MEVLÂNÂ’NIN ÇEVRESİNDEKİ KADINLAR -Müjgân Cunbur
MEVLÂNÂ’NIN ÇEVRESİNDEKİ KADINLAR
Dr. Müjgân Cunbur
Tanrı elçilerine has sonsuz bir sevgi ve o nisbette büyük bir saygıyla sarılan Mevlânâ’nın çevresinde yaşayabilmek ender karşılaşılır bahtlılıklardandır. Bu mutluluğa erişebilme yolunda nice hükümdarlar ve devlet büyükleri, nice büyük sıfatlı bilginler ve sanatkârlar uğraşıp ömür tüketmişlerdir. O çevrede yalnız büyük adlılar değil, türlü millet ve ümmetlerden adları unutulmuş nice er-kişiler, köylüler, kentliler, dahası, çocuklar nasiplerince ebedî saadeti bulmuşlardır. Ve o çevrede nice hatun kişilere yer, yalnız yer değil; bizzat Mevlânâ’nın dile getirdiği büyük büyük değerler de verilmiştir.
Mevlânâ’nın çevresinden olabilme saadetine erişen kadınlardan söz açmadan önce, o çevrenin hazırlanışında âmil olan iki büyük soylu kadından bahsetmek gerekir. Bunlardan ilki, büyük Mevlânâ’nın ninesi, Alâeddin Muhammed Harezmşah’ın güzel kızı, Hüseyin Hatibî’nin eşi yani Sultanu’l-Ülema Bahaeddin Veled’in annesidir. Öyle bir anne ki, çok genç yaşta kaybettiği eşinin kütüphanesinde birgün oğluna “Bizi babana bu ilimleri, bu hikmetleri bildiği için verdiler” diye övünür. İkincisi Mevlânâ’yı dünyaya getiren bahtlı kadın, Belh Emiri Rükneddin Muhammed’in kızı Mü’mine Hatundur. Karaman’da bir camide ebedî uykusunu uyuyan, bir bilginler sultanına eşlik ve bir gönüller sultanına analık eden Mü’mine Hatun hakkında bildiklerimiz çok azdır.
Tanrı’nın kadını erkeklere munis olmak üzere yarattığını söyleyen Mevlânâ’nın pek küçükten ilimle, irfanla, hak ve hakikat aşkıyla doldurulmaya başlıyan hayatına ilk kadın onsekiz yaşında karışır. Mevlânâ’nın ilk eşi olmak şerefini kazanan bu mutlu kadın, Lala Şerefeddin Semerkandi’nin kızı Gevher Hatun’dur. Eflâkî’nin “Menakıbü’l-Ârifin”inde ahlâk ve yüz güzelliğinde ve letafette eşi olmıyan bir insan diye tarif ettiği Gevher Hatun yaşadığı müddetçe, şeriatin dört kadınla evlenmeğe müsaade ettiği bir devirde, Mevlânâ’nın tek kadını olarak kalmıştır. Sevgi ve merhameti insanlık,, hiddet ve şehveti hayvanlık vasfı sayan, “Kişi yiğitlikte Zal oğlu Rüstem bile olsa, Hamza’dan bile ileri geçse hükmetme hususunda karısının esiridir.” diyen Mevlânâ gibi bir mürşid-i kâmilin bir kadının esiri olacağı düşünülemez. Ancak O, Gevher Hatun’un şahsiyetine büyük değer vermiş, Hatun da O’na Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi gibi iki oğul kazandırmıştır.
Mevlânâ ikinci izdivacını Gevher Hatun’un ölümünden sonra Konya’lı Kerra Hatun’la yapmıştır. Kızı Melike Hatun, en küçük oğlu Emir Âlim Çelebi bu hatundan dünyaya gelmişlerdir. Cennet ehli hakkındaki bir sorusuna verdiği cevapta “Eğer sensiz beni cennete çâğırsalar, cennet sahrası yüreğimi sıkar” rubaisiyle Kerra Hatun’a iltifat eden Mevlânâ’nın hayatında bu ikinci eşinin pek büyük bir yeri vardır. Mevlânâ’nın ev hayatına ve şahsiyetine dair en mahrem bilgileri Kerra Hatun nakletmiştir. Eflâkî’nin, güzellik ve olgunlukta çağının ikinci Sara’sı, iffet ve ismette Meryem’i saydığı Kerra Hatun, Mevlânâ’nın pek çok sırlarına vakıf, O’nun büyük şahsiyetine lâyık bir kadındı. Mevlânâ hayattayken O’nun sohbet meclislerine katılan ve devrinde bir veliyye sayılan Kerra Hatun, Mevlânâ’nın göçüşünden sonra da bu meclisleri devam ettirmiştir. Eflâkî’ nin eserinde Kerra Hatunla ilgili menkabelere sıkça rast gelinir.
Mevlânâ’nın kızı, Hoca Şihabeddin-i Ruganı Karamid’in eşi Melike Hatun, Kerra Hatun’un “Kerra-yı Buzurg” diye tanınan annesi, Sultan Veled’in dadısı Kiramana Hatun, Şemsî Tebrizî’nin eşi Kimya Hatun o çevrenin en yakınlarından idiler. Şeyh Salâheddin Zerkub’un annesi, Mevlânâ’nın “Bizim Lâtife Hatun’un zatı, Tanrı’nın suret bağlamış lâtifesidir” diye övdüğü Selâhaddin Zerkub’un eşi bu çevreden nasiplerini alanlardandır. Adı geçen Şeyhin iki kızından Mevlânâ’nın “benim sağ gözümdür” diye tanıttığı Fatıma Hatun, Mevlânâ’ya gelin, Sultan Veled’e eş olmuştur. Mevlânâ, Sultan Veled’e yazdığı bir mektupta, Fatıma Hatun’un şahsında kadınlara duyduğu saygı ve şefkati dile getirmiştir: “Padişahımızın kızının, bizim ve bütün dünyanın gözünün ve gönlünün ışığının; bir an bile, hattâ yanılsan da, unutsan da hatırını kırma, onu gücendirme, O, sınanma için sana verilmiş bir emanettir. Her günü, her geceyi gerdek günü, gerdek gecesi bil.” Şeyhin diğer kızı, Hediye Hatunu ise, “Benim sol gözümdür.” diye tanıtmakta, kendisi ve yakınları için istemediklerini, sırf Hediye Hatun mahzun olmasın, cihansız kalmasın diye devrin büyüklerinden eşlerinden talep etmektedir.
Evinde cariye kullanmamış, cariyesi olan yakınlarını, “Onlar bizim hemşirelerimizdir, onları hırpalamayın” diye ikaz etmiştir.
Sultan Veled’in diğer zevceleri Nusrat ve Sünbüle Hatunlar, kızları Mutahhara ve Şeref Hatunlar o çevredendiler. Mevlânâ bu torunlarından ilkini Âbide, ikincisini Arife sıfatlarıyle tavsif etmişlerdir.
Çağın soylu kadınlarından Selçuk Sultanı IV. Rükneddin Kılıçaslan’ın karısı Tokatlı Gumâc Hatun, Vezir Muineddin Süleyman Pervane’nin açık elli, büyük gönüllü eşi Gürci Hatun, kızları Aynü’l-Hayat ve Hâvendzâde hatunlar Mevlânâ’nın yakınları idiler, iyilik-sever davranışları, çevrelerine yaptıkları sosyal yardımlar daima Hazret’in takdirlerini çekmekteydi.
Konyalı Dindar, Veliyye ve Kâmile, zamanın Rabiası sayılan Fahrünnisa, Sultan’ın kızlarının hocası Usta ve evinde Mevlânâ’nın katıldığı sema’ meclisleri yapan Nizam Hatun, adları unutulmuş nice kadınlar Mevlânâ’nın muhitinde yaşayabilmek saadetine ermişlerdi.
Mevlânâ, yalnız çevresindeki soylu kadınlara değil, hattâ düşük, sokak kadınlarından bile iltifatını esirgememiş, onları “Ne yiğitlersiniz sizler, ne yiğitlersiniz. Siz olmasanız bu nefisleri kim alt ederdi? Nasıl belli olurdu namusluların namusu” diye övmüştür. O muhitten bir kadın olan Çengi Tavus, Mevlânâ’nın görklü nazarı üzerine düştükten sonra Sultanın hazinedarı Şerefeddin’e eş olacak, Mevlânâ meclislerine girecek kadar izzet kazanmıştır.
“Fihi mafih”inde kadın ruhunu inceleyen, kadına yapılacak baskının tepkisinden bahseden, birçok açık misallerle ve çağından çok ileri bir görüşle kadının çok sıkı örtünmesinin aleyhinde bulunan Mevlânâ, kadınlığı izzetliyen bu büyük Devletli, “Mesnevisinde der ki:
“Kadın, Hak nurudur, sevgili değil… Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil…”
*1964 yılı Türk Yurdu Dergisi, Mevlânâ Özel Sayısı