Mevlânâ”nın Gönül Dilinden Mûsikî – Bayram Ali Çetinkaya
Mevlânâ”nın Gönül Dilinden Mûsikî
Bayram Ali Çetinkaya
Mevlânâ düşüncesinde müziğin varlığı, günümüze kadar tartışma konusu olmuştur.Klasik mûsikî, bilhassa cuma ve bayram namazlarında, bayram tekbirlerinde, hatim cemiyetlerinde, mevlitte ve mersiyelerde, halkın bu ruhî ihtiyacına cevap vermiştir. (Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuf, İstanbul 2000, 199)
Nitekim Mevlevî semâ”ları sırasında okunmak üzere bestelenmiş âyin (mukabele)denen mûsikî eserler bulunmaktadır. Hakîkat arayışındaki mûsiki, semâ”nın rengi, tadı, tuzu ve ahengidir.
Mevlânâ da müziğin çıkış noktasını hikmet erbabının (filozofların) anladığı gibi ifade etmeye çalışır. Her ne kadar o, “Hoşa giden bu mûsikî nağmelerini gökyüzünün ve gökyüzünde bulanan yıldızların dönüşünden aldık. Halkın tamburla çaldığı, ağızla söylediği sesler, gökyüzünün dönüşünden çıkan seslerdir.” sözlerini filozoflara atfederse de, kendisinin de bu düşünceleri benimsediği ifadelerinde hissedilmektedir.
Mü”minlerin mûsikîyle ilgili sözlerine, Mevlânâ, onların ağzından şöyle tercüman olur: “Cennetin rûhânî tesiri ile bütün çirkin sesler güzelleşir. Biz hepimiz, bütün insanlar,Âdem”in cüz”leriyiz. Biz cennette iken o nağmeleri dinlemişiz. Ruhumuza sindirmişiz.Balçıktan yaratılmamız bizi bir şüpheye düşürdü. Ama yine de hatırımızda o nağmelerden, o güzelliklerden bir şeycikler var.”
Cemîl”in Cennetinde her şeyin güzel olduğu gibi, bed sesler de orada insan ruhunu yücelten seslere dönüşmektedir. Her ne kadar insanoğlu hatırlamasa da, ruhu o dayanılmaz tatlılıkta ve güzellikteki sesleri, dünya cehennemine düşmeden, hazzını yaşamıştır.
Mevlânâ mü”minlerin sözlerini devam ettirir:
“Fakat, mihnetler toprağı ile yoğrulduktan sonra, bu yüksek, bu güzel, bu hafif nağmeler, nereden, nasıl o manevî zevki ve neşeyi verecek?”
Âşıkların Gıdası
Nihayetinde güzel ses dinlemeyi âşıkların gıdasına benzeten Mevlânâ Celaleddin, güzel ve hoş sesleri dinlemede buluşma, kavuşma ve vuslatın hayalini görmektedir. Bu halde ezeldeki ilâhî huzuru ve enfes hitabı hatırlama ve tezekkür zevki bulunmaktadır. Nitekim gönüldeki hayaller, güzel sesle tekâmül eder ve bakılmaya kıyılamayacak derecedeki şekillere kalpolur. (Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, çev: şefik Can, IV. baskı, İstanbul 2002, IV, 437, b. 733-738, 742-743)
Tabiatta ve varlık alanında her ne varsa, insan kulağı her şeyi duyar. (Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, VI, 379, b. 662) Ancak nice sesler vardır ki, duyanı görünmeyen âlemlere taşır. Nitekim Mevlânâ”nın deyişiyle,“Sesi yücelere, yükseklere çeken her sesi, yücelerden gelen ses olarak bil. Sana hırs veren nefsânî duygunu artıran sesi de, insanı yaralayan kurt sesi bil.” (Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, II, 414, b. 1958-1959)
Misâk ayetinde anlatıldığı üzere(Bkz. A”râf, 172), Hakk, ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye nida buyurdu. Sonradan tecessüm edecek bütün ruhlar, “Belâ (evet)” diye cevap verdiler. İşte bu hitabın manevî hazzının hiçbir zaman yok olmadığını, bâki kaldığını söyleyen Mevlânâ, cisimlenen ruh sahiplerinin dünyaya indirildikten sonra, ne zaman güzel bir ses işitseler, o ezeldeki Yaratan ile buluşmada geçen konuşmanın lezzetini hatırladıklarını bildirir. Hakikatte mûsikîden zevk almanın sırrı da ezeldeki ilk vuslatta aranmalıdır. (Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, IV, 436 (580 nolu dipnot))
Ruhu Dirilten/Arındıran Ses
Ruhu dirilten, arındıran ve ötelerin ötesine götüren güzel ses, Mevlânâ cephesinde her türlü dünyevî nimet ve lütuftan daha kıymetlidir. Öyle bir değerli nemadır ki, bu güzel ses, tıpkı insanı baştan çıkarıp gecelerini gündüzlerine karıştıran bir dilbere benzer.Güzel ses sahibi, belki Mevlânâ için, ezeldeki hitabın sahibi Semi”nin (her şeyi işiten)sözleri, insanı dünyada diri tutan, mum gibi aydınlatan bir tesirin kesintisiz devamını sağlamaktadır. (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, haz: A. Gölpınarlı, II. baskı, Ankara 2000, II, 16-17, b. 162-169)
Kendisini coşturup hakikatler âlemine daldırmayan sözü ve sesi değersiz kabul eden Mevlânâ, söz üstadı olmasına rağmen, söyledikleri insanları etkilemiyorsa sükûtun daha ehven olduğunu düşünür. Bu bağlamda o, Sevgili”nin sözleriyle coşmuştur. Ancak Sevgili”yi atlı kabul ederken, Mevlânâ onun ayağının altındaki tozdan başka bir şey değildir. (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, II, 124, b. 1010)
Duyduğu ses, Mevlânâ”nın gönül tandırında çınlamakta yıkık-dökük yüreği heyecandan âdeta yerinden fırlayıp raksa başlayacak gibidir. (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, III, 219, b. 2042-2048) Onun dünyasında mûsikîden etkilenmeyip de buz gibi kaskatı kesilen ölüden farksız ve belki de ölüden daha beter bir mertebededir. Nitekim Mevlânâ”yı mûsikîyle beraber helal aşk içeceği, ayrılık ateşinde kavurur, pişirir ve kemâlâta ulaştırır.
Gaybın dünyevî hiçbir kıyas kabul etmeyen nâmütenahi güzelliği ve estetiği, sözlere sığmaz, söz ile ifade edilmez, anlatılamaz, övülmekten ötedir. Binlerce göz de olsa bir o kadar da ödünç alınsa Nurların Nuru”nu görebilmek imkan dahilinde değildir. (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, III, 261-262, b. 2481-2497) Ancak, mekânsızlık mekânının gözleriyle Hakikati müşahede etmek, o mekânlara nâil olanlara vaciptir.
Dinlemeyi Seven Mevlânâ
Gerçekte Mevlânâ söz ve ses üretmekten ziyade, dinleyen olmaya taliptir. Zira o, ağzından ballar dökülen sözlerinde şeker tadı olan hatiple tanıştıktan sonra her türlü sese karşı ilgisini kaybetmiştir. (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, III, 261-262, b. 2481-2497)
Mûsikî ve nağme tesiri, Mevlânâ”nın gözünde, sahibinin vasfıyla mukayyettir. Zira öyle sesler vardır ki, zerreleri oynatıp uçurur; dağ işitse tüm haşmetiyle kalkar, raksetmeye başlar. (Mevlânâ,Dîvân-ı Kebîr, III, 319, b. 3119)
Dağları bile oynatan nağmeler, Sevgili”nin dilinde Mevlânâ”yı sabahlara kadar uyutmaz. Çünkü bu sözler ve sesler, gönül mahallinin mekânlık ettiği yerden gelmektedir. Ancak Rumî için buradaki söz ve sesler, çalgıyla harmanlanmış olmalıdır. (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, II, 16-17, b. 162-169)
“Can nağmeleriyle neşelendirin beni, tellerin seslerini duyurun bana” diye seslenen Mevlânâ, güzel ses ve dinlemeye olan sevgisini gizlemez: “Güzel seslerle söyleyin, dinleyeyim; şarkılarınız, duyduğum en güzel en temiz şarkılar.” (Mevlânâ, Divân-ı Kebîr, VI, 92-93, b. 819-820)
Mûsikî: Gül Bahçesine Açılan Pencere
Hâsılı, Mevlânâ Celâleddin, mûsikînin gül bahçesine açılmış bir pencere olduğuna inanmakta ve âşıkların gönül kulaklarının, hep bu pencerenin başında bulunduğunu söylemektedir. (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, IV, 407, b. 3927) şu halde, Mevlânâ öğretisinde, güzel ses dinlemek âşıkların gıdasıdır. Zira güzel sesleri dinleyişte buluşma, kavuşma hayali vardır. Gönüldeki hayaller, güzel sesle gelişir, hattâ o hayâller, güzel ses yüzünden şekillere bürünür. Demek ki mûsikî, karakterimize, huyumuza göre bize tesir etmektedir. Hoş nağmeler, iyi karakterli, mânâya düşkün bir insanı, ilâhî âleme yükseltirken; bedene ait zevklere düşkün kişiyi de aynı nağmeler cismânî zevklere, nefsânî arzulara götürür.