MEVLÂNÂ’DA VUSLAT: “KORKU”YU “DÜĞÜN”E ÇEVİRİR!
MEVLÂNÂ’DA VUSLAT: “KORKU”YU “DÜĞÜN”E ÇEVİRİR!
Mesnevî, Mevlânâ Hazretlerinin iman dilidir. O, bu dille, Şark kültürünün yaşadığı asırda medeniyetimize şekil veren idrakiyle hareket etmiş ve insana insanı anlatmak için çevrenin renklerini kullanmıştır.
Mesnevî bu bakımdan bize önemli bir inanç yorumu sunar: İnsanın, “Allah’tan geldiniz ve tekrar O’na döndürüleceksiniz” (1), ayetinin ifşa ettiği sırrı kavrayıp yorumunu yaparken, “Vahdet-i Vücut” anlayışını bunun için benimser? İnsanın izzeti de burada ortaya çıkar. Nitekim Cenabı Mevlâ: “Ben insanı topraktan yarattım, ona kendi nefesimden üfledim” (2) i bunun için ifşa eder.
Şimdi bu “Eşref-i Mahlukât”ın sürüklendiği hâle bakınız:
Kur’an-ı Kerim, baştan sonuna kadar insanlığın tarihinden söz eder. Bir nevi sosyolojik yorum ve değerlendirmeler yapar. Hemen hemen bu alanda anlatılanların tamamının özeti, insanın “kan dökücü” vasfına hapsolması keyfiyetidir. Bu, nereden doğuyor? Bu, insanın doyumsuzluğundan, o doyumsuzluğu tetikleyen ihtiraslarından doğuyor. Yüce Yaratıcımız, onu, yani insanı dizginlemek, kontrole almak ve yaratılış esprisine uygun hale getirmek için sıkça yönlendirici Peygamberler göndermiştir. İnsanın doyumsuzluğu öylesine uç noktalara taşınmış ki, Peygamberler de savaşmayı bile göze almıştır.
Yaratıcısına bile kafa tutan, Peygamberleriyle savaşan, kendi kendiyle barışık olmayan, istilaları, yağmaları, tahripleri yapabilen böyle bir varlığın karşısında çaresiz kaldığı tek şey; “ölüm”dür.
Peygamberler tarihindeki insanlığın bu talihsizliğinin üzerinde durmayacağız. Biz, beşerî zaafların bir anlamda ilk örneği haline gelen ve doyumsuzluğun, ihtirasların ve acımasızlığın simgesi olarak kabul edebileceğimiz bir insanın alınyazısının kalın çizgilerini size sunacağız:. Fırsatını bulsa, her kan dökücü böyle bir tipi doğru yürüyebileceği için bu düşündürücü bir örnektir. Bu adamın ölüm karşısındaki aczi ve kendisine yapılan uyarının bize vereceği ders önemlidir:
Dünyayı kasıp kavuran ve dünyanın en büyük imparatorluğunu kuran Büyük İskender’i 33 yaşında yakaladı ve bütün ihtiraslarının faturasını kefenine sarıp gönderdi. Bu öyle bir ihtiras ki, Makedonya’dan Hindistan’a kadar götürdü ve gittiği her yeri yakıp yıkarak kontrolüne alıp döndü. Ölürken de; “İktidarını kime bırakıyorsun?” diye soranlara, “En güçlünüze”, cevabını verir ve o “güç”, Cassander’in eline geçer ve o da, İskender’in annesi ile iki oğlunu zehirlettirerek neslini bitirir. Bugün o medeniyetten bize kalan, İskender’in bu aşırı doyumsuzluğu karşısında bir bilge kişinin, “Yakında öleceksin, öldüğün zaman gömüleceğin mezar kadar toprağın olacak”, sözüdür.
Mevlânâ, insanlık tarihinin bu en büyük trajedisini ve daha buna benzer yüzlerce dramı biliyordu ve onun için “ölüm”ü insanlığa “Vuslat” esprisiyle tebliğ etti. Ona göre ölüm, Kur’an’da belirtildiği üzere son değil, yeni, gerçek ve sonsuz hayatın başlangıcıdır. Bunun için ölüme “Şeb-i Arus” demiş ve bunu bir rubaisinde şöyle dile getirmiştir: “Aşksız olma ki ölmeyesin. Aşkla öl ki diri kalasın.” (3)
Buradaki “aşk” ihlâstır ve teslimiyettir. Buradaki aşk, nefsâni değil, uhrevidir; insanın kendini anlama noktasında Rabbine bağlanışının dilidir. Dünyevî hazlardan sıyrılarak, iyi “kul” olma gayretine girmedir. Maddî ve şehevî unsurlardan arınmış, hakkın rızasına koşmadır.
Bunun içindir ki, Hazret, hayat-ölüm ilişkisinin üzerinde sıkça durur ve çok öğretici açıklamalarda bulunur. Biz, bunlardan bir şiirini buraya alarak konuyu okuyucunun kendi kişisel duyarlılık kalitesine bırakmak istiyoruz. Mevlânâ Hazretleri şöyle diyor:
“Hiç bir ölü, Öldüğü için hasret çekmez. Ancak tâatinin azlığına yanar.
Yoksa Ölen kimse; kuyudan ovaya çıkmış, zevk u safa meclisine ulaşmıştır.
Bu daracık matem yurdundan ferahlayıp, geniş bir ovaya göçmüştür.
Orası doğruluk yeridir, orada yalan yoktur. Ayranla sarhoş olan, has şarabı ne bilsin?
Orası öyle bir doğruluk yurdudur ki, Hak onlarla beraberdir. Su ve çamurdan (bedenden) kurtulmuş, nur ile dostturlar.
Bu hayat için bir iki nefesin kaldı. Bari gayret et de, ercesîne öl.” (4)
Mevlânâ’nın, İnsanoğlu’na, içinde bulunduğu çürümeyi durdurabilmesi ve manevi yönelişi sağlayabilmesi için o tek gerçeğe; ölüm vakasına bakışı bu bakımdan önem taşır. Yüce Yaratıcı, Peygamberlerine bile sonsuz bir hayat vermemişken, insan ne olur ki? Bütün mesele bu idrake ulaşmak ve sonunda o ‘mezar kadar toprağın’ altında gerçek hayatın perdesini onurla açabilecek bir imtiyazı talep etmeye kalıyor. Mevlânâ, ölümü “korku” içgüdüsünden alıp “düğün”e çeviren anlayışıyla ruhumuzu yıkayıp arındırarak hayata bakmamızı ve mutluluğumuzu sağlayacak bir kalıcı reçeteyi bize sunmaktadır. O’ndaki “Vuslat”ın gerçek ve derin anlamı budur…
________________________
1 Bakara/2;156.
2 Sa’d 38/61-62.
3 Rubailer, 181.
4 Mesnevî, V/1774-79.