MEVLÂNA’NIN MESNEVİ’SİNDE MANEVÎ MOTİVASYON

A+
A-

MEVLÂNA’NIN MESNEVİ’SİNDE MANEVÎ MOTİVASYON

Bilim ve teknolojinin süratli ve inanılmaz gelişmeler gösterdiği çağımızda, maalesef  toplumlardaki huzursuzluk, tatminsizlik ve güvensizlik duyguları da artmaktadır.

Gerek gelişmiş ülkelerde; gerekse bizim gibi gelişmekte olan, kültür ve değerler çatışmasına maruz kalan toplumlarda anksiyete, depresyon, fobi, obsesyon gibi bilhassa terapi yardımıyla kısmen veya tamamen iyileştirilebilen ruhsal rahatsızlıklar çok yaygın bir hale gelmiştir.

Yine paranoya, şizofreni, erken bunama gibi ağır seyreden ve nesillerin geleceğini tehdit eden rahatsızlıklarda da ciddi artışlar görülmektedir. Artık televizyonlarda, gazetelerde sık sık bu tür konuların işlendiğini, uzmanların halkı aydınlatmaya ve çözüm üretmeye çalıştıklarını görüyoruz.

Uzmanlar, ruhsal yönden sağlıklı toplumların oluşmasında ve mevcut sorunlarla baş etme hususunda telkin ve terapiye özel bir önem atfetmekte; sağlıklı iletişimin, moral ve motivasyonun üzerinde önemle durmaktadırlar.

O yüzden günümüzde bilhassa Batıda Mevlâna gibi büyük İslâm mutasavvıf ve düşünürlerinin eserleri bu yönden de incelenmekte ve onlardan çözümler aranmaktadır. Hatta çeşitli psikolog ve psikiyatristlerce Mesnevi okumaları ile grup terapileri yapılmakta, bu gayeyle çeşitli dernekler kurulmaktadır. Gerçekten Mesnevi’deki manevi motivasyon fevkalâdedir. Mevlâna aynı zamanda bir maneviyat ve samimiyet âbidesidir.

Mevlâna gibi zatların engin düşüncelerinden edindiğimiz kanaate göre dünya hayatına yönelik korku, kaygı ve rahatsızlıklarımızın asıl kaynağı, ruh ve beden arasındaki çatışmalardır. Hikmet ve kudret sahibi Allah, ikisinin amacı da kendini gerçekleştirmek, arzularına erişmek olan bu zıt karakterleri bir bünyeye sığdırmıştır. Melekler ruha, Şeytan da nefse yardımcı olmaktadır.

Manevi varlığımızın, yani ruhumuzun karakteri, aslını aramak ve bütüne ulaşmakken; maddî varlığımızın karakteri, hayatın her alanına açılmak, her türlü zevkten nasibini almaktır. Buna göre rûhun istikâmeti meselâ bir ağacın köküne, tohumuna doğru ise; nefsin istikâmeti dallara, çiçeklere, meyvelere doğrudur. Halbuki ruh, ayrıntıdan hoşlanmaz. O daima olayların ve olguların özünü zevkle alıp aslına kavuşmak üzere yoluna devam etmek ister. Ruh ve beden arasındaki bu duygu ve bilgi çatışması, şiddetlenip denge fazlaca bozulduğunda, her bünye de bu çatışmayı kaldıramaz.ve ruhsal rahatsızlıklar baş gösterir.

Yüce kitabımız Kurân-ı Kerîm’de de işaret buyurulduğu üzere insanın maddî varlığında tatmin olma özelliği yoktur. Tatmin olma, ruha ait bir özelliktir. Ruh ise gerçekte, Mesnevi’nin ilk beyitlerinde “ney” sembolü ile veciz bir şekilde anlatıldığı gibi aslına aşıktır.

Mevlâna ruh sağlığı açısından en fazla muhtaç olduğumuz manevi güç, haz ve motivasyonu aşkta görmüş ve onu fevkalâde yüceltmiştir. Der ki “Her kimin yakası bir aşktan dolayı yırtılmışsa, o hırstan ve ayıptan tamamıyla temizlenmiştir. Ey bizim sevdâsı güzel aşkımız, ey bütün hastalıklarımızın hekimi (yaşa), şâd ol! Ey bizim kibir ve böbürlenmemizin ilacı! Ey bizim Eflâtun’umuz, Câlinus’umuz!”(Mes.1/22 vd.)

Esasen Mevlâna “Allah korkusu”nda da aynı faydayı görmektedir. Mesnevi’de, Kur’ân-ı Kerim’de olduğu gibi  beşeri korkular yerilirken, Allah korkusu yüceltilmekte ve sahipleri övülmektedir. Ayrıca bir hadis-i kudsîde “Rahmetim, gazabımı geçmiştir” buyurulur. Daima “beyne’l-havfi ve’r-recâ” yani korkuyla ümit arasında bulunmak, tavsiye edilmiştir.

Bu çerçevede denilebilir ki Mesnevi, baştan başa Allah korkusunu (ki bu duygu, daha sonra güven, sevgi ve nihayet aşka dönüşme istidadındadır) benimsetme, diğer korkuları yenme ve ümit aşılama yolundaki eşsiz yorumlarla ve nasihatlerle örülmüştür. Mevlâna diyor ki “Şeytan, (Allah’a) ‘beni sen azdırdın’ dedi; o alçak ifrit, kendi yaptığını gizledi. Adem (a.s.) ise ‘nefsimize zulmettik’ dedi; (Halbuki) o bizim gibi Hakk’ın fiilinden gafil değildi; günah işlediği halde edebe riayet ederek (suçu) Allah’a isnat etmedi, Allah’ın  yarattığını gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nâil oldu. Hz. Adem, tövbe ettikten sonra Allah, ‘Ey Âdem! O suçu o mihnetleri,  sende ben yaratmadım mı? O benim takdirim, benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu gizledin?’ dedi. Adem (a.s.) ‘Korktum, edebi terk edemedim” deyince Allah, “İşte ben de onun için seni kayırdım’ dedi. (1/1488 vd.)

“(Allah) sapıklığı iman yolu yapar; eğri gidişi ihsan mahsûlünü devşirme çağı kılar. Bu suretle de hiçbir ihsan sahibinin korkudan emin olmamasını, hiçbir günahkârın da recâdan el çekmemesini (yani ümitsiz kalmamasını) diler. (6/4342-3) Bir kişi, Hak’tan korkup takvâ yolunu tuttu mu; cin olsun, insan olsun, onu kim görse çekinir. (1/1425) (Âriflerin) emniyeti, korkunun ta kendisinden meydana gelmiştir. (6/4365) Herkes ölümden korkar; bu kavim ise ona bıyık altından güler. (1/3495) Korkuda yüzlerce emniyet gizlidir. (6/3580) Allah, kendisine gizli lütuf sahibi denilsin diye zehir içine panzehir gizler. Gizli lütuf ona derler ki hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah, nâr (ateş) gösterir; halbuki o, nurdur. (6/4206 vd.) Böyle bir ihsan sahibinden ümit kesmek hiç de yakışık almaz. (3/2923) “Ümitsizlik diyarına gitme, (nice) ümitler var; karanlık tarafa gitme, (nice) güneşler var.” (1/724)

Şunu da belirtmek gerekir ki Mevlâna’nın Allah korkusu da, aşkı da, ibadeti de şüphesiz inancının büyüklüğünden ve samimiyetinden kaynaklanmaktadır; ama bunların sonuçlarından elde edilecek faydaları da görmezlikten gelmek tabii değildir. Nitekim buyuruyor ki “Sen hazine elde etmeye çalış; çünkü kâr, zarar, işin ardından gelir. Sen bunları ayrıntı bil. Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder. Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki! Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün. Miraçtan maksat dostu görmekti. Bu arada Arş da görüldü, melekler de.” (2/2221 vd.)

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de ve hadîs-i şeriflerde, çeşitli yollarla bu dünyada sıkıntılara muhatap olacağımız ve imtihana çekileceğimiz beyan edilmektedir. Şu bir gerçektir ki insanı olgunlaştıran ve yücelten şey, gerek ferdî yaşamda gerekse hayat mücadelesinde çekilen ıstıraplardır. Onun için Hz. Mevlâna buyuruyor ki “Git, kendine dert ara, dert bul; dertlerden bir dert seç kendine! Çünkü bundan başka çare yoktur. Bahtın yâr olmadı diye üzülme sakın. Ancak derdin yoksa o zaman üzgünlük göster.” (Rub. 1177) “İnsana her iki cihanda da savaşmak yaraşır. Mercandan da, taştan da sıkıntı çekmek gerek. İnsan ya erkekçe, erkek kılıklı yaşamalı ya da bin türlü utanç verici hallere katlanmalı.”

“Kul, dert ve elemden Hakk’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikayette bulunur.   Allah da der ki: Gördün ya! Sonunda dert ve zahmet, seni bana yalvarır bir hale getirdi, seni doğrulttu.   Sen, seni yolundan alıkoyandan, bizim kapımızdan uzaklaştırıp kovandan şikayette bulun!   Hakikatte her düşman, senin ilâcındır, sana kimyadır; seni faydalandırır, gönlünü alır senin!   Çünkü ondan kaçar, halvet bucaklarına sığınır, Hakk’ın lûtfundan yardım dilersin.   Dostlarınsa hakîkatte düşmanlarındır; onlar, seni meşgul edip Hakk’ın kapısından uzaklaştırır. Peygamberler de eziyetlere, zahmetlere uğradılar. Onların çektikleri sıkıntılar, bütün cihan halkının çektiği eziyetlerden daha fazlaydı. (4/81 vd.) Ehil olmayanlara sabretmek, ehil olanlara cilâdır. Nerede bir gönül varsa, sabırla cilâlanır. (6/2041) Sabır kılavuzu sana kanat olursa canın arş ve kürsünün tâ yücesine kadar çıkar. Muhammed aleyhi’s-selâma bak; sabrı burak edindi de Burak onu göklere çıkardı.” (6/3978-9)

Görülüyor ki inancı ve aşkı kadar, olağanüstü enerjisi, azim ve gayretiyle de bizlere örnek olan Mevlâna, gerek nefis terbiyesinde, gerekse hayat mücadelesinde çekilen sıkıntı ve ıstırapları da yüceltmektedir. Çünkü ona göre bütün mahlûkâtın, hatta cansız varlıkların bile yüce yaratıcının emrine tabi olarak her an çırpındığı, ödevini yerine getirmek için olağan üstü gayret gösterdiği bir dünyada, insanın kabuğuna çekilerek âtıl kalması, dahası küçük düşünüp değersiz şeylere tâlip olması, yaratılış gayesine aykırıdır.

Âyet-i kerimede buyurulduğu üzere insan, doğru olduğuna iman ettiği değerler ve kaideler çerçevesinde alıştığı, sevdiği, zevk aldığı şeylerden feragat etmedikçe; büyük faydalar için küçük kazanımları kurban verme basiretine ve cesaretine erişmedikçe  sağlıklı gelişme gösteremez. Nitekim Hz. Mevlâna diyor ki “Doğrusu savaşlar barışa sebep olur. Rahata zahmetle ulaşılır.  (3/9120, 393) Peygamberin savaşı, barışa sebep olmuştur. Bu son devirdeki barış, o savaş yüzündendir. (1/3866) Varlığı nerede arayalım? Varlığı terk etmede; barışı nerede umalım? Barıştan vazgeçmede! (6/823-4)

Sonuç olarak, başlı başına bir kültür âlemi ve şaheseri olan Mesnevi, daha büyük ve ilmî çalışmalarla incelenirse sürüklenmekte olduğumuz açmazlar, problemler ve asrın hastalığı denilen ruhsal rahatsızlıklar için mutlaka çözüm yolları bulunabilir. Yüksek manevi motivasyon sağlamada eşsiz bir eser olan Mesnevi’den alacağımız moral ve güçle hayatın zorluklarına karşı daha etkin ve bilinçli şekilde mücadele edebiliriz.

Dr. Yakup Şafak