MEVLÂNA’NIN LİRİK ŞİİRİNİN MUHATABI KİMDİR?
Mevlâna’nın Lirik Şiirinin Muhatabı Kimdir?
Svıtlana NESTEROVA COŞKUN*
Özet
Mistik şiir türüne dâhil olan “Dîvân”da bulunan şiirlerindeki ilahî aşkın özü, insanın güzelliğine ait unsurlar vasıtasıyla tasvir edilmektedir. Bu tür şiirlerde bireysel ile evrenselin, ilahi olan ile dünyevi olanın kesişmesi, anlatımı zenginleştirmekle birlikte eserin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Araştırmamız, “Dîvân”da “sen” olarak hitap edilen karakter üzerinde odaklanarak muhatap karakterinde ortaya çıkan ilahi, dünyevi ve kurgusal yönleri tespit etmeyi amaçlamaktadır. Şiirlerin dinamiği sürekli değişen ve dönüşen “ben”ler ile “sen”lerin özdeşliği ve diyalektiği yoluyla sağlandığı için “Dîvân”, bir nevi insan ilişkileri ansiklopedisini oluşturmaktadır. Buna dayanarak çalışmamızda; Mevlâna’nın şiirsel dizilerinin analizi yoluyla, ideal muhatabın iz düşümünün veya daha geniş bir anlamda, mükemmel iletişim ilişkilerinin bir örneğinin rekonstrüksiyonu gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, Mevlâna’nın lirik şiirinin, insanlar arası ilişkilerden beslendiği gibi, insanî düzleme de yöneldiği sonucuna varılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mevlâna, Lirik Şiir, Muhatap, Kişi, İletişim.
Abstract
WHO İS THE ADDRESSEE OF RUMİ’S LYRİC POETRY?
Poems included in the “Divan” belong to the type of mystical poetry, in which the essence of divine love is portrayed through the elements of human beauty. In such verses, the intersection of the individual and the universal, the divine and the earthly enriches the narrative, but also makes its understanding more difficult. Our study is aimed at revealing the divine, worldly and fictional aspects in the character of the interlocutor, to whom the author refers as “you”. the dynamics of the verses “Dîvân” is ensured by the dialectic of the relationship “I” and “you”, constantly changing and transforming identities, making the Sofa an encyclopedia of human relations. Based on this, in our study, by analyzing Mevlâna’s poetry, we reconstruct an example of perfect communication relationships or the projection of an ideal interlocutor. In addition, we conclude that Mevlâna’s lyric poetry, inspired by human relations, is equally aimed at a human audience.
Keywords: Mawlana, Lyric Poetry, Adressee, Person, Communication.
Giriş
Mevlâna genellikle ve öncellikle büyük bir Mutasavvıf, din bilgini ve insan eğitmeni olarak anılmaktadır. Bu saygı uyandıran sıfatların ışığında, Mevlâna’nın aynı zamanda bir lirik şiir yazarı olduğu özelliği hep ikinci plana itilmektedir. Oysa Mevlânâ, “Mesnevî” ve “Fihi ma fih” gibi didaktik eserlerin yanı sıra, beyit sayısı 30.000 aşan muazzam bir gazel ve rubai külliyatının yazarıdır. “Dîvân-ı Kebîr” adı altında derlenen söz konusu şiirler; sayısı, işlenen konu ve kullanılan edebi üslupların çeşitliliği, derinliği ve etkileyiciliği bakımından Mevlâna’yı en önemli lirik şairlerden biri yapmaktadır. Knysh’ın ifade ettiği gibi, “Rumi’de tasavvufi deneyimi şiirsel ilhamla organik bir şekilde bütünleşen tasavvufi sanatsal yaratıcılığın mükemmel örneğini ve nihai tezahürünü görmekteyiz.”1
Mevlâna’nın “Dîvân”ında derlenen şiirler, mistik şiir türüne dâhildir. XII. yüzyıl’dan itibaren tasavvuf edebiyatının vazgeçilmez bir türü olarak şekillenmiş olan mistik şiirde, İlahî aşkın özü, insanın güzelliğine ait unsurlar vasıtasıyla tasvir edilmektedir2. Bu tür şiirlerde bireysel ile evrenselin, ilahi olan ile dünyevi olanın kesişmesi, anlatımı çok katmanlı ve çok anlamlı kılmakta ve onlara zamansal ve kültürel sınırları aşabilme gücü kazandırmaktadır. Ne var ki, aynı özelliklerden dolayı bu eserlerde oluşan muğlaklık (Şiir ilahî aşkı anlatmak için mi, yoksa insanî aşkı anlatmak için mi yazılmış?) ilgi uyandırmakla birlikte, çeşitli spekülasyonların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Mevlâna’nın lirik şiirlerinde bu durumu pekiştiren en önemli unsurlardan biri, şiirlerin çoğunun bir muhatap karakteri üzerinde odaklanması ve bir ‘Sen’e yöneltilen sorularla devamlı bir diyalog durumunun canlı tutulmasıdır.
Dîvan-ı Kebir konu ve ifade yoğunluğu bakımından Mesnevi’den pek farklı olmadığı halde, söz konusu eserlerin anlatım üslubu farklılık göstermektedir. Mevlâna, “Mesnevî”de çoğunlukla geniş bir kitleye hitap eden hikâye formatındaki anlatımı tercih eder ve protogonist figürünü olay kurgusunun dışında bırakır. Şiirdeki anlatım ise, genellikle “ben” ile “sen” arasında meydana gelen diyalog durumunu andırmaktadır: Olaylar birinci şahıstan anlatılır, beyitler sıkça soru veya ünlem işaretiyle biter, hemen hemen her şiirde ‘Gel!’, ‘Gitme!’, ‘Bırakma!’, ‘Kaçma!’, ‘Anlat!’, ‘Aydınlat!’ veya ‘Sus!’ gibi, ikinci şahsa yönelik çağrıları bulmak mümkündür. Bu tür ifadeler daha kişisel, daha dokunaklı ve samimi ve dolayısıyla daha kısa mesafeli bir iletişim durumuna işaret etmektedir. Bu durumda Mevlâna’nın, şiirlerinde “sen” olarak hitap ettiği kişi kimdir? Muhatabın kurgusunda ne kadar ilahî ne kadar idealleştirilmiş ne kadar dünyevi yönler mevcuttur? İfadelerindeki yoğun yönelmeler şiirlerin türsel ve yapısal özelliklerinden mi kaynaklanır, yoksa şairin niyetinin ve kişisel adanmışlığının mı ifadesidir? Araştırmamız bu soruları cevaplamayı ve böylece Mevlâna’nın lirik şiirinin toplumsal boyutunu değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Lirik Şiir ve Tasavvuf
“Dîvan-ı Kebîr” başlığı altında derlenen Mevlâna’nın şiirleri, çoğunlukta gazel ve rubaî tarzında yazılmıştır. Gazel, ilkin Arap edebiyatında ortaya çıkan ve özellikle aşk, şarap, sevgili, bahar gibi coşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan, beyit sayısı 5 ile10 civarında değişen şiir türüdür. Zamanla İran edebiyatı tarafından benimsenerek, övgü, sevgi ve hayranlık ifade eden saray sairlerinin geleneksel yazı türü haline gelmiştir. Gazele göre daha kısa ve özlü şiir türü olan rubaî (“dörtlük”), başlangıçta İran halk edebiyatına özgü bir şiirsel söyleyiş tarzı olarak ortaya çıkmıştır. Fars edebiyatının olgunlaşma döneminde (XI. yüzyıl) rubaî seçkinlere hitap eden rafine bir şiir tarzına dönüşmektedir3.
Hemen hemen aynı dönemde, söz konusu şiirsel formlar dini ve ahlaki temaları açıklamak için kullanılmaya başlamaktadır. Fars edebiyatında tasavvufi (irfan) fikirleri şiirde ilk kullanan kişinin Ebu Said Ebü’l-Hayr (ö. 440/1048) olduğu kabul edilir4. Bununla birlikte, özellikle Sanaî, Kaşanî ve Attar gibi büyük şairlerin katkılarıyla tasavvufi mistik şiir klasik şeklini alır ve Mevlâna örneğindeki gelişme zirvesine ulaşır5. Ne var ki, adı geçen düşünürlerin yaratıcı dehasının dokunuşuyla konu ve kapsamı radikal bir bicimde değişmiş olan gazel ve rubaîlerin ifade üslubu ve ana karakterleri kalıcı kaldı: İlahi ile dünyevi alanların arasındaki ilişki aşk, âşık, maşuk vs. terimleriyle ifade edilmeye devam etmiştir6. Söz konusu terimlerin doğrudan anlamlarının mecazi anlamlara yer bırakmaları beklendiği durumda, böyle bir değişim tamamıyla gerçekleşmemektedir: Şiirler armonik bir şekilde her iki boyutu içinde barındırmaktadır. Bu özellik, şiirin anlam yoğunluğunu ve gerilimini iki kat arttırdığı için yapılabilen yorum yelpazesini de çeşitlendirmekte ve hatta paradoksal (yorum imkânsızlığı) bir durum yaratmaktadır. Çalışmamızda ele aldığımız Mevlâna’nın şiirlerindeki “sen” kavramı, işte bu tür bir yorum çeşitliliğine ve muğlaklığına sahiptir. Aşağıda, Dîvan-ı Kebîr’de geçen ‘sen’ kavramının en yüce aşamasındaki çağrışımlarından başlayarak, dünyevi ve şairin çevresindeki kişilere dek işaret ettiği durumları belirlemeye çalışacağız.
Allah
Allah’ın gücü, yüceliği hem uzaklığı hem de yakınlığı gibi konular kuşkusuz Dîvan’ın ana eksenini oluşturmaktadır. Mevlâna’nın şiirlerinde anlatılan her hadise, doğrudan veya dolaylı olarak Allah’ın varlığına işaret etmektedir. Bazı şiirler, şairin doğrudan Allah’a yönelişlerinden ibaret olduğu için, adeta dua şeklini alır: “Tanrım, hastalara ferahlık veren sensin; lütuflar, rahmetler içinde can gibi gizli olan sensin…”7. Ayrıca Dîvan’daki şiirlerde Mevlâna’nın muhataba sıkça Dost, Padişah, Efendi, Saki şeklinde seslendiğini görmekteyiz ki, söz konusu ifadelerin tasavvufi şiirde geleneksel olarak Allaha işaret ettiği bilinmektedir:
“Ey mahşer padişahı, sen rahmet edersin, rüşvet almazsın. Her kırık dökük, her aşağı, bayağı şey sen rahmet ettin mi gelişir, yetişir.”8
“Ey efendim! Ey padişahım! Şahit ol; konuşmaya tövbe ettim. Artık bir şey söylemeyeceğim, Çünkü sözsüz, feryadsız sırlarımızı bilen Sen’sin Sen!”9
“Ey yüzlerce sevda yaratan sâkî, bu çeşit düzenler yapadur…”10
“Saki gece şarabını kadehe doldurmuş, çıkageldi; ölümsüzlük şarabını için her çeşit yemeden içmeden vazgeçin.”11
Bununla birlikte, belirtmemiz gerekir ki, Dîvan-ı Kebîr’de sıkça kullanılan Dost, Sevgili, Padişah, Efendi, Saki gibi isimler her zaman Allah’ı işaret etmez. Keshevarz’ın belirttiği gibi, Dîvan’da “Âşıkların değişik gelişim aşamalarında onlarla olan ilişkilerin dinamiğini koruyabilmesi için, Sevgili kendisi değişmekte ve farklı şeylerle dönüşmektedir.”12 Tasavvufi şiirde Sâkî, Sevgilim, Dost, Güzel gibi terimler ayrıca Mürşid-i Kâmil, yani ilahî aşk yolunda ilerlemesi için yol gösteren zat anlamında da kullanılır. Örneğin aşağıdaki örnekte Sâkî ismi açıkça mürşid-i kâmil anlamında kullanılmaktadır: “Ey âşıkların ellerinden tutan, ey yardımcı olan sâkî, can kadehini elime sun, uzak olsun yabancıları dudaklarından, gizlice sun bana… Yürü ey lütfu umulan, keremi beklenen saki, tez ol…”13 Yukarıda belirlenen terimlerin içeriği sabit olmadığından, yanlış anlaşılmayı önlemek için her seferinde okuyucu tarafından teyit edilip şiirin bağlamına göre belirlenmelidir.
Peygamberler
Peygamber isimleri Dîvan’da sıkça zikredilmektedir. Bazı şiirlerde ayrıca Mevlâna’nın bazı peygamberlere çağrıda bulunduğunu görmekteyiz:
“A Muhammed, a güzellikte Sungur’a, alımda Zeyneb’e benzeyen, senin padişahlığın bana karşı mat olmuştur…”14
“A, Süleyman, getir yüzüğü, devi-perdeyi al buyruğun altına…”15
“A Yusuf, tertemiz Yakub’un gözlerinden yaşlar akmada, hele bir bak da gör, sevgi yüzünden gözlerimden biteviye yaşlar akıp durmada..”16
“A adı güzel Yusuf’umuz, damımıza ne hoş çıkıyorsun, kapı açık işte, buyur, damdan in kapıdan gir içeriye.”17
“Ey ruhu bile gören Nuh, bak da gör, bütün dünyayı tufanım kaplamış diye eteğine yapışmışım, çekiyorum.”18
Mevlâna’nın kullandığı dil daima sembolik ve mecazi olduğundan, Peygamberlerin isimlerinin altında bile bazen başka bir referans bulunabilmektedir. Örneğin Mevlâna’nın şiirinde [Hz.] Yusuf’un imgesini inceleyen Schimmel, “bütün hikâyeler Şems’e veya ‘onun nurunun izlerine” işaret ettiğini belirtmektedir19.
Tasavvufi Muhabbet ve Şiirdeki Muhatap Figürü
Cüneyd-i Bağdadî (ö. 297/1209) tasavvufu, “Her şeyden alakayı kesip Allah ile olmaktır“20 olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte, tasavvuf insanı tamamıyla sosyal ilişkilerden kopartmıyor. Tasavvufi öğretinin ve tecrübesinin mürit-mürşit münasebeti yoluyla, dergâh ve meclisler ortamında aktarılması ve pekiştirilmesi, hak ve hakikat arayış yoluna girmiş insanların aralarında çök özel tür bir insani ilişkilerin oluşmasına sebep olur. Söz konusu ilişkiler, dünyevi çıkar ve mutluluklar üzerinde değil, hayatı anlamlı kılmak, mana âlemine yakınlaşmak hedefi üzerinde odaklanır. Aklını kurcalayan sorulara cevap verebilen kişi ile karşılaşmak; aklında geçen iç diyalogunu dışarıya genişletebilmek her düşünen bireyin aradığı dostluk türüdür. Mevlâna Dîvan’da söz konusu dostluğu aşağıdaki dizilerle açıklamaktadır:
“Bir arkadaş istiyorum ki derdime yansın”21
“Dostlar birbirlerinin gönlünden geçenleri bilir, bilmezsem gerçek dost olamam”22 “Canın canıma ne de yakın; ne düşünürsen biliyorum”23
“Gel, birbirimizle candan konuşalım kulaklardan, gözlerden gizli olarak söyleşelim!”
Söz konusu sıfatlar ve özellikler, Mevlâna’nın şiirlerinde çoğu zaman düşünürün yol arkadaşı ve ilham kaynağı olan Tebrizli Şemseddin’in adıyla yan yana gelir.
Aranan Dost Örneği: Şemseddin Tebrizli
Bilgeliği, derinliği ve hakikat peşinde koşma tecrübesi ve coşkusuyla Mevlâna’yı derinden etkileyen Tebrizli Şemseddin, kuşkusuz, ‘Dîvan’da en sık “sen” olarak hitap edilen kişilerden biridir. Bununla birlikte, şiirlerdeki Şems’in ne kadar gerçek bir kişi, ne kadar edebi bir karakter olduğunu ölçmek oldukça zordur. Mevlâna’nın kendini yoğun bir şekilde şiir yazma faaliyetine adaması, Şems’le tanıştıktan sonra ve özellikle Şems’in kaybolmasından sonra başladığı bilinir.24 Bundan dolayı çoğu zaman Dîvan’daki Şems, ulaşılmaz, idealleştirilmiştir, hatta dünyevi vasıflardan arındırılmış olarak karşımıza çıkmaktadır: “Âlemin kul köle kesildiği Tebrizli Tanrı Şems’in tapısına koş da onun lütfuyla yücelikler menziline ulaş.”25 Bazı şiirlerde ise, Şems’in insani özelliklerine vurgu yapılmaktadır: “A zaman, gönlümün sahibi Tebrizli Tanrı Şems’i gibi bir insan gördü mü gözlerin? Ne mutlu sana o doğru yolu bulan, çalışıp çabalama yüzünden eridin gittin, manamızı anlamak için suretten kaçındın vazgeçtin”26
Mevlâna’nın Şems’le karşılaşması, efsanelerin konusu olduğu gibi27, en büyük Şems efsanesinin Mevlâna’nın Dîvan’da kaleme aldığı söylenebilir. Bununla birlikte, Şems karakterinin idealleştirilmiş olması, Mevlâna’ya göre ideal olan dost ve muhatabın özelliklerini anlamamız için olanak sunmaktadır.
Şairin özlem duyduğu bir varlığın nitelikleri bazen rica, dilek, temenni veya yalvarış, bazen de eleştiri, şikâyet veya yakınma yoluyla, dile getirilmekte ve böylece bir nevi insan ilişkileri ansiklopedisini oluşturmaktadır. Mevlâna’nın şiir dizilerinin analizi yoluyla, ideal muhatabın iz düşümünün veya daha geniş bir anlamda, mükemmel insani ilişkilerin bir örneğini çıkarmak mümkündür. Mevlâna’ya göre mükemmel dost “dertlere çare olan”, “doğru yolu bilen”, “bizi aydınlatan”, “iyileştiren hekim”, “ikiliği ortadan kaldıran”, “yardım eden” “teselli eden” gibi niteliklere sahiptir.
“Sevdalarla yüzlerce vadiye daldım, fakat ne çaresi var? Derdime çare olan böyle oldu gitti… Bana doğru yolu tut dediler; hangi yolu tutayım ki doğru dostum kayboldu. ”28
“Aramızda mum gibiydi, bizi anlatıyordu, nereye gitti acaba…”29
“Güneşsin sen, alem senin yüzünden sıcak; bir hararet de şu benim soğuk ahıma ver.”30
“Bir gece ansızın, bir uğurdan ikiliği kaptı- gitti benden…”31
“Dostum! Sen olmasan, Sen bana yardım etmesen, işim gücüm yıkılır gider! Ey benim can dostum, ey benim dert ortağım; Sen’siz hiçbir iş yürümez! Bana, Sen’siz yaşayış da hoş değildir, Sen’siz ölüm de hoş değildir! Gamından nasıl baş çekeyim, nasıl kurtulayım? Sen’siz hiçbir iş başa çıkmıyor ki!..32
Mevlâna’nın devamlı olarak ayrılıktan yakınması, dostluğa ne kadar değer verdiğini bir kez daha göstermektedir. Şairin şikâyet konusu ettiği ayrılık, mesafeler, aradığı dostu bulamama gibi durumlar, Dîvan’ın ana temasını oluşturmaktadır:
“Ayrılık değil bu, ölüm acısı; boğazımızı ayrılıkla sıkıyorsun.”33
“A güzel, asla doymadım sana, fakat ayrılığa her an doydum doydum”34
“Aşık yalnız bile kalsa yalnız değildir, sevgiliyle gizlice eştir-dosttur.”
“Askı olmayan kişi ne de zevksizdir ya, bir sevgilisi olmayan kişi ne de ölüdür ya…”35
“Canla-gönülle aradığım güzeli burada bulunanlar arasında bulamıyorum. Buradakilerin arasında yok, nereye gitti o…. ”36
Gördüğümüz gibi, Dîvan’daki Şems karakteri vasıtasıyla Mevlâna, mana âlemine refakat ve rehberlik edebilir mükemmel bir dost tasvirini çizmektedir. Böyle bir dost edinmek değerli olduğu kadar, çok nadir bir durumdur. Dîvan-ı Kebîr, işte böyle bir kişi ile karşılaşma sevincinin ve böyle bir dostu kaybetme acısının muazzam bir ifadesidir. Yine de unutmamamız gerekiyor ki şiirlerdeki Şems, gerçek bir kişi olmaktan ziyade, şairin hayal ve anlatım gücü ile idealleştirilmiş bir muhatabın kurgusundur.
Şiirlerdeki “Sen” ile “Ben”in Özdeşliği
Mevlâna’nın gazellerinin çoğunda Şems’in adının mahlas yapılması, şiirin yöneldiği muhatap konumunun göründüğünden daha da karmaşık olduğu göstermektedir.37 Şiirdeki sözler Şemse mi yöneliktir, yoksa Mevlâna arkadaşının adına, sanki onun kılığına girerek, kendi kendisine mi hitap etmektedir? Mevlâna’nın niyeti kendi kimliğini saklamak mıydı, yoksa tam tersine Tebrizli Şems’in adı altında kimsenin tanımadığı, kendisinin derin bir kişiliğini ortaya çıkarmak mıydı? Bu sorulara kesin cevap bulmak mümkün değildir. Ancak Dîvan, bizlere “ben” ile “sen” kavramlarının birbirine bağlı oldukları ve birbirini hem tanımladıkları hem de tamamladıklarını anlatmaktadır. Dîvan’da anlatılan dostluk, kişinin başka birisiyle manevi uyumu; insanların amelde, emelde, fikirde olan mutlak ahengini ifade etmektedir. Söz konusu ahenk, “ben” ile “sen”in yakınlaşmasına ve hatta karışmasına kadar uzanabilir. Mevlâna, Şems ile olan bu tür manevi yakınlığı “Ben” ile “Sen”in özdeşliği şeklinde ifade etmektedir:
“Gel, gel, daha yakın gel! Bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Mademki sen bensin, ben de senim, artık bu senlik ve benlik nedir? Biz, Hakk’ın nuruyuz, Hakk’ın aynasıyız! Şu halde, kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz?”38
“Sevgilimi benden ayırmak istiyorsan boşuna: o oldum ben, ne yapabilirsin ona?”39
“Ben sensem peki sen kimsin? Sen bu musun, yoksa o mu? Ne biliyim ben…”40
“Senin içinde, gölge varlığın ötesinde akıl gibi, düşünce gibi daima seninle beraberim; zevk aldığın, neşelendiğin, sıkıntılara düştüğün, bunaldığın zamanlarda da senin içindeyim; senden ayrı değilim!”41
Hangi kılıfta, hangi konumda olursa olsun Mevlâna’nın sesi ve şahsiyeti başat olmaktadır. Bazı parçalarda hatta Mevlâna’nın doğrudan kendi kendisiyle diyalogu sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Bu durumun bir göstergesi olarak, Mevlâna’nın sıkça “A, gönlüm”, “Ah, benim gözüm” gibi ifadelerin kullanıldığını görmekteyiz: “A gönül, derdine can ver, değmez mi yani? Başsız kal malsız mülksüz kal değmez mi yani?”42; “Hey gönül yoksulca sevgiyi at başından.”43
Şair ve Okuyucu
Yukarıda tespit ettiğimiz muhatap karakterlerinin yanında Dîvan’da ayrıca başka tür bir ‘sen’ de mevcuttur. Yazıya dökülen her edebi eserde olduğu gibi, Mevlâna’nın şiirlerinde anlatımın konusu olan kurgusal “sen”in yanında, anlatımın hedefi olan okuyucuya ait bir “sen”in de devamlı bulunduğu açıktır. Söz, dilin doğası gereği toplumsallık ve sosyal etkileşimin göstergesidir. Söz, yalnızlıkta veya çaresizlikte söylense bile, bir okuyucu veya dinleyicinin var olduğunu varsaymaktadır ve onu aramaktadır. Dîvan, ilahi aşkı konu etmekle birlikte şiirlerin sözleri Allah için değildir. Mevlâna’ya göre, Allah söze muhtaç olmayan bir mana âlemidir; o dilsiz ve sessiz dualarımızı dile duyar. Bu durumda, dile getirilmiş olan her şey kuşkusuz insana yöneliktir. Bu bağlamda, Mevlâna’nın verimli yazarlık ve şairlik faaliyetleri, şairin insana ve insanî ilişkilere ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi olmaktadır.
Dîvan’ın şiirlerini okuyan herkes, şairin ona seslendiğini hisseder ve kendisi de anlatıdaki kimlik dönüşümü oyununa dâhil olur. Böyle bir iştirak ve teslimiyet, tasavvuf edebiyatının ve tasavvuf eğitiminin önemli bir özelliğini oluşturmaktadır. Tasavvufi şiir, seyr-ü-sülûk’un tarifini ve bilgisini içermekle birlikte ayrıca Nasr’ın deyimiyle “ruhun hastalıklarını iyileştirebilen özel bir simyayı”44 sunmaktadır. Gerçekten, bu ifade türünün diğerlerine nazaran özel nitelikleri vardır. Şiir, bir yandan mana ile seslerin ahengiyle, ritmin dinamiğiyle, düşünce ve hissiyatın birleşmesiyle insana varlıkla bir olma, kavuşma ve kaynaşma örneğini sunar. Ama diğer yandan, asıl simya aşığın (veya okuyucunun) ta kendisinde meydana gelen dönüşümle ilgilidir. Zaten devinim, değişim ve dönüşüm-Dîvan’ın konusu değilse bile onun ana yöntem ve ritmini oluşturmaktadır.45 Ernst’in vurguladığı gibi: “Şiir sanatının asıl konusu, şiirin okuyucuya yaşattığı tecrübe ve bu hem şairin hem de okuyucunun dâhil olduğu edebi sürekliliğin bir parçasıdır.”46
Sonuç
İncelememizin gösterdiği gibi, Mevlâna’nın gazel ve rubailerinde hitabetin hedefi olan “sen”, biçimsel karakter olarak kalıcı olmaktadır. Ancak söz konusu “sen”in işaret ettiği kişiler veya mertebeler daima değişmektedir. Şairin bazen Tanrı’ya söz yönelttiğini, bazen de peygamberlere seslendiğini görmekteyiz. Bununla birlikte, çoğunlukla sözün Dost, Sevgili, Padişah, Efendi, Saki gibi gazellerdeki geleneksel karakterlere yöneltildiği görülmektedir. Söz konusu isimlerin mecazi örtüsü altında Mevlâna’nın bazen Tanrı’yı, bazen Mürşid-i Kâmil’i, bazen de yakın dostlarını kast ettiğini görmekteyiz. ‘Dîvan’da en sık “sen” olarak hitap edilen karakter ve en sıkça anılan isim Tebrizli Şemseddin’dir. Ne var ki, bu somut isim bile kesinlik arz etmez ve bazı durumlarda şairin gönül dostunun gerçek kişiliğine işaret ederken, bazı durumlarda insani vasıflardan arındırılmış, idealleştirilmiş kurgusal karaktere işaret ettiği görülmektedir.
Dîvan’daki şiirlerin dinamiği, sürekli değişen ve dönüşen karakterlerin oyunuyla, “ben”ler ile “sen”lerin özdeşliği ve diyalektiği yoluyla sağlanmaktadır. Tahmin edilebilir ki, şairin özleminin konusu olan bir muhatap, bir özne değil, ancak ortak anlamların paylaşımını sağlayacak engelsiz iletişimin ve özneler arasındaki uyumun ta kendisidir. Mevlâna’nın Dîvanı’nın konusu kuşkusuz hak ve hakikattir. Yine de söz konusu mana arayışının başka insanların yardımı ve yönlendirilişi olmaksızın gerçekleşmesi güçtür. En yüce hedef peşinde ve en onurlu yolda ilerlediğinde bile, insanın başka bir insana ihtiyacı olduğu açıktır.
Kaynakça
ARBERRY, A.J., Sufism: En Account of the Mystıcs of Islam, Dover Publikations, New York 1950. ARBERRY, A.J., The Rubai’yat of Jalal AlDin Rumi, Emery Walker, London 1958.
BİLGİN, Azmi, “Tasavvuf ve Tekke Edebiyatı”, İlmî Araştırmalar, S. 1 (1995), s. 61-82. CAN, Şefik, Mevlâna Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri, Ötüken Yayınları, İstanbul 2011.
ERNST, Carl W., The Shumbhala Guide to Sufism, Shumbhala, Boston&London 1997. FÜRÛZANFER, B. Mevlâna Celâleddin, MEB Yay., İstanbul 1986.
KESHAVARZ, Fatemeh. Reading Mistical Lyric, The case of Jalâl al-Dîn Rumi, University of South Carolina Press, Columbia 2004.
KNYSH, Alexandr, Tasavvuf Tarihi, (çev. İ. Durdu), Ufuk Yayınları, İstanbul 2011.
LEWIS, Franklin D. Rumi: Past and Present, East and West, the Life, theachings and Poetry of Jalâl al-Dîn Rumi, Oxford 2008.
Mevlânâ, Dîvan, (çev. A. Gölpınarlı), Milliyet Yayınları, İstanbul 1971.
Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, (çev. A. Gölpınarlı), İş Bankası Yayınları, VIII, İstanbul 2020. Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, Seçmeler (çev. Abdülbaki Gölpınarlı), MEB Yay., İstanbul 1970. Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, Seçmeler (çev. Şefik Can), Ötüken Yayınları, İstanbul 2015.
NASR, S.H. The Garden of Truth, The vision and promise of Sufism, İslam’s Mystical Tradition, New York 2008.
ÖZTÜRK, Mürsel, “Rubaî”, DİA, XXXV, İstanbul 2008, s. 176-177.
SCHIMMEL, Annemarie, “Mevlâna’nın Şiirinde [Hz.] Yusuf”, İstem, S.10 (2007), s. 257-271.
SCHIMMEL, Annemarie, “Tasavvuf Edebiyatı”, İslam Medeniyeti Araştırmalar Dergisi, I/1 (Aralık 2014), s. 182-195.
SÜHREVERDİ, Tasavvufun Esasları-Avarifu’l Mearif Tercemesi, (çev. H. Kâmil Yılmaz), İstanbul 1989, s. 64.
*Öğr. Üyesi, Bartın Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi, Email: scoskun@bartin.edu.tr ORCİD: 0000-0003- 4128-708X
1 Alexandr Knysh, Tasavvuf Tarihi, (çev. İ. Durdu), İstanbul 2011, s. 157.
2 A.J. Arberry, Sufism: En Account of the Mystıcs of Islam, Dover Publications, New York 1950, p. 111-113.
3 Mevlâna bu edebi formu, konu ve ifade etkileyiciliği açısından zenginleştirerek ve evrenselleştirerek, tekrar geniş kitlelerin ulaşıldığı duruma getirdi. Derin tasavvufi konuları yoğun duygusallık ile harmanlamış Mevlana’nın şiirleri, insanların ezberlerinde ve gündelik konuşmalarında kalıcı bir yer edinmiş, öz deyimlerinde yansıtılmıştır. A.J. Arberry, The Rubai’yat of Jalal Al Din Rumi, Emery Walker, London 1958, p. xxiv.
4 Azmi Bilgin, “Tasavvuf ve Tekke Edebiyatı”, İlmî Araştırmalar, S.1 (1995), s. 66. Rubâî, gazelin ve tasavvufun zirveye çıktığı VII. (XIII.) yüzyılda da gelişme göstermiş, Ferîdüddin Attâr rubâî türüyle Muḫtârnâme adında bir eser kaleme almıştır. Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin 2000 civarında rubâîsi bulunmaktadır. Mürsel Öztürk, “Rubaî”, DİA, XXXV, İstanbul 2008, s. 177.
5, Franklin D. Levis, Rumi: Past and Present, East and West, the Life, Teachings and Poetry of Jalâl al-Dîn Rumi, Oxford 2008, p. 127-128.
6 Carl W. Ernst, The Shumbhala Guide to Sufism, Boston&London 1997, p.157-163.
7 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, (çev. A. Gölpınarlı), IV, İstanbul 2020, s.140.
8 Mevlânâ, aynı eser, IV, s. 482.
9 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, Seçmeler, (çev. Şefik Can), IV, b. 2979.
10 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, II, s. 144.
11 Mevlânâ, aynı eser, II, s. 8.
12 Fatemeh Keshavarz, Reading Mistical Lyric, The case of Jalâl al-Dîn Rumi, Columbia 2004, p. 88.
13 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, I, s. 57.
14 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, II, s. 108.
15 Mevlânâ, Divan, (çev. A. Gölpınarlı), İstanbul 1971, s. 196.
16 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, I, s. 64.
17 Mevlânâ, aynı eser, I, s. 34.
18 Mevlânâ, aynı eser, I, s. 387.
19 Annemarie Schimmel, “Mevlâna’nın Şiirinde [Hz.] Yusuf”, İstem, S.10 (2007), s. 270.
20 Sühreverdi, Tasavvufun Esasları-Avarifu’l Mearif Tercemesi (çev. H. Kâmil Yılmaz), İstanbul 1989, s. 64.
21 Mevlânâ, Divan, s. 2120.
22 Mevlânâ, aynı eser, s. 302.
23 Mevlânâ, aynı eser, s. 292.
24 Fatemeh Keshavarz, Reading Mistical Lyric, The case of Jalâl al-Dîn Rumi, Columbia 2004, p.7.
25 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, II, s. 254.
26 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, II, s. 28.
27 Fürûzanfer, B., Mevlâna Celâleddin, İstanbul 1986, s.75-91.
28 Mevlâna, Dîvan-ı Kebîr, s. 243.
29 Mevlâna, Dîvan-ı Kebîr, s. 245.
30 Mevlâna, Dîvan-ı Kebîr, s. 373.
31 Mevlâna, Dîvan-ı Kebîr, s. 330.
32 Mevlâna, Dîvan-ı Kebîr, Seçmeler, (çev. Şefik Can), II, s. 553.
33 Mevlâna, Dîvan-ı Kebîr, s. 413.
34 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, s. 254.
35 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, s. 239
36 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, s. 277.
37 Mevlâna gazellerinin sonlarında, kendi adı yerine hep Şems-i Tebrîzî adını kullanmıştır. Nadir olarak bazı gazellerinde, Selahaddîn-i Zerkubî adını anmış bazen da “Hamuş” (Sus!) lakabını kullanmıştır. Franklin D. Levis, Rumi: Past and Present, East and West, the Life, p. 129.
38 Şefik Can, Mevlâna Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri, İstabul 2011, s.144.
39 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, s. 426.
40 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, s. 308.
41 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, Seçmeler, (Çev. Şefik Can), III, İstanbul 2015, b.1145
42 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, II, s. 65.
43 Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr, II, s. 215.
44 S.H.Nasr, The Garden of Truth, The vision and promise of Sufism, New York 2008, p. 143.
45 Fatemeh Keshavarz, Reading Mistical Lyric, The case of Jalâl al-Dîn Rumi, p. 77-80.
46 Carl W. Ernst, The Shumbhala Guide to Sufism, Boston&London 1997, p. 161.