Mevlana’nın düşüncesi ve evrenselliği

A+
A-

Mustafa Yürekli

            13. yüzyılın başında, 1207’de dünyaya gelen Mevlânâ, henüz beş yaşındayken, 12012 yılında, babasının sürgüne gönderilmesi nedeniyle, bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan ülkesinin Belh şehrinden ki doğum yeridir, ayrılmak zorunda kalır.

On yıllık uzun bir yolculuk döneminde, Nişapur, Bağdat, Mekke, Medine, Şam, Halep yoluyla Anadolu’ya geçmiştir.Anadolu’da dadoğuda Malatya, Erzincan ve Sivas’ı ziyaret ettikten sonra;orta Toros’tan, yani Aladağ üzerinden, iç Anadolu’ya geçerek Kayseri, Niğde, Adana veKaraman’a(Lârende) 1222 yılında, 15 yaşında gelmiştir. Sözkonusu on yıllık uzun yolculukta hem ilmini hem de görgüsünü artırmıştır. Arap yarımadasında ve Anadoluda farklı şehirleri ve farklı din, mezhep ve etnik kökenli insanları çocuk yaşta görmek muhacir ruhu kazandırmış, ufkunu açmış ve bakış açısını geliştirmiştir..

Mevlânâ, kâmil manada âlim, sûfî ve şairlik özelliklerine sahip bir kişilikti. Çocukluğunda babasının yanında başladığı öğrenimini gittiği Halep ve Şam’da tamamladı; Mevlana’nın hadis-i şerifleri esas alan Hicaz-Medine okuluna initisabını, günümüzdeki kavramlaştırmayla Şam ekolüne bağlılığını son nefesine kadar sürdürdü.

İlk tasavvufî eğitimini de yine babasından aldı. Babası Bahâeddin Veled, Kübreviyye’nin kurucusu Necmeddîn-i Kübrâ’nın halifesiydi.Bahâeddin Veled, 1228’de Konya’da İplikçi Mederese’sinde ders vermeye başladığında Mevlana artık 21 yaşındadır. Üç yıl sonra Bahâeddin Veled, 12 Ocak 1231 yılında Konya’da vefat ettiğinde de Mevlana 24 yaşındadır ama Halep ve Şam’a giderek bir süre daha medreselerde kalmış; dönemin büyük alimlerinden dersler alıp eğitimini yarım bırakmamıştır.

            Dönüşte Konya’da medreselerde ders vererek de Şam’da geliştirilen İslamiilimleri yeni kuşaklaraaktardı. 13 yıl sonra 1244 yılında, Mevlana 37 yaşındayken,Şems-i Tebrîzî ile karşılaşması hayatında bir dönüm noktası oldu. Karaman ve Konya’da geçen yirmi iki yıllık (1222 – 1244) eğitim süreci ve medrese hocalığı, adeta Şems’ten alacağı eğitimin alt yapısını oluşturmuştu.

Mevlânâ, Şems’in Konya’ya gelmesinden sonra vaazlarını, medresedeki dersleri, müridleri irşadı bir yana bıraktı. İlâhî aşk ve vecdi terennüm eden asıl Mevlânâ, bu dönemde doğdu.Mevlana, hayatını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetlemiştir.Önceleri aşkı takvâsında gizli iken, sonraları takvâsı aşkında gizlenmiştir.

Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü, 68 yaşındayken Hakk’ ın rahmetine kavuştu. 15 yaşında geldiği Anadolu’da yarım asrı aşkın bir süre, 53 yıl yaşadı. Anadolu’da, Moğol işgaline ve bir devletin çöküşüne, bir devletin kuruluşuna, daha açık ifadeyle Selçuklu devletinin yıkılışına ve Osmanlı devletinin kuruluş hazırlıklarına tanıklık etti. Onun düşüncelerinde bireyin psiko sosyal gelişimi, toplumların yükseliş ve çöküş problemiyle birlikte ele alıp işlenir.

Dünya şiirinin zirvelerinden Dîvân-ı Kebîr’deki şiirlerin büyük bir kısmını bu devirde söylemiş, Dîvân-ı Kebîr’in tamamlanmasının ardından gelen sükûn döneminde bunu İslâm kültürünün en yaygın ve en önemli eserlerinden biri olan Mes̱nevî takip etmiştir.

Mevlânâ’daki dinî-tasavvufî düşüncenin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. “Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım …” beytiyle bunu dile getirmiş, “Pergel gibiyim; bir ayağımla şeriat üstünde sağlamca durduğum halde öbür ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum” diyerek bir Müslüman olarak insanlığı kucaklayabildiğini ve düşüncesinin evrenselliğini ifade etmiştir.

Mevlânâ üzerinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin etkisi olup olmadığı tartışılmıştır. Bazı araştırmacılar Mevlânâ ile İbnü’l-Arabî’nin düşünce sistemini iki zıt kutup şeklinde takdim ederken bazıları İbnü’l-Arabî’nin yüksek irfan sahiplerine hitap eden görüşlerini Mevlânâ’nın anlaşılır kıldığını, böylece halkın seviyesine indirdiğini belirtmiş, bir kısmı da kısmen etkisi olduğundan söz etmiştir.

Mevlânâ’ya göre her ne kadar görünüşte ayrılık olsa da varlıkta birlik (vahdet-i vücûd) esastır. İman-küfür, hayır-şer gibi ayırımlar bize göredir, Allah’a nisbetle hepsi birdir. Bireysel varoluş gibi tarih de iki kutupludur; kötülük iyilikten ayrılmaz. Kötülük olmadan kötülüğü terketmek imkânsızdır. Yine küfür olmadan din olmaz, çünkü din küfrü bırakmaktır. Bunların yaratıcısı da birdir. Hikmeti de insanın imtihanda olmasıdır.

Mevlana’ya göre ikilikten kurtuluş (gerçek tevhid) kulun kendi varlığından, benliğinden soyulmasıyla gerçekleşir. Birlik, ittihat ya da hulûl değil kulun kendi izâfî varlığından geçmesidir. Allah’ın yanında iki “ben” söz konusu olamaz; Allah ile ilişkisinde kişi ‘sen sensin, ben de benim’ diyemez. Bu konuyla ilgili olarak, “Sen ‘ben’ diyorsun, O da ‘ben’ diyor. Ya sen öl ya da O ölsün ki bu ikilik kalmasın. O’nun ölmesi imkânsız olduğuna göre ölmek sana düşer” demekte ve tasavvufun hedefi olan “ölmeden önce ölme” ilkesine; Külli İrade’yibağlanıp boyun eğerek bireysel irade haline getirme, insan-ı kamil olma ilkesine vurgu yapmaktadır.

Mevlânâ’ya göre kul benliğinden sıyrılmakla gerçek anlamda irade hürriyetine kavuşmaktadır. Çünkü ferdiyetten kurtulup mutlak varlığa kavuşan kimsenin iradesi tıpkı varlığı gibi Allah’ta fâni olmuştur. Onun irade ve ihtiyarı, Allah’ın irade ve ihtiyarıdır. Bu mertebede kul cebirden de ihtiyardan da söz edebilir. Ancak ferdiyetinden kurtulmadan yaptıklarını Allah’a isnat etmek yalancılıktır.

Yalnız akla önem verdikleri için filozofları ve onların etkisinde kalan kelâmcıları noksan gören Mevlânâ kıyasın ve istidlâlin insanı hatalara düşüreceğini belirtir. Ona göre ‘dünyevî işlerde yararlı olan akıl’ mahiyeti icabı ‘ilâhî hakikatlere ulaşma’da ve Hakk’a vuslatta ayak bağı olabilir.

Mânevî yolculuk için ilâhî aşk gereklidir. Aklın yetersiz kaldığı alanlardan biri de aşk ve ahvâlidir. Kur’an’da, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” buyurulmuştur. Dolayısıyla aşkın kaynağı ilâhîdir; bir başka ifadeyle aşk el Vedud (c.c.) sıfatının tecellisidir.

Toplum, gerekli ve yeterli oranda insan-ı kamil mertebesine çıkmış Salihler olunca sağlığına kavuşur; işler düzelir ve kendiliğinden yoluna girer.. İşte bu tasavvuf eğitimiyle ulaşılan Sırat-ı Müstakim’dir.

 

http://www.haber7.com/yazarlar/mustafa-yurekli/2968186-mevlananin-dusuncesi-ve-evrenselligi/?detay=1