Mevlana’nın Tefekkür Anlayışı

A+
A-

Mevlana’nın Tefekkür Anlayışı

Mevlana Tefekkürünün temelinde aşk vardır. Mevlana’ya göre Allah’a ulaşmak için gerekli olan en önemli şey aşktır. Bir bitki ve hayvan da sevebilir; ancak, hem bedeniyle, hem bilinciyle, hem düşüncesiyle, hem de mantığıyla sevebilen tek varlık insandır. Mevlana bir kadına duyulan aşkı yüceltir; çünkü bir başkasını seven insan kendisini, tüm insanlığı, evreni ve Allah’ı sevebilir. Mevlana, tüm insanlığa derin bir sevgi beslemiştir. “İnsan bir hamur teknesi boyundadır ama her şeyden, her varlıktan yücedir.” diyen Mevlana, insan sevgisini bir aşka, tutkuya dönüştürmüştür. Mevlana, insanı yüceltmiş ve buna temel olarak insanın yaratıcı  hürriyetini ve yapıp-edici iradesini göstermiştir. Mevlana insana verdiği önemi Divan-ı Kebir’ deki şu gazeliyle anlatmıştır

“ Nice dilekleriniz var, bağış istemedesiniz; bir kendi gelin gelin artık, bağışın ta kendisi sizsiniz. Gece gündüz kavuşup buluşma aşkındasınız; fakat kavuşmanın da ışığı sizsiniz, buluşmanın da; bundan haberiniz yok, bunu anlamıyorsunuz.”

Mevlana’ nın sevgisi evrenseldir, ırk, din, dil ayrımı yapmadan tüm insanları kapsar. O tasavvuf inancını sadece bir nazariye olarak benimsememiş, günlük hayatına da mal etmiştir.  Mevlana, çocuklara, hastalara, kadınlara, yoksullara saygı gösterir, vefa duyar. Mesela kadına büyük önem vermekte, “Sizler kadının kapanmasını istedikçe, herkeste onu görme isteğini kamçılamış olursunuz. Bir erkek gibi, bir kadının da yüreği iyiyse, sen hangi yasağı uygulasan da o iyilik yoluna gidecektir. Yüreğin kötüyse, ne yaparsan yap, onu hiçbir şekilde etkileyemezsin” diyerek erkekle eşit olduğunu savunmaktaydı.. Mevlana, sevgisini diğer din ve ırklardan olanlara da göstermiştir. Nitekim öğrencileri arasında Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Rumlar, İranlılar, Araplar, Ermeniler, Türkler bulunmaktaydı. Mevlana, tüm dinleri bir görmekte, dinler arası ayrılığın Allah ile bağdaşmayacağını düşünüyordu. Sonuçta asıl mesele insandı ve dinler, felsefeler ve ahlak sistemleri insanı daha mutlu, daha değerli yapma yolundaki vasıtalardır.  O’na göre tüm insanlar, Allah’ın bir görüntüsüydü. İnsanlar arasında ayrım yapmak, Allah’a saygısızlıktan başka bir şey değildi.  Mevlana, bu düşüncelerini Mesnevi adlı eserinde toplamıştır:

“ Beri gel, daha beri, daha beri
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır-gür, bu kavga nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte
Ne diye bu direnme böyle?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek
Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikisi de
Peki kutlu ne, kutsuz ne?
…..

Dünyada nice diller var, nice diller
Ama hepsinde de anlam bir
Sen kapları, testileri hele bir kır
Sular nasıl bir yol tutar gider
Hele birliğe ulaş, kavgayı, hır-gürü bırak
Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.”

Mevlana, bu dizelerle tüm insanlığı barışa ve birliğe davet etmektedir.

Mesnevisinde zengin- fakir gibi ayrımların anlamsızlığına dikkat çekmiş, kavgaların bitmesiyle insanların birleşeceğini vurgulamıştır.  O’na  göre bütün illetlerin devası sevgidir ve insanların en hayırlısı insana ve insanlığa faydası olandır. Mevlana’nın bu yüce sevgisi insanlara hoşgörüyle yaklaşmasını sağlamıştır. Bu hoşgörüsünü şöyle ifade etmiştir:

“ Gel ne olursan ol, gel
İster tanrı tanımaz, ister ateşe tapar,
İster bin kez tövbeni bozmuş ol
Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil,
Gel ne olursan ol, gel ”

Mevlana bu sözleriyle insanların yüreğine ışık saçmış, insanlar arası her türlü ayrımı ortadan kaldıran felsefesiyle Yürekleri fethetmiştir.

Mevlana tefekkürünün bir başka özelliği de mala ve mülke önem vermemesiydi. Ne var ki bu düşüncenin temelinde maddeye sırt dönmek ve ona el sürmemek değil, maddenin üstüne çıkmak vardır. Yani kötü görülen sahip olmak değil, sahip olduğumuz şeylerin kölesi haline gelmektir. “ Elinizde olsun ama gönlünüzde olmasın.” sözü ile Mevlana’nın anlatmak istediği budur.

Anadolu’daki tasavvufî hayatın gelişip şekillenmesinde önemli rol oynayan ve aksiyoner, ahlâkçı ve teşkilatçı özellikleriyle dikkati çeken Mağrib menşeli bu tasavvuf telakkisinin yanı sıra, aynı dönemde Türk tasavvufuna kaynak teşkil eden bir başka unsur da, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî’nin temsil ettiği tasavvuf anlayışıdır. Daha çok İran etkilerini taşıyan Mevlânâ tasavvufunun temel özellikleri, sanat ve estetiğe ağırlık vermesi ve sınırsız bir insan sevgisi ve hoşgörüyü telkin etmesi şeklinde özetlenebilir. İbnü’l-Arabî’nin ahlâkçı ve aksiyoner tasavvuf anlayışına karşılık, Mevlânâ’nın tasavvufu pasif, estetik ve sevgi ağırlıklı bir yapıya sahiptir. Asıl itibariyle İslâm’dan hareket eden ve felsefî plânda İbnü’l-Arabî’nin Vahdet-i Vücûd’unu benimseyen Mevlânâ, Orta Asya ve İran tesirlerine maruz kalmış, İran edebiyatı ve fikriyatı ile yetişmiştir. Diğer taraftan o, Necmeddîn-i Kübrâ veya babası Bahâeddîn Veled’in şerîata istinad eden tasavvufu ile Hakîm-i Senâî ve Ferîdüddîn-i Attâr’ın mistik edebiyatının ve İbnü’l-Fârız’ın lirik sanatının izlerini taşımaktadır. Fakat Mevlânâ bu geniş kültür ve sanat birikimini gerçek anlamda kendine has üslûbuyla Anadolu’da ortaya koymuştur. O, farklı kültürlerin karşı karşıya geldiği Anadolu’da, şahsiyeti, düşüncesi ve sanatıyla kendisini kabul ettirmesini bilmiş bir şahsiyettir.

Mevlânâ, ortaya koyduğu insanî ve estetik tasavvuf anlayışı ile Haçlı seferleri, Moğol istilâsı ve içerideki kargaşalardan muzdarip durumda olan Anadolu insanına manevî huzur bahşeden bir kaynak durumundadır. Onun bedîî tasavvufu, mistik dünya görüşünü şiirle ifade etmekle kalmamış, geliştirdiği yeni “sema” şekli ve musiki tarzı ile Anadolu tasavvuf hayatına yeni estetik boyutlar kazandırmıştır. Onun “şems” ve musikiye karşı takındığı bu müspet tavır, mutaassıp medrese muhitinde kendisine karşı açık bir aleyhtarlığın doğmasına sebep olmuş; buna karşılık o da “ulemâyı rüsûm” dediği bu mutaassıp zümreyi tenkit eden sözler sarf etmiştir. Meselâ Fahreddîn-i Râzî’nin talebelerinden olup, kendisine cephe afan Kadı Sirâceddîn-i Urmevî’ye hitaben yazdığı bir rubaisinde şunları söylemiştir: “Sen İmâm-ı Azam’ın yolunu takip etmek iddiasındasın. Hâlbuki onun yolunda olmak senin için mümkün değildir. Zira o kadılığı kabul etmemek için ölmüştü; sen ise kadılığı kaybetmemek için ölüyorsun!” [1]

Mevlana

Belh şehrinden gelen Horasan eri,
Kur’an’ın, Resulün aşkın neferi,
Mana âleminde bitmez seferi…
Hicrette görürsün pir Mevlana’yı!

Akarsu misali cömerttir eli
Güneşçe ısıtır şefkatli hali,
Hoşgörü önderi tatlıdır dili…
Bu duygu içinde sar Mevlana’yı!

Mesnevi öğüdü cana şifadır,
Divan ve Mektubat ruha safadır,
Mecalisi seb’a gönle gıdadır,
Fihi ma fihine sor Mevlana’yı!

Geçmek istiyorsan nur denizinden,
Kurtulmaksa murat nar denizinden,
Güllere vuslatsa har denizinden…
Semada bulursun er Mevlana’yı!

Basiret ehliyle hemhal olurken,
Tövbede bulursun kalbi vururken,
Kurtuluşa koşar imkân bulurken,
Gayretli görürsün yar Mevlana’yı![2]

 

[1] MEVLANA’NIN TEFEKKÜR DÜNYASI/Kazım Öztürk

[2] ŞİİRLERİM/ Kazım Öztürk