MEVLÂNÂ’NIN İZİNDEN YÜRÜMEK – Necip Fazıl Duru
MEVLÂNÂ’NIN İZİNDEN YÜRÜMEK
Necip Fazıl Duru
ŞİİR SÖYLEMEK: MEVLÂN”NIN İZİNDEN YÜRÜMEK
İslamiyetle tanışmakla birlikte, onun medeniyet dairesi içine de girmiş bulunan Türkler, İslam ümmetinin birikiminden de istifade etmeye başladılar ve Anadolu”da ilk yazılı edebî ürünlerini XIII. yüzyılda ortaya koydular. İslam sonrası oluşan Türk edebiyatının kuruluş ve gelişiminde Mevlânâ Celâleddîn (1207/1273)”in ve daha sonra oğlu Sultan Veled (1226/1312)”in emeği ve tesiri olduğu hususunda hemen bütün edebiyat tarihçileri hem-fikirdirler. Mevlânâ birkaç mülemma”sı istisna tutulmak kaydıyla, eserlerini Fars diliyle oluşturmuşken, tasavvufî fikirleri ve âşıkane şiirleri ile kendinden sonra neşv ü nema bulacak olan Osmanlı edebiyatında (ve diğer İslam edebiyatlarında) inkar kabul etmez derecede hisse sahibidir. Sanki, Şeyh Feridüddîn Attar”ın, Mevlânâ”yı işaret ederek babasına söylediği: “Bu çocuğun değerini bil, çok yakın bir zamanda sıcak nefesiyle âlemdeki yanık yüreklilerin yüreğine ateş düşürecektir.”1 sözü gerçekleşmiştir.
Âmil Çelebioğlu, Mevlânâ ve eserinin Osmanlı mesnevi şâirleri üzerindeki tesirini şu cümlelerle anlatır: “Gerek şahsına hürmet edilmesi, gerekse bilhassa eserlerinden Mesnevî”nin tesiri cihetiyle XIII. asırdan Sultan II. Murad”ın vefatına (855-1451) kadar olan devre için tesbit edebildiğimiz Türkçe mesnevîlerde en çok adı geçen, sitayişle bahsolunan isim, şüphesiz ki Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”dir. Hiçbir mesnevî şairinin, Mevlânâ kadar devamlı bir şekilde müessir olduğunu, tekrîm ve tebcîl edildiğini müşahede edemiyoruz.”2
Yalnız mesnevî şâirleriyle ve belli bir asırla sınırlandırılamayacak bu etkinin boyutunu Fuad Köprülü şöyle belirler: “ Mevlâna, Farsça yazmış olmakla beraber Anadolu”da gelişen İslâmî Türk edebiyatı üzerinde sürekli etki yapmıştır. Özellikle mevlevî şairler, pirleri Mevlânâ”nın eserlerinin derin etkisi altında manevî ve edebî kişiliklerini yoğurmuşlardır. XIII. yüzyılda Mevlâna”nın oğlu Sultan Veled”in mevlevîlik tarikatini kurmasından sonra, mevlevî tekkelerinden yetişerek her yüzyılda sayıları gittikçe artan, kaside, gazel ve mesnevîde sayısız eserler veren, bu alanlarda içlerinde zirveye ulaşan mevlevî şâirler yetişmiştir. XV. yüzyıldan itibaren Mesnevî”ye yapılmış manzum, mensur pek çok çevirilerin, şerhlerin, Mevlânâ”nın diğer eserlerine ve mevlevîliğe ait eserlerin, Türk tasavvuf edebiyatının fikrî yönden işlenmesinde, dil ve edebiyatın gelişip zenginleşmesinde önemli katkıları olmuştur.3
Mevlânâ”nın eserlerini anlama, yorumlama çabalarının ve oğlu Sultan Veled tarafından tesis edilecek olan tarîka-i mevleviyyenin âdab ve erkanını belirlemeye yönelik girişimlerin bir sonucu olarak Osmanlı Edebiyatı içinde ayrıca bir de Mevlevî Edebiyatı”nın varlığından bahsetmek mümkündür. Manzum ve mensur Mevlânâ menâkıp-nâmeleri, hilye-i Mevlânâlar, manzum ve mensur Mesnevî tercüme ve şerhleri, Mesnevî”den seçilen bazı beyitlerin şerhleri, Mesnevî sözlükleri, Mesnevî”nin anlaşılması gayesiyle hazırlanan manzum sözlükler, Mesnevî dışındaki diğer eserlerin tercümeleri, tarikat âdab ve erkanının anlatıldığı eserler, semâ ve mûsikî ile alakalı eserler, mevlevî uluları ve şâirlerinin hal tercümelerinin verildiği tezkireler, derviş günlükleri ve mevlevî şâirlerin dîvan ve mesnevîleri bize rahatlıkla ayrı bir Mevlevî Edebiyatı”ndan bahsetme ruhsatını vermektedir.
Mûsikî, semâ”, şiir gibi câzib üç vasıtaya dayanan mevlevîlik, Anadolu”nun harsına meftûn şehirlerinde yüksek zümrelerde daima taraftar bulmuş, İslam güzel sanatları mevlevî tekkelerinde her zaman büyük bir rağbet görmüş, mevlevî şeyhleri, siyasî, dinî bütün hareketlerden daima uzak durarak sosyal düzenin muhafazasına samimiyetle çalışmışlardır.4 Yalnızca Galata Mevlevîhanesi”nin 430 yıllık hizmeti sırasında 70 kadar dîvan sahibi şâir yetiştirmesi mânidardır.5 Şâir-tekke ilişkisi ve bu ilişkinin sonucu o mekânların şiir tapınakları olarak isimlendirilmesini anlamlı kılmaktadır.6
Hepsi birer mekteb-i edeb olan mevlevî tekkelerinde nefes alanlar, Ali Enver”in ifadesiyle, şâir olamazlarsa bile mutlaka şiir okuyacak veyahut şiirden mütelezziz olacak bir mezâka sahiptirler.7
Mevlevîlerin şiire olan meyillerini, ünsiyetini; kötü zamanlarında şiirde teselli bulduklarını Esrar Dede şu beytinde dile getirir:
Gazelle eglenür hicrân hücûm itdükce bî-çâre
Gürûh-ı Mevlevînün tab”ı çün eş”âra mâildür
Dîvan, s. 688
Başka bir şâir de, şiir söyleme ve Farsça bilmenin mevlevîlerde anadan doğma bir yetenek olduğunu, buna rağmen bu vasıflarıyla övünmediklerini belirtir:
Gerçi mâder-zâddır bizlerde şi”r ü Fârsî
Sâ”ib olsak da yine davâ-yı Şevket itmeyiz
Remzî, 1769
Diğer tarîkatlerde farklı yorumlar neticesinde ayrılan kollar her ne kadar mevlevîlikte bulunmasa da, kimilerince varlığı iddia edilen iki neş”enin bile ortaya çıkmasına sebep olarak şiir zevki gösterilir. Mesnevî-i Şerîf”ten zevk alanlara Veledî, Dîvân-ı Kebîr”den lezzet duyanlara da Şemsî denilmesi, tarîkat içinde şiirin gücünü göstermesi bakımından önemlidir.10 İsabetli olup olmadığı tartışılsa bile, Şeyh Gâlib”in Mesnevî”den, Sabûhî Dede”nin Dîvân-ı Kebîr”den feyz ve neş”e aldığı iddia edilir.11
Yalnızca mensuplarına değil, muhiblerine de kapısı daima açık olan mevlevî tekkelerinin üstlendiği fonksiyonu Sâmiha Ayverdi şöyle anlatır: “Dergâhlar, o vaktin kıstasına göre, fikir ve îman yobazlığına karşı serdengeçti bir pervasızlıkla savaşan bilgi ve irfan ocakları idi. İnsan ruhunu işlemek ve onu tehlikeli ihtilâtlarla beşeriyetin başına korkunç dertler açan komplekslerden kurtarmak için sırasına göre şiir, mûsikî, raks ve belagatten istifade etmek sûretiyle talebe yetiştiren birer mektep, cemiyet bünyesinin ihtiyacından doğup gelişmiş bir müessese sayılabilirdi.12 İlmiye sınıfına mensup bir şeyhülislam tarafından da mevlevîhaneler, şiir ve mûsikînin yegâne mercii ya da bilginin şerbetinin aktığı çeşme başları olarak nitelendirilecek kadar yaygın, köklü ve önemliydi.13
Osmanlıların Anadolu”nun birliğini kurarak hudutlarını Anadolu dışında da genişletmeleriyle imparatorluğun her tarafında Mekke”de, Mısır”da ve Cezayir”den Macaristan”a kadar olan bütün Balkanlarda açılan Mevlevî Tekkelerinde Mevlânâ”nın eserleri, özellikle Mesnevî okutulmuştur. Birer sanat ve edebiyat ocağı durumunda olan bu tekkelerden yetişen yüzlerce şâir, zamanla çığ gibi büyüyerek sanatın, müziğin ve edebiyatın oluşup gelişmesinde büyük katkılarda bulunmuşlardır.14
Dîvan şâirlerinin tasavvuf ve tarikat ilişkilerini tezkirelerden hareketle belirlemeye çalışan bir makaleden çıkan sonuç da bize bunu doğrulamaktadır. Her hangi bir tarikata mensubiyeti açıkça belli olan 320 şâirden 220″sinin mevlevî olmasında şaşılacak bir durum da yoktur.15 Medreselerde bile ders olarak okutulan, mevlevîhane müdavimlerinin feyz kaynağı Mesnevî”nin şiir olması bile bu durumu açıklamaya yeter. Tezkirelerde mevlevî olduğu belirtilmeyen ve hatta nakşbendiyye, halvetiyye, kadiriyye gibi başka tarikatlere mensup azımsanmayacak sayıda şâirin dîvanında da Mevlânâ medhiyesi yer almaktadır. Bunun yanı sıra yine bir çok şâir de, Mevlevîlere has neyzen, ney, çarh vurmak, baş kesmek, külah (nemed), elif-nemed, semâ” gibi ıstılahları rahatlıkla şiirine taşımıştır. Mevlânâ”nın Osmanlı şâirleri üzerindeki etkisini yalnızca yüzeyde görmek de hatalı olabilir. Aşk etrafında âşık, mâşuk, sâkî ve bâde gibi özel anlamlar kazanmış kelime ve mazmunlarla kaleme alınan şiirleri ve bu şâirleri Mevlânâ”dan bağımsız değerlendirmek de mümkün değildir.16Tesir halesinin bu denli geniş olmasından hareketle Mazıoğlu, Mevlânâ”yı tarikatler üstü bir şahsiyet olarak niteler.17
Klâsik Türk şiirinde, özellikle Mevlevî şâirlerin etki ve gücünü görmek mümkündür. Fuzûlîlerin, Nef”îlerin, Nâbîlerin ve bu arda yetişen büyük şairlerimizin sözlerindeki en ruhlu nüktelere ve mazmunlara Mevlânâ”nın Mesnevî”si ve Dîvân-ı Kebîr”i birer ilham selsebili olmuştur. Gür sadâlı Nef”î”nin şiirlerinin ilk okuyucusu ve tashih edeninin Sabûhî Ahmed Dede olduğunu bilmek gerekir.18 Yine bir mevlevî şâir olan Şûrî-i Meczûbî”nin Şam Mevlevîhânesi”ndeki meşihati sırasında, Mezâkî, Samtî, Rûhi-i Bağdâdî gibi meşhur şâirlere Mesnevî-i şerîf”i talim ettirdiği bilgisi tezkirelerde yer alır.19
Ondördüncü asırdan, Dîvan Şiiri varlığını devam ettirdiği süreç içinde mevlevîlikle organik bağı bulunmayan (veya mevlevî kaynaklarında adından bahsedilmeyen), bir kısmı başka tarikat mensubu, çok sayıda Mevlânâ muhibbi şâir saymak mümkündür.
Ahmedî (ö.1413), Dede Ömer Rûşenî (ö.1486), Karamanlı Aynî (ö.1494), Zâtî (ö. 1546), Fuzûlî (ö.1555)20, Ganî-zâde Nâdirî (ö.1626), Şeyhülislâm Yahyâ (ö.1644), Şeyhülislâm Bahâyî (ö.1653), Nef”î (ö.1653)21, Fehîm-i Kadîm (ö.1647)22; Neccâr-zâde Şeyh Rızâ (ö.1679), Nâbî (ö.1712)23, Sükkerî (ö.1685)24, Nazîm Yahya Çelebi (ö.1727)25, Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî (ö.1733)26, Şeyhülislâm İshak (ö.1734), Belîğ (ö.1758), Haşmet (ö.1768)27, Subhi-zâde Azîz (ö.1784), Enderûnlu Vâsıf (ö.1824), Ziya Paşa (ö.1879), Muallim Nâcî (ö.1893), Âdile Sultan (ö.1899)28, Süleyman Şâdî (ö.11200)29, Hersekli Ârif Hikmet Beg (ö.11203), Sâlih Baba (ö.11207)30, Es”ad Erbilî (ö.1931)31, Abdî (ö.1941)32 bunlardan yalnızca bir kısmıdır. Başka tarîkate mensup olan veya tarikati belli olmayan şâirlerden bir kaçının şiirleri Mevlânâ ve mevlevîlik nokta-i nazarından incelendiğinde karşımıza çıkan durum şudur:
Ahmedî: Mesnevî”de yer alan “Bir tacirin hikâyesi, alışveriş için giderken mahpus dudusunun, Hindistan dudularına selam göndermesi”, hikayesinde Mevlânâ, dudunun taklîdî ölümünden hareketle, Hakk ile kul arasındaki ikiliğin ancak kulun ölmesiyle ortadan kalkabileceğini, tecellînin o sûretle gerçekleşebileceğini anlatmak ister.33 Gerçek azad olmanın, ölmekle mümkün olabileceğini anlatan bu hikayeye, Ahmedî”nin bir beytinde telmih yapılmıştır. Şâir, başka bir beytinde de ayrılık acısı anlatılırken, neyden istifade etmiştir:
Her kişi kim diler ana rûşen ola keşf-i zât
Şart oldur kim ide ol kendüzin mahv-ı sıfât
Tûtî bigi ölmeden öl kim kafesden kurtulup
Bulasın Firdevs gülzârında câvizân hayât
Hecrün ki yahdı “ûd sıfat cânumı oda
Ney bigi virdi hâsılını ömrünün yile34
Dede Ömer Rûşenî: Halvetiyye tarikatinin Rûşeniyye kolunun kurucusudur.35 Der-Medh-i Mesnevî-i Mevlevî başlıklı mesnevîsinde, rûhen temizlenmek isteyenlerin Mesnevî denizine dalmalarını önerir. Manâ avcılarının dalacağı deniz odur. Ruhların cilası bu kitap, baştan başa Kur”ân”ın bir tefsiridir:
Pâk olmak istesen mânend-i bat
Bir deniz tap Mesnevî bahrına bat
Mesnevî bahrına tal gavvâs-vâr
İstesen her dürlü ma”nî anda var (s. 120)
Mesnevî-i Ma”nevî tefsîrdür
Sözile her sîne-i tefsîrdür (s. 92)
Karamanlı Aynî: Tarîkatlerden her hangi birine mensubiyeti belli olmayan Aynî, şiirlerinde semâ”, mevlevî, Şems-i Tebrîz, Mesnevî ve neykelimelerinden istifade etmiştir. Hikayeler söyleyen ney istiaresi, bir beytinde karşımıza çıkar. Başka bir beytinden, Şems-i Tebrîzî”ye olan meftuniyetini anlamak mümkündür:
Dirildi Mesnevî”nün sâhibi uş
Hikâyet dinle gel didügi neyden (s. 599)
Sînemün bezmine iy Mevlevî gel eyle semâ”
Ney bigi ol nefesi nâle vü efgâna virür (s. 399)
Şemsü”l-Hakı Tebrîz durur zerre-i her şey
Sahbâ-yı inâbet kanı yâ mûnis ü Mevlâ (s. 303)
Zâtî: Neyzen, dem, nây, çarh (v)urmak, çarha girmek, kudüm, rebâb, mutrib, Mevlânâ, Monlâ, Mevlevî, elif-nemed, semâ”(dönmek) Zâtî”nin şiirlerinde yer verdiği Mevlevî dünyasına ait kelimelerdir.36
İnleme ve ıstırabı en güzel ifade eden ses neyin sesidir. Öyle ki âşığın nâlesi neylerin sesini bile bastırdığı için, neyzenlerin eğri bakışına (neyzen bakış) sebep olmaktadır. Ney rengi itibariyle benzi sararmış bir âşığın da benzetilenidir. Neyler sırlardan haber eylediği ve safâlar verdiği için Mevlânâ Hudâvend ona meyl etmiştir:
Basdugı içün neyleri âvâzına nâlem benüm
Ben garîbe nây-zenleri egri egri bakdular ( C.I, G.259)
Şu denlü eyledük bezm-i belâda ney gibi nâle
Nigârâ benzümüz sâz oldı döndi cismümüz nâle (C.III, G. 1367)
Mevlevî gibi neye çarha girer döne döne
Çün ney-i nâlemi işitmedi eflâk benüm ( C.II, G. 984)
Anunçün itdi Mevlânâ Hudâvend anlara meyli
Haberdâr eyledi esrârdan virdi safâ neyler ( C.I, G. 359)
Mevlevîler gibi tokuz feleki bir yerden
Zâti”yâ çarha koyan nâlemüzün nâyı gibi (C.III, G. 1553)
Ganî-zâde Nâdirî: Esrâr Dede, tezkiresinde Nâdirî”nin adına yer vermez. Şiirlerinde geçen, semâ”, nây, darp vurmak, Mesnevî, mevlevî gibi kelimelerden ve Mecmûa-i Medâyih-i Hazret-i Mevlânâ“da yer alan mevlevîlik vasfında söylenmiş şiirinden hareketle kendisini mevlevî saymak isabetli olmayabilir.37
Beş beyitlik bir gazelinde ney anlatılır. Neyin nağmesi âşıklara cennet kapısının gıcırtısı gibidir. Ney ile Hudâ”yı terennüm etselerdi, Leylâ Mecnûn olur; bindiği deve de Tûr Dağı gibi tecellî kadehinden mest olurdu. Nây, gözyaşı kuyusuna şırınga olup gönlün dibinden gözyaşının suyunu göz pınarına çıkarır.38
Yedi beyitlik başka bir gazelinde Mevlânâ Celâleddîn vasfedilir: Âşıklar Mevlânâ”nın yüzünün parlaklığı çevresinde dönen pervaneler gibi düşünülür. O hak güneşinin göğüdür. Mevlânâ deryâya, âşıklar onun üzerindeki su kabarcıklarına benzetilir.39
Semâ içre saçup eşk-i nücûmı şâl-pûş oldı
Firâk-ı Şems ile gerdûn olup hemhâl-i Mevlânâ (s. 20)
Şem”-i şevki yakdı Mevlânâ salup tâb”-ı cemâl
Döndi uşşâk oldı meclîs sanki fânûs-ı hayâl
Dönse Mevlânâ n”ola oldur sipihr-i mihr-i hak
Encüm-i tâbân anunla devr iden erbâb-ı hâl
Anda gûyâ kim habâb olmuşdı cân-ı âşıkân
Sırr-ı Mevlânâ olup girdâb-ı deryâ-yı visâl (s. 214)
Şeyhülislâm Yahyâ: Mevleviyâne bir gazelinde Yahyâ, Mevlânâ”nın: “Rebâbın sesi, cennet kapısının sesidir.”40 Sözünü hatırlatırcasına, neyin sadâsının âşıkların nezdinde cennet kapısının gıcırtısı ile eş değerde olduğunu belirtir. Nây eşliğinde semâ” eden mevlevîleri, bahar rüzgarıyla dönen, savrulan yapraklara benzetir. Mevlânâ”nın nâyının sadâsını duyup da semâ” etmeyecek felekler ve melekler düşünülebilir mi? Gazelin son beyti neyin, dolayısıyla mevlevîliğin, bir savunması, sahiplenilmesi gibidir. Nây istiare yoluyla mevlevîyi işaret ettiği için, mevlevîden cihanda kimsenin incinmediğini belirtir büyük şeyhülislâm:
Sarîr-i bâb-ı cennetdür nevâ-yı nây “uşşâka
Semâ itsün sadâ-yı feth irişdi cân-ı müştâka
Dönerle Mevlevîler “aşkdan nây urdığınca dem
Nesîm-i nev-bahâr esdikce gerdân olan evrâka
Feleklerde meleklerde semâ” itmez mi kalmışdur
“Aceb âvâze saldı nây-ı Mevlânâ bu nüh tâka
Cihânda nâydan hiç kimse incinmiş midür Yahyâ
Derûn hâlî gerekmiş gayrdan tehzîb-i ahlâka (s. 379)
Şeyhülislâm Bahâyî: Bazı kaynaklarda Bahâyî”nin mevlevîliğine dâir kayıtlara tesadüf edilse de, bu bilgi mevlevî kaynaklarınca doğrulanmamıştır. Nâimâ, Bahâyî”nin gördüğü bir rüya münasebeti ile yazdığı satırlarda onun Gelibolu Mevlevî şeyhi Ağa-zâde Mehmed Dede”ye ihlası olduğunu söyler.41
Bir kıt”asında, sitem elinden kurtuluşun ne vezir ne de şâhdan olamayacağını, tek kurtuluşun Hazret-i Mollâ”nın mekanında olduğunu belirtir:
Dest-i sitemden ey dil-i mihnet-zede halâs
Ne dergeh-i vezîr ü ne hod şâhdân olur
Sür âsitân-ı Hazret-i Mollâ”ya rûyunu
Mahlas olursa sana o dergâhdan olur (s. 4)
Neccâr-zâde Şeyh Rızâ: Nakşbendiyye mensubu olan Rızâeddin, Beşiktaş”taki Kapudan Sinan Paşa zaviyesinde şeyhlik yapmıştır. Zuhûrât-ı Mekkiyye42 adlı eserinde, altı beyitlik bir tane mevleviyâne gazel yer alır. Gök cisimleri ile mevlevîhane arasında benzerlik ilişkisi kurulan bu özgün şiirde; mevlevîhane, felek”e; dervişler, encüm (yıldızlar)”e; ser-tarîk, kamer (ay)”e; Mevlânâ, şems (güneş)”e; âyinhân, Zühre”ye benzetilmiş, Hazret-i Pîr”e aşk u niyaz edilerek gazel tamamlanmıştır.
Tâk-ı âh-ı fukarâ üzre döner çerh-i semâ
Nefes evlâdı gibi serde küleh dilde safâ
Mevlevîhâne felek encümü dervîşândır
Ser-tarîki kamer ve şemsi anın Mevlânâ
Zühre hânende-i âyîn kudüm ve neyidir
Müşterî eyledi Sultan Veled devrin edâ
Hazret-i Pîr”e fakîrâne ider “aşk u niyâz
Tuhfe-i nazmla ahvâlini dervîş Rızâ (s. 75)
Şeyhülislâm İshâk: Nakşbendîliğe intisâb etmesine rağmen, Mevlânâ”ya da sevgisi büyüktür. Gazellerinde, zaman zaman semâ, kudüm, nâygibi mevlevîlik ile ilgili kelimeleri tevriye yollu kullanarak Mevlânâ ve mevlevîliğe karşı duyduğu bu ilgiyi dolaylı olarak anlatırken, 19 beyitlik Farsça bir gazelinin zeylinde hislerini daha açık olarak ifade eder. Bu Farsça beyitlerde: “Mevlâna”nın kapısının müridlerinden oldum; onun gönül çeken dergâhına intisâb etmek murâdındayım. Onun, esirgenmesi olmayan merhamet sofrasında lütfunun kemâlinden ve güzel huyunun cömertliğinden nasiplenmek istiyorum” diyerek bu tarikate karşı duyduğu muhabbeti ortaya koymaktadır.43
Ez mürîdân-ı der-i Monlâ-yı Rûmî geşteem
Şud murâdem intisâb-ı dergeh-i dil-cû-yi û
Çünki cûd-âver şud ân şâh-ı velâyet-perveriş
Dârem ümmîd ez-kemâl-i re”fet-i nîkû-yi û (s. 407)
Belîğ: Kadı olan şâir, mevlevî âyininden istifade ederek bir mehtâb tasviri yapmaktadır. Mehtâb, al bir tennûre giymiş mevlevî dervişi olarak tahayyül edilir. Yine mehtâb, elinde altından bir kalemle, Şems”in eserlerini tanzir eden Mevlânâ gibi düşünülür:
Giyip bir al eteklik hâleden meydâna azmetti
Semâ”da Mevlevî âyînini tasvîr eder mehtâb
Elinde hâme-i zerrîni Mevlânâ-yı Rûmî-veş
Gece âsâr-ı şemsi şevk ile tanzîr eder mehtâb (s. 287)
Subhi-zâde Azîz: Kaynaklarda tarikat ilişkisinden bahsedilmez. Mevlânâ”ya hem-dem olması münasebetiyle neyin eğlence meclislerinde itibar gördüğünü söyler:
Mollâ-yı Rûma hem-dem- ü “uşşâka leb-be-leb
Ney oldı sebeb ile ser-meclis-i tarab (s. 85)
Ney gibi sâzum olmış âvâz-ı dil-şikesti
Hoşnûd-ı dâğ-ı dildür tab”-ı gınâ-tırâzum (s. 112)44
Enderûnlu Vâsıf: Dîvân”ında “Mevlânâ” redifli 18 beyitlik bir kaside-i beçe yer almaktadır.45 Maksat bir kapıya intisâb etmekse, Mevlânâ”nın feyz kazandıran dergâhı işte orada durmaktadır. Mevlânâ”dan mest olmuşlar cihanda ebediyyen hüzün görmezler. Feyz kazanmak isteyenler, Mevlânâ”nın kapısında ney gibi sürekli kemer kuşanmış vaziyette hizmete durmalıdırlar. Onun Mesnevî”si, Hudâ”nın Kitab”ının mağzı (özeti)dır:
Sirişk-i dîde-i terdir şarâb-ı Mevlânâ
Müdâm laht-ı cigerdir kebâb-ı Mevlânâ
Felekde bir kapuya intisâb ise kasdun
Gel işte dergeh-i feyz-iktisâb-ı Mevlânâ (s. 209)
Ziya Paşa: Vecd içinde bir mutasavvıf olmamakla beraber, mistik ilgilere de sahip olan şâirin, kadirî ve üveysî şeyhi olan Osman Şems Efendi”den, bir rüyasından hareketle, Mesnevî okumuş olabileceği hatıra gelebilmektedir.46 Bir beytinde, ney-Mevlânâ yakınlığını anlatır. Mevlâ”nın neyin sadâsını tesirli kılmasını, Mevlânâ ile olan dostluğuyla ilişkilendirir:
Hem-nefes olmağla Hazret-i Mevlânâ”ya
Verdi te”sir-i sadâ Hazret-i Mevlâ nâya (s. 56)
Paşa, şâirleri tasnif ederken, Mevlânâ gibi hakîkat tebliğcilerinin asıl maksatlarının şiir söylemek değil, nazm ile hakikatleri anlatmak olduğunu; bu tür hal sahiplerine şâir demenin bile onlara karşı yapılmış bir ayıp olacağını bildirir:
Vardır bir sınıf-ı ehl-i güftâr
Maksûdları değildir eş”âr
Mevlânâ Mesnevî”yi yazmış
Hem Gülşenî Ma”nevî”yi yazmış
Maksadları bunların ayândır
Nazm ile hakîkati beyândır
Şâ”ir demek öyle ehl-i hâle
İsnâd-ı nakîsedir kemâle47
Muallim Nâcî: Resmen bir tarîkate intisâb etmemesine rağmen, en çok Mevlânâ”yı ve mevlevîleri seven Nâcî, “İttihâd-ı ma”nevîye nazaran Hazret-i Mevlânâ”yı sevmek kâffe-i evliyâyı sevmek demek olduğu” inancına sahip bir şahsiyetti.48
Meyyâle-i hevâdır dil-i bî-temkînim
İsyân ile iştigâldir âyînim
Nâcî yine etmedeyim ümmîd-i necât
Ben bende-i dergâh-ı Celâleddîn”im
Ney lisânından isimli kıt”asını Tercümân-ı Hakîkat”de “Bir mevlevî tarafından ihdâ olunmuşdur” kaydıyla yayınlamıştır:49
Bezm-i üns ü ünsde bir hem-nefes buldum yine
Eyledim bir nâlede erbâb-ı hâli âh gû
Dillere vecd-âver oldum aşkdan urdukca dem
Âh derken eyledim “âşıkları Allâh-gû
Hersekli Ârif Hikmet Beg: Kadiriyye mensubu olmasına rağmen Mevlânâ”ya da meftuniyeti vardır. İbnülemin Mahmud Kemal Bey”in naklettiği şu hikayecik de mevlevîlere ünsiyetini göstermektedir: “Bir kere Yenikapı Mevlevîhânesi”ne gitmiştik. Bir odada – o gün okunacak- âyîn-i şerîf meşk ediliyordu. Birkaç ma”sûm da vardı. Bunların terennümât-ı vecd-âveri, bizleri, bâ-husûs Hikmet”i gaşy etti. Koca âşıkın gözleri döndü, rengi uçtu, cezbe-nâk oldu.”50 Dîvân”ında Mesnevî”yi ve Hazret-i Mevlânâ”yı vasfettiği iki kıt”ası yer alır.
Der Vasf-ı Mesnevî
Habbezâ Mesnevî-i mu”cize fen
Eser-i “aşk-ı pâk-i Mevlânâ
Her sözü sırr-ı sırr-ı Kur”ândır
Kaddesallâhu sırruhu”l-a”lâ51
Der Vasf-ı Hazret-i Mevlânâ
N”ola mâlişine “uşşâk olursa hâk-i Mevlânâ
Mübârek âsitândır âsitân-ı pâk-i Mevlânâ
Eder tayy-ı cihân-ı ma”rifet evvel sülûkunda
“Aceb bâlâ-rev-i “irfân imiş sellâk-i Mevlânâ52
Netice olarak denilebilir ki, Mesnevî”den ve Dîvân-ı Kebîr”den sonra şiir söylemeye başlamış her Osmanlı şâiri, dîvânının bir veya bir çok yerinde; yüzeyde veya derinde Hazret-i Mevlânâ”nın eserine, tasavvûfî şahsiyetine veya adına tesis edilen tarikatin husûsî kavramlarına göndermelerde bulunmuştur. Tarikatler üstü vasfıyla Mevlânâ Celâleddîn, şâirlerin kendilerine pişvâ kabul ettiği, Türk fikir ve sanat hayatında müstesna yere sahip bir şahsiyettir.
* Mevlânâ Ocağı, Editör: Prof. Dr. Mehmet Bayyiğit, Konya, 2007, s. 345-358″de yayımlanmıştır.
1 Zebîhullâh-i Safâ, İran Edebiyatı Tarihi, C. II, Çev. Hasan Almaz, Nüsha Yay., Ank., 2005, s. 102.
2 Âmil Çelebioğlu, “XIII-XV (İlk Yarısı) Yüzyıl Mesnevilerinde Mevlânâ Tesiri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yay., İst., 1998, s. 29.
3 Hasibe Mazıoğlu, “Eski Türk Edebiyatı”, Türk Ans., C. XXXII, Ank., 1982, s. 83.
4 M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, I. Tab”, İst., 1926, s. 293.
5 Can Kerametli, Galata Mevlevihanesi Divan Edebiyatı Müzesi, İst., 1977, s. 26.
6 Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları, Diriliş Yay., İst., 1982, s. 45.
7 Ali Enver, Semahane-i Edeb, İst., 1309, , s. 7.
8 Osman Horata, Esr ar Dede Hayatı, Eserleri, Şiir Dünyası ve Dîvânı, KB Yay., Ank., 1998.
9 Hasibe Mazıoğlu, A. Remzi Akyürek ve Şiirleri, Ank., 1987.
10 F. Nafiz Uzluk, Dîvân-ı Sultan Veled, Ank., 1941, s. 28.
11 Uzluk, age, s. 28.
12 Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, İst., 1977, s. 168.
13 Cem Behar, Zaman, Mekân, Müzik, Klâsik Türk Mûsikîsinde Eğitim (Meşk), İcrâ ve Aktarım, Afa Yay., İst., 1993, s. 30.
14 Hasibe Mazıoğlu, “Anadolu”da Türk Edebiyatının Başlamasında ve Gelişmesinde Mevlânâ”nın Yeri ve Önemi”, Mevlâna Sevgisi, Konya Turizm Derneği Yay., 1981, s. 30-39.
15 Mustafa İsen, “Tezkireler Işığında Dîvân Edebiyatına Bakışlar, Divan Şairlerinin Tasavvuf ve Tarikat İlişkileri”, Ötelerden Bir Ses, Akçağ Yay., Ank., 1997, s. 216-217.
16 Adnan Karaismailoğlu, “Klâsik Türk Şiiri Geleneğinde Mevlânâ”nın Yeri ve Edebî Miras Tartışmaları”, X. Millî Mevlâna Kongresi, Tebliğler, Konya, 2-3 Mayıs 2002, s. 133.
17 Mazıoğlu, “Anadolu”da Türk Edebiyatının Başlamasında ve Gelişmesinde Mevlânâ”nın Yeri ve Etkisi”, s. 30- 39.
18 M. Bahârî Beytur, Mesnevî Gözüyle Mevlânâ, İst., 1965, s. 50.
19 Ali Enver, age, s. 112.
20 Fuzûlî”de Mevlânâ tesirinin boyutlarını görmek için, Âmil Çelebioğlu, “Fuzûlî”nin Şiirlerinde Ney”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yay., İst., 1998, s. 563-573, makalesine bakılabilir.
21 Nef”î”de Mevlânâ tesiriyle alakalı olarak, Ali Nihad Tarlan, “Nef”î”de ve İkbâl”de Mevlânâ”, Mevlâna, Hareket Yay., İst., 1974, s. 84-111, makalesine bakılabilir.
22 Fehîm-i Kadîm, Dîvân”ı, Haz. Tahir Üzgör, AKM Yay., Ank., 1991, s. 114-118, 548-550, 662.
23 Nâbî Dîvânı, Haz. A. Fuat Bilkan, MEB Yay., İst., 1997, s. 36-38, 239-241.
24 Sükkerî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Dîvân”ı, Erdoğan Erol, AKM Yay., Ank., 1994, s. 12.
25 Ruşen Ferit, Bestegâr-Şâir Nazîm Hayatı, Eserleri Hakkında Tetkikat, Hilal Mat., İst., 1933, s. 5-6.
26 Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî, Dîvân, Fatma Sabiha Kutlar, Ank., 2004, s. 559.
27 Haşmet, Dîvân, Mehmet Arslan, İ. Hakkı Aksoyak, Sivas, 1994, s. 244.
28 Âdile Sultan Dîvânı, Haz. Hikmet Özdemir, KB Yay., Ank., 1996, s. 243-244.
29 Süleyman Şâdî, Dîvân, A. Abdulkadiroğlu, Ömer Demirbağ, Ank., 1993, s. 42, 73, 80, 81, 89, 117.
30 Sâlih Baba: Hayatı ve Eserleri, Haz. Ahmet Doğan, KTB Yay., Ank., 1988, s. 80-81.
31 Muhammed Es”ad Erbîlî, Dîvân-ı Es”ad, Erkam Yay., İst., 1991, s. 126.
32 M. Emin Ertan, Urfalı Şâir Abdî, ŞURKAV Yay., Urfa, 1997, s. 73.
33 Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Mesnevî ve Şerhi, Şerheden: A. Gölpınarlı, C. I, KB Yay., Ank., 2000, s. 327- 360; Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Tercüme: A. Avni Konuk, Haz. S. Eraydın, İz Yay., İst., 1994, s. 25.
34 Fahir İz, Eski Türk Edebiyatında Nazım, C.I, Akçağ Yay., Ank., 1995, s. 167.
35 Semra (Aydemir) Tunç, Dede Ömer Rûşenî, Hayatı, Eserleri ve Dîvân”ının Tenkidli Metni, SÜ. SBE, YLT, Konya, 1996.
36 Zâtî Dîvânı, Haz. A. Nihad Tarlan, C. I, İÜ. Edb. Fak. Yay., İst., 1967; C. II, 1970; C. III, Haz. M. Çavuşoğlu, M. Ali Tanyeri, İst., 1987.
37 Numan Külekçi, Ganî-zâde Nâdirî ve Dîvânından Seçmeler, KB Yay., Ank., 1989, s. 6.
38 Külekçi, age, s. 250-251.
39 Külekçi, age, s. 214-217.
40 Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, C. I, Çev. Tahsin Yazıcı, MEB Yay., İst., 1995, s. 715-716.
41 Sadettin Nüzhet, Şeyhislam Bahâyî, Hayatı ve Eserleri, Kanaat Ktp., İst., 1933, s. XIII.
42 Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, Zuhûrât-ı Mekkiyye, İst., 1262, s. 75.
43 Muhammet Nur Doğan, Şeyhülislâm İshâk ve Dîvânı, MEB Yay., İst., 1997, s. 59.
44 Subhi-zâde Azîz ve Dîvân”ı, İnceleme-Metin-Sözlük, Sadık Erdem, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2001.
45 Enderunlu Vâsıf Dîvânı, Haz. Rahşan Gürel, Kitabevi, İst., tarihsiz.
46 M. Kaya Bilgegil, Ziyâ Paşa Üzerinde Bir Araştırma, C. I, Ank., 1979, s. 19.
47 Önder Göçgün, Ziya Paşa”nın Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği, Bütün Şiirleri, KB Yay., Ank., 2001, s. 78-79.
48 Celâl Tarakçı, Muallim Nâcî Efendi, Hayatı ve Eserlerinin Tenkidi, Samsun, 1994, s. 179-180.
49 Tarakçı,, age,s. 179-180.
50 Hersekli Ârif Hikmet Beg, Dîvân, Haz. İ. Mahmud Kemal İnal, İst., Matbaa-i Âmire, 1334, s. 52.
51 Hersekli Ârif Hikmet, age, s. 92.
52 Age, s