiğin, gediğin yok.” Kadın, gömleğinin yerini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi. Dedi ki: “Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?” Kocası: “Ey kadın” dedi, “sana bir sorum var. Ben yoksul bir adamım, elimden ancak bu geliyor. Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün! Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor, yoksa ayrılık mı?”[27]

 


[1] Zâriyât, 51/49; Yasin, 36/36.

[2] Mesnevi, c. V, s. 303, b. 3729-3730.

[3] Mesnevi, c. III, s. 360, b. 4402–4418.

[4] Mesnevî, c. V, s. 115, b. 1375–1377; Fîh, s. 137.

[5] Eflâkî, a.g.e., c. 1, s. 531-532.

[6] Fîh, s. 75.

[7] Mesnevî, c. I, s. 195, b. 2437.

[8] Mesnevî, c. V, s. 307, b. 3779.

[9] Mesnevî, c. I, s. 195, b. 2427-2428.

[10] Mesnevî, c. I, s. 195, b. 2435-2446.

[11] Mesnevî, c. IV, s. 132, b. 1618-1621.

[12] Mesnevî, c. III, s. 26, b. 325-329.

[13] Mesnevî, c. IV, 178, b. 2210. Bkz. Yakıt, İsmail, “Batı Düşüncesi ve Mevlâna’da Kadın”, Selçuk Üniversitesi III. Uluslar Arası Mevlânâ Kongresi Bildirileri, Konya 5-6 Mayıs 2003 ?

[14] Mesnevî, c. V, s. 77-78, b. 940-961.

[15] Mesnevî, c. VI, s. 356, b. 4475.

[16] Mesnevî, c. I, s. 192, b. 2394. (Kadın onu titiz ve hiddetli görünce ağlamaya başladı. Zaten ağlamak, kadının tuzağıdır.);  c. VI, s. 363, b. 4557; c. VI, s. 221, b. 2798; s. 343, b. 4320; c. V, s. 332, b. 4082.

[17] Mesnevî, c. VI, s. 380, b. 4770-4774; c. I, s. 237, b. 2955-2959. (Konuyla ilgili ayetler için bkz. Nisa, IV, 76; Yusuf, XII, 28.)

[18] Mesnevî, c. V, s. 113-116, b. 1333-1400.

[19] Mesnevî, c. VI, s. 314, b. 3957-3959.

[20] Mesnevî, c. VI, s. 375, b. 4720; c. VI, s. 377, b. 4735.

[21] EfIâkî, a.g.e., c. 1, s. 255.

[22] EfIâkî, a.g.e., c. 1, s. 165.

[23] Mesnevî, c. I, s. 185, b. 2309-2312.

[24] Mesnevî, c. II, s. 185, b. 2405–2407, 2411-2413.

[25] Mesnevî, c. I, s. 195, b. 2433-2435.

[26] Mesnevî, c. V, s. 325, b. 40001-40002.

[27] Mesnevi, c. VI, b. 1758–1768.