MEVLANA’NIN ADALET FELSEFESİ
MEVLANA’NIN ADALET FELSEFESİ
Dr. Ergin Ergül
Bizim Mevlana olarak, Batı dünyasının Rumi lakabıyla bildiği evrensel düşünür, arif ve bilge, çok yönlülüğü içinde aynı zamanda yetkin bir hukukçu kimliğine sahiptir. Onun eserlerine günümüz sosyal bilimleri perspektifinden bakıldığında, çağdaş hukuk gündeminin birçok konusuna değinildiği görülmektedir. Bu bağlamda hukukun ulaşmak istediği amacı işaret eden “adalet” mefhumu, Mevlana düşüncesinde kilit önem taşıyan bir kavram olarak, çok çeşitli boyutları ile ele alınmıştır.
Mevlana’nın önemi, adalet, insanlık onuruna saygı ve barış gibi evrensel değerleri, kadim medeniyetimiz perspektifinden en anlaşılır şekilde ve etkileyici bir üslupla insanlığa sunmuş olmasında yatmaktadır.
Mevlana’nın ısrarla vurguladığı adalet kavramı, çağımızda hukuk devleti veya hukukun üstünlüğü terimleri ile ifade edilmektedir. Onun zulüm diyerek sakındırdığı fiillerin birçoğu ise insan hakları ihlali olarak adlandırılmaktadır. Aslında zarflar ve isimler değişen zamana göre farklılık gösterse de, muhteva aynı değişmez değerleri içermektedir.
Günümüz dünyasında evrensel değerler olarak kabul gören hukukun üstünlüğü, insan onuru ve eşitlik gibi değerler, maalesef insanlığın ezici çoğunluğu için uygulamaya geçememekte, kâğıt üzerinde kalmaktadır. Yaşanılan, gözlenen adaletsizliğin, baskının, ayrımcılığın, çifte standardın esas olduğu bir dünyadır. Batı’nın hukuk, siyaset ve ahlak felsefesinden kaynaklanan çözümler modern dünyanın ve insanlığın problemlerini azaltmamış, bilakis artırmıştır. Bu nedenle kadim medeniyetimizin Mevlana gibi kurucu şahsiyetlerinin eskimez eserlerini yeni bir gözle irdelememizde sayısız fayda bulunmaktadır.
Öyle inanıyorum ki, Mevlana’nın adaletle bağlantılı tespit, görüş ve düşüncelerinin, günümüz terminolojisi ile bağlantısı kurularak irdelenmesi halinde, küresel çağda ülkemizin ve insanlığın karşı karşıya kaldığı sosyal ve siyasi birçok yakıcı sorunun çözümünde yararlanılabilecek kapsamlı, bütüncül ve ileri bir adalet felsefesi çıkarmak mümkün olacaktır.
Mevlana’nın Adalet Tanımı
Adalet kavramı ilk çağlardan günümüze hukuk ve siyaset felsefesinin en çok üzerinde durduğu kavramlar arasında yer almaktadır. Günümüzde demokratik bir devletin vazgeçilmez unsuru olarak görülen “Hukuk Devleti”/ “Hukukun Üstünlüğü” ilkesinin amacı adalet, bu ilke ise söz konusu amaca ulaşmak için gereken araç olarak anlaşılmaktadır. Adalet hukuk devletinin amacı ve görevidir.
Adalet kavramı günümüzde şöyle tanımlanır: “Adalet, hakları ve ödevleri gerektiği gibi paylaştırmak, herkese hakkı olanı vermektir.”[1]
Mevlânâ da Mesnevî’de yukarıdaki evrensel tanıma uygun tarifler getirir. Buna göre;
Adalet demek, her şeyi yerli yerine koymak demektir. Ayakkabı ayağındır. Külâh da başa aittir.”[2]
Böylece, her isteyen hedefine erişir. Her şey kendine takdir ve tahsis edilen yere varır.[3]
Çünkü ona göre;
Her şey yerinde güzel, ormanda fakat zincire vurulmuş bir aslan, kum üstünde çırpınan bir balık, mahmur bir halde ötemeyen bülbül, doğal özelliklerini kaybetmiştir.” [4]
Başka bir vesileyle ise adalet ve bunun kendisiyle anlaşılabildiği zıt kavram olan zulüm terimlerini şöyle açıklar:
Adalet nedir? Bir şeyi yerli yerine koymaktır. Adaletsizlik nedir? Bir şeyi layık olmadığı, kötü bir yere koymaktır.[5]
Adalet nedir? Ağaçlara su vermektir. Adaletsizlik nedir? Dikene su vermektir. Adalet, bir nimeti yerine koymaktır. Her su emen kökü sulamak değildir. Yani hakkı hak sahibine vermektir. Bir şeyi lâyık olmayana vermek ise adaletsizliktir. Adaletsizlik nedir? Bir şeyi konmaması gereken yere koymak. Bu hâl de sadece belâya (felakete) kaynak olur.[6]
Görüldüğü üzere, Mevlânâ hiç eskimeyecek evrensel adalet tanımları yaparken, adaletin toplum ve devlet hayatındaki önemini vurgulayan çarpıcı benzetmeler yapmaktadır. Ayrıca siyasal iktidarları felaket kaynağı olduğunu haber verdiği adaletsizlik, haksızlık ve insan hakları ihlallerinin yıkıcı sonuçlarından da sakındırmaktadır.
Mevlânâ’ya göre, zalim, üzerine düşen, görevli ve yükümlü olduğu işi yapmayan adamdır.[7] Bu bakımdan adil/adaletli kişi ise, yükümlülüğünü, görevini yerine getirendir. Dolayısıyla, topluma karşı sorumluluklarını, kamusal görevinin gereklerini yerine getirmeyenlerin veya görevlerini suistimal edenlerin yaptırıma tabi tutulması gerekliliği ortaya çıkar. Bu nedenle gerekli kararları alma, denetim ve yaptırım uygulama yetkilerine sahip idari ve adli makamların görevlerini yapmamaları adaletten uzaklaşmak anlamına gelir.
Mevlana’nın Adalet Felsefesi
Mevlana düşüncesinde adalet kavramını genel hatları ile ele aldıktan sonra, konunun hukuk felsefesi boyutlarını alt başlıklar altında kısaca ele almak uygun olacaktır
1. Adalet hedefini sağlayan hukuk rahmettir
Mevlânâ, hukuku rahmet olarak nitelendirir. Onun benzetmesine göre; Adaleti sağlayan hukuk kıyametteki adalet okyanusundan bir damla gibidir. Bu ifade, hukukun üstünlüğünün toplum için ne denli hayati ve vazgeçilmez olduğunu ortaya koymaktadır.
Hukuk rahmettir, …ilahi adalet okyanusundan bir damladır. Damla ufak ve küçük hacimli olsa bile okyanusun suyunun saflığını belli eder.[8]
Mevlana, Adaletin ilahi kaynaklı olması, doğal hukuka dayanması fikrini başka bir vesile ile de vurgular:
Arş, hakkaniyet ve adaletin kaynağıdır.[9]
Görüldüğü üzere, Mevlana hâkime kararlarıyla mutlak adaleti yansıtma sorumluluğu yüklemektedir. Hakim, ancak hukuka uygun isabetli kararları ile evrendeki kusursuz mutlak adaleti sosyal hayata yansıtma gibi ayrıcalıklı bir misyon ifa etmiş olacaktır.
2. Adalet çatışmaların çözümü ile barış ve güvenliğin anahtarıdır
Barış, güvenlik ve kamu düzeni hukuktan beklediklerimizin başında gelir. Toplumda güç kullanılmasını sınırlandırıp bir barış düzeni kuran hukuk, barışın gereği olarak güçlünün zayıfı ezmesini, yok etmesini önlemiş olur.[10] Mevlana, hukukun toplumsal düzen, barış ve güvenliği, uluslararası hukukun da uluslararası düzen, güvenlik ve barışı sağlama fonksiyonlarına şöyle dikkat çekmektedir:
Hukuk rahmettir, mücadeleleri ortadan kaldırma vasıtasıdır…[11]
Görüldüğü üzere o, hukukun anlaşmazlıkları giderme fonksiyonuna gönderme yaptığı bu ifadelerle, günümüzde de anlaşıldığı şekilde, hukuku çatışmaların barışçıl yöntemlerle çözümünü sağlayacak vazgeçilmez bir mekanizma olarak değerlendirmektedir.
3. Adalet hukukun üstünlüğüne saygıyı gerektirir
Hukukun üstünlüğü ilkesi, herkesin hukukla bağlı olmasını ve hukuka saygılı olmasını gerektirir. Mevlana bu ilkeye uymanın gerekliliğini Fihi Mâ-Fih’de yer verdiği çok hoş bir hikâye ile dile getirir:
Birisi bir kayısı ağacına tırmanmış, ağacın meyvelerini silkeleyip yemektedir. Bahçenin sahibi, Allahtan korkmaz mısın? der. Hırsız cevap verir: Niye korkayım ki, ağaç Allah’a ait ve ben de onun kuluyum. Allah’ın kulu Allaha ait olandan yiyor. Bahçe sahibi şimdi cevabımı bekle diyerek, hizmetçilerine bir ip ve sopa getirerek adamı ağaca bağlamalarını ve cevap anlaşılıncaya kadar dövmelerini ister. Hırsız çığlık atarak “Allah’tan korkmuyor musun? Der. Bahçe sahibi cevap verir: Niye korkayım ki, sen Allah’ın kulusun, bu sopa da Allah’ın sopası, Allah’ın sopası ile Allah’ın kulunu dövüyorum.”[12]
Bahçe sahibi, hırsızı kanunları çiğnemenin, Allah’ın emri olmadığını ve hukuka saygının gerekliliğini teslim edinceye kadar döverek cezalandırır.
4. Adaleti gerçekleştirmenin yolu hukuk devletinin tesisidir
Hak ve adaletin gözetilmediği toplumlarda, huzur ve güven duygusundan söz edilemez. Buna bağlı olarak adli, idari, siyasî, iktisadî ve ahlâkî bütün ilişkiler etkilenir ve bozulur. Bu ilişkilerin bozulması ise toplumsal huzur ve barışın zarar görmesine yol açar.
Bu nedenle adalet kavramı Mevlânâ’nın en sık gündeme getirdiği, Mesnevî’nin tümüne hâkim temel kavramlarından biridir. Günümüzde hukukun adalet dışında en çok uğraştığı, iç içe olduğu kavram hukuk devletidir. Aslında, bireylerle bireylerarası ilişkilere uygulandığında adalet dediğimiz ilke, devletle birey ilişkisine ve bundan doğan sorunlara uygulandığında hukuk devleti ilkesi adını almaktadır.[13] Mesnevî incelendiğinde, Mevlânâ’nın adalet ve adaletsizlik kavramlarını kullanırken genelde devlet yöneticilerini muhatap aldığı göz önünde tutulduğunda, bu kavramların günümüzde hukukun üstünlüğü ile insan hakları ihlalleri kavramlarına karşılık geldiğini değerlendirmek gerekir.
İnsanlar genelde adaletsizliğe uğramaktan şikayet ederler. Mevlana uyarır, “eğer adil olursan, adalet bulursun.”[14] Hile, komplo ve yasadışı yöntemlerle sonuç almak isteyenlere de hatırlatır: “Eğer hile yaparsan, eline bir şey geçmez.”[15]
Hukuk Devleti kavramı ile ifade edilmek istenilen devletin hukuk kuralları içerisinde hareket etmesi ve hukuk kuralları ile bağlı olması demektir.[16] Mevlânâ aşağıdaki beyitlerinde hukuk devleti ilkesine dayanmayan bir iktidarın sürdürülemeyeceğini açıkça vurgulamaktadır:
Adil olmayan iktidarın, hiçbir gücünün olmadığını gör! Zorla sürdürülen iktidar kalpsiz, ruhsuz ve gözsüzdür[17]. Halk sana verdiği iktidarı bir borcunu geri alır gibi alacaktır. Ödünç aldığın iktidarı Allaha ver de (yani halka adil ve hukukun üstünlüğüne uygun şekilde davran da), O sana herkesin kabul ettiği bir iktidarı bağışlasın.[18]
Görüldüğü üzere, bu satırlarda Mevlânâ, günümüzdeki anlayışa uygun olarak siyasî meşruiyetin kaynağını halkın rızasına, milli iradeye bağlar.
Mevlânâ her şeyden önce devlet ve hükümetin varlık nedeni adalete bağlar. Ona göre devletler ve hükümetler, millet için, onun huzur ve refahı için vardır. O yöneticilerden, yönetilenlerin ilahî adalet için el açıp, yakarmak zorunda kalmayacakları adil bir yönetimi gerçekleştirmelerini ister. Devletin görevinin, kişilerin maddi refah ve güvenliklerini sağlamanın ötesinde, onların gönüllerinin incinmesine neden olabilecek her türlü adaletsizlikten, hak ihlalinden kaçınmak olduğunu vurgular.
Mesnevî’de, hukukçuların ve yöneticilerin piri adalet sembolü Süleyman Peygamberin ağzından, devlet iktidarının varlık nedenin hukukun üstünlüğünü gerçekleştirilmesi ile kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması olduğunu açık bir şekilde ortaya koyar:
Allah bize, devleti, iktidarı, gücü; halk bunalıp da göklere el açmasınlar, şikâyetçi olmasınlar, ağlamasınlar diye verdi.
Zulüm görenlerin, ağlayanların ahının göklere yükselmemesi, gökyüzünün, yıldızların mustarip olmaması,
Yetimlerin iniltilerinden, feryatlarından arşın titrememesi ve hiç kimsenin zulüm hastası olmaması, şiddetle gönlünün yaralanmaması için, ilahî düzen bize krallığı verdi.
Göklere bir tek Ya Rabbi! çığlığı yükselmesin diye, ülkelerinde yasayı (hukukun üstünlüğünü) tesis ettik.
Ey mazlum gökyüzüne yönelme, çünkü bu geçici dünyada göksel bir kralın var!”[19]
Görüldüğü üzere, ilk beyit devletin düzen, güvenlik, adalet ve refah gibi temel alanlardaki pozitif görevlerine işaret etmektedir. İkinci beyit, haksızlığa uğrayanların, mağdurların haklarının verilmesi, ceza adaletinin sağlanması gereğine işaret etmektedir.
Üçüncü beyit, yetimler üzerinden zayıf ve korumasız gurupların korunması, ihtiyaçlarının karşılanması yani sosyal devlete ve meşru şiddet tekeline sahip devletin bu yetkisini suistimal etmemesi ile vatandaşların hak ihlalleri ile karşılaşmaması için önleyici politika ve mevzuatın oluşturulması gereğine temas etmektedir. Son iki beyit ise hukukun üstünlüğü ilkesi ile hak arama hürriyetini içermektedir.
5. Adalet evrensel, değişmez ve kadim bir değerdir
Mevlânâ adaleti “güneşe” benzetir.[20] Adaletin güneşe benzemesi, onun gereklerinden ve fonksiyonlarından herkesin eşit şekilde yararlanmasının tabii bir sonucudur. Dolayısıyla bu ifade, günümüz anayasalarındaki, eşit vatandaşlık, kanun önünde eşitlik, ayrımcılık yasağı gibi ilkeleri akla getirmektedir.
Ayrıca adaletin, kadim ve evrensel bir değer olduğunu ifade eder:
Adalet, aynı adalet; bilim aynı bilim fakat kuşaklarının ve halklarının yerini başkaları almış![21]
Gerçekten de adaleti gerçekleştirecek araçlar çağlara göre değişmektedir. Bugün için ulaşılan nihai nokta gibi sunulan sistem, kurum ve yönetim biçimlerinin gelecekte değişen ve gelişen koşullara göre çok farklı nitelik alacakları kuşkusuzdur. Yine hiç kuşku yok ki kadim ve evrensel bir değer vasfıyla adalet ulaşılmak istenilen amaç olmaya hep devam edecektir.
6.Adalet refah ve kalkınma sağlar
Mevlânâ bir devlet başkanından bahsederken, “İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı.”[22] demek suretiyle, sosyal adaletin bir ülkenin ekonomik gelişmişlik ve refahı için taşıdığı önemi ve günümüzdeki demokratik hukuk devleti ve gelişmişlik ilişkisini ortaya koymaktadır.
Başka bir yerde devlet başkanı için “Adalet denizi” tanımlaması yapar.[23] Başka vesilelerle de adaleti dağa benzetir. Adaletin tesisi için ön şart olan yargı sisteminin bağımsızlık ve tarafsızlığı için, dağın kasırgadan etkilenmemesi gibi, hakimlerin önyargılar ve kişisel çıkarların yol açacağı duygusal kasırgalardan etkilenmemesi gerekliliğini vurgular:
Saman çöpü değil; hoşgörü, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı kımıldatabilir mi? [24]
Sonuç
Mevlana’nın adalet felsefesini bir yazı formatında derinlemesine ve ayrıntılı biçimde irdelemek mümkün olmasa da, görüldüğü üzere, çok yönlü bir düşünür ve arif şahsiyet olan Mevlana, aynı zamanda büyük ve yetkin bir hukukçu olması nedeniyle, adalet kavramı ve bununla bağlantılı konulara eserlerinde geniş şekilde yer vermiştir. Diğer yandan onun çalkantılı, çatışmaların ve haksızlıkların yoğunluk kazandığı bir dönemde yaşamış olması, devrinin ağır sorunlarına karşı çözüm olarak, adaleti ve insan onuruna saygıyı öne çıkarmasını, haksızlık ve zulümlere karşı mücadele etmesini beraberinde getirmiştir.
Onun adalet ve zulüm kavramlarını ele alış tarzı incelendiğinde ve günümüz terminolojisi ile bağlantısı kurularak okunduğunda, diğer düşünceleri gibi bu alandaki sözlerinin ve mesajlarının da tazeliğini, güncelliğini koruduğu görülmektedir.
Onun ele aldığı adalet kavramının hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü, zulüm kavramının insan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele başta gelmek üzere insanlık onurunu zedeleyen her türlü fiil olarak anlaşılması, içinden çıktıkları toplumların sorunlarına çözüm arayan tüm dünyadan aydın, siyasetçi, yönetici, hukukçu ve akademisyenler için ufuk açıcı ve sorun çözücü açılımlar sağlayacaktır.
Kaynakça
Abdülbâki Gölpınarlı, Mecâlis-i Seba, Inkılap, İstanbul 2010.
Abdülbâki Gölpınarlı (çev.), Fîhi Mâ-Fîh, İnkılap, İstanbul 2009.
Ahmet Ulvi Türkbağ, Postmodernite ve Hukuk İdealleri: Adalet, Hukuk Devleti, Doğu Batı, Yıl 1, Sayı 4, Kasım, Aralık 2000, Ocak 2001
Bilal Kemikli, Belh’ten Anadolu’ya Akan Medeniyet Arkı, Keşkül Dergisi, 2011 yaz
Coşkun Can Aktan, Devlet Niçin Yeniden Yapılandırılmalı?, Doğu-Batı, Yıl 1, Sayı 1997/ 1.
Ergin Ergül, Hukukçu ve Yöneticiler İçin Mevlana Bilgeliği, Türkiye Adalet Akademisi Yayınları, Ankara 2015
Eva De Vitray-Meyerovitch, Le livre du dedans, Babel, Paris 2010.
Eva De Vitray-Meyerovitch/Djamchid Mortazavi, Mathnawi, La quête de l’absolu, édition du Rocher, Paris 2004.
Halil İbrahim Sarıoğlu, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Rubailer, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara 2013
Muhammed İkbal, Yansımalar, Kaknüs yayınları, İstanbul 2001
Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken yayınevi, İstanbul 2003.
Şefik Can, Dîvan-ı Kebir, Seçmeler, c.1, Ötüken, İstanbul 2009.
Tahirü’l Mevlevî, Mevlânâ, Mesnevi, Kırkambar Yay., İstanbul 2010.
Tekin Akıllıoğlu, “Adalet Kavramı ve İnsan Hakları”, Adalet Kavramı, (Editör, Adnan Güriz), Ankara 1994
Vecdi Aral, Beklediğimiz ve Bizden Beklenen Adalet, Legal yayıncılık, İstanbul 2014
[1] Tekin Akıllıoğlu, “Adalet Kavramı ve İnsan Hakları”, Adalet Kavramı, (Editör: Adnan Güriz), Ankara 1994, s.37
[2] Mesnevi, VI/1887 (Ali Yaver Caferi, Mesnevî, Mevlânâ Celaledin Rumî, Tablet, Konya 2007. , s.585; Adnan Karaismailoğlu, Mesnevî, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 530, Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken yayınevi, İstanbul 2003, s.479). Hz. Ali’de adaleti şöyle tarif eder: “Eşyayı ve nesneleri yerli yerinde kullanmak ve yerli yerine koymaktır”.
[3] Mesnevi, VI/1888 (Can, s.479)
[4] Şefik Can, Dîvan-ı Kebir, Seçmeler, Ötüken, İstanbul 2009, V/181
[5] Mesnevi, VI/2596, (Eva De Vitray-Meyerovitch/Djamchid Mortazavi, Mathnawi, La quête de l’absolu, édition du Rocher, Paris 2004, s.1537; Can, s.522, Karaismailoğlu, s. 565).
[6] Mesnevi, V/1085-1090 (Meyerovitch/ Mortazavi, s.1153)
[7] Abdülbâki Gölpınarlı (çev.), Fîhi Mâ-Fîh, İnkılap, İstanbul 2009, s.44
[8] Mesnevi, VI/1495 (Meyerovitch/ Mortazavi, s.1472; Caferi, s.575).
[9] Mesnevi, V/ 1628 (Meyerovitch/ Mortazavi, s.1192)
[10] Vecdi Aral, Beklediğimiz ve Bizden Beklenen Adalet, Legal yayıncılık, İstanbul 2014, s.20.
[11] Mesnevi, VI/1495 (Meyerovitch/ Mortazavi, s.1472; Caferi, s.575)
[12] Eva de Vitray Meyerovitch, Le livre du dedans, Babel, Paris 2010, s.194.
[13] Ahmet Ulvi Türkbağ, Postmodernite ve Hukuk İdealleri: Adalet, Hukuk Devleti, Doğu Batı, Yıl 1, Sayı 4, Kasım, Aralık 2000, Ocak 2001, s. 211
[14] Halil İbrahim Sarıoğlu, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Rubailer, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara 2013, s.134
[15] Sarıoğlu, s.134
[16] Coşkun Can Aktan, Devlet Niçin Yeniden Yapılandırılmalı?, Doğu-Batı Düşünce Dergisi, Yıl 1, Sayı 1997/ 1, s.40
[17] Yani tamamıyla eksikli. Tahirü’l Mevlevî, Mevlânâ, Mesnevi, Kırkambar Yay., İstanbul 2010, c.8, s.720.
[18] Mesnevî, IV/2775 (Meyerovitch/ Mortazavi , s.1009)
[19] Mesnevî, III/ 4639 vd. (Can, s.365; Meyerovitch/ Mortazavi, s.818)
[20] Mesnevi, 1/510, (Meyerovitch/ Mortazavi, s.83; Caferi, s.35) “Çeşit çeşit kar var, her taraf donmuş, hiçbir yerde hayat kalmamış. O adalet güneşinden uzak kalmışlar, o uzaklık kışından buz kesilmişler.” (Mesnevi, 6/ 2393, Caferi, s.597) Mevlânâ başka bir yerde de, “Kitaplara da adamın sûretine ait vasıflar değil, “âlim, adalet sahibi” gibi zatına ait vasıflar yazılır.” (Mesnevi,1/1024, Caferi, s.48) diyerek, âlim ile adil kelimelerini beraber kullanmaktadır.
[21] Mesnevi, VI/3176 (Meyerovitch/ Mortazavi, s.1574; Caferi, s.617)
[22] Mesnevi, I/ 2245 (Caferi, s.79; Meyerovitch/ Mortazavi, s.190)
[23] Mesnevi, I/ 2854 (Caferi, s.95)
[24] Mesnevi, I/ 3794 (Caferi, s.118; Meyerovitch/ Mortazavi, s.283)