MEVLÂNÂ’DA EDEBÎ ZEVK
MEVLÂNÂ’DA EDEBÎ ZEVK
Mevlânâ, tasavvufî düşüncelerinin yanı sıra edebî kişiliği ve şiirleriyle Doğu edebiyatında ve özellikle Türk edebiyatında “Mevlevî edebiyatı” isimlendirmesini gerektirecek kadar etkili olmuştur. Onun adıyla özdeşleşen bu edebî anlayışın ve üslûbun takipçileri için kaleme alınan eserler ve bunların şiirlerinden oluşturulan mecmualar, bu yönde tatmin edici bilgiler vermektedir.
Burada önce Hz. Mevlânâ’nın dinî ve tasavvufî düşüncelerinin gönüllere daha etkili bir şekilde tesir etmesini sağlayan şiir bilgisi ve dehâsı hakkında bir değerlendirme yapmaya çalışılacak, manzum eserlerine değinilecek, şairliğine ve şairleri etkileyen üslûbuna işaret edilerek örnekler sunulacaktır.
Onun manzum eserlerinin şiir sanatı açısından birer şaheser olduğu hususu, asırlar boyu tasdik edilmiştir. Böyle bir şahsın şairliğinin güçlü dayanakları olduğu aşikârdır. O küçük yaşlardan itibaren şiirle yüz yüze gelmiş, çeşitli şairlerin şiirleriyle meşgul olmuş ve hatta şiir eğitimi almış olmalıdır.
İslâm dünyasında şiir, uzun asırlar önemli bir yere sahipti. Medreselerde, tekkelerde ve saraylarda alaka görmekteydi. Öğrenim çağındaki çocuklar dilbilgisi, sözlük ve akaid gibi bilgi dallarında ezberlenebilir özellikte küçük manzum eserlerle karşılaşıyordu. Birçok âlim ve müderris her ne kadar ilmin ve ilmî ciddiyetin yanında önem vermeseler de bazen öğretim amacıyla bazen de edebî zevk alma gayesiyle şiire gündelik hayatlarında yer vermekteydiler. Tekkelerde sûfîlerin nezdinde ise şiir, bilhassa Baba Tâhir, Senâî ve Attâr’ın diliyle sözleri süslüyor, gönülleri mesrûr ediyordu. Dünyevî güç ve saltanat makamlarında ise şiir, zâten geleneksel hükümrânlığını asırlar boyu sürdürdü.
Bu derecede toplumun bütün kesimlerinin hayatında yer alan şiir, ilgi odağı olduğu dönemlerden birinde; milâdî XIII. asırda hayatını sürdüren Mevlânâ için de hayatının ilk yıllarından itibaren mutlaka bir anlam ifade etmiştir. Devlet adamlarının hürmet duyduğu büyük bir ailenin evladı olarak yetişen âlim ve sûfî Mevlânâ’nın değişik zamanlarda ve mekanlarda, hayatının her döneminde şiirle barışık olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerekir. Zaten eserlerinde Horasan ve Mâverâünnehir şairlerinin özellikleri görülürken, kendisinin de işaretleri bu düşünceyi teyit etmektedir. Bu nedenle otuz sekiz yaşında Şems-i Tebrîzî ile karşılaşmasından sonra şiirle ilgilendiği, bilhassa onu kısa zamanda kaybettikten sonra şiir söylemeye başladığı fikri uygun görünmemektedir. Elbette Tebrizli Şems onu etkiledi, ona ateş oldu. Aldığı dinî ve tasavvufî eğitimden sonra âlim, müderris, müftü ve sûfî vasıflarıyla yaşarken onda meydana gelen değişikliği efsanevî ve kavranılamaz bir şekilde ortaya koymak, nâkıs düşüncemize göre günümüz insanlarına bir haksızlıktır. Bu etkilenmeye izah arayanlar bizleri farklı istikametlere götürmektedirler. Zira yorum ve değerlendirmelerde kişisel anlayış ve zevkler etkili olmaktadır.
Mevlânâ’nın elimizde bulunan eserleri, onu anlamada bizlere en önemli rehberdir. Hayatıyla ilgili bilgiler, eksik veya menkıbelerle örülüdür. İnancı, düşüncesi ve yolu ise eserlerinde açık bir şekilde yer almaktadır. Onun şiir dünyası hakkındaki değerlendirmelerde bu imkân, belirleyici olmaktadır. Manzum eserleri, aruz, kafiye, lafzî ve manevî sanatlar, konu, mazmun ve tahkiye unsurları açısından incelenmektedir. 26 bine yakın beyti ihtiva eden Mesnevî’sini 54 yaşlarında iken söylemeye başlamış ve son yıllarına doğru tamamlamıştır. İki yıllık bir fasıla ile birlikte ömrünün son 13-14 yılını dolduran bu eseri, tasavvufî mesnevîlerin en önemlisidir. Bu eser, bilim adamı özelliğini de taşıyan bir mutasavvıfın, tasavvufî neşe ve edebî zevkle meydana getirdiği bilgi, fikir ve çözüm kitabıdır. Mevlânâ bu eserde diğer şiirlerine nazaran daha sakin ve vakûrdur. Binlerce âyet, hadis ve atasözüyle, kıssa ve hikâyelerle insanları bilgilendirmekte, uyarmakta ve çözüm yolu göstermektedir. O, dinî, ilmî ve tarihî ifade ve bilgilere, konuların gereği birçok terim ve az kullanılır kelimeye yer vermesine rağmen, Mesnevî’yi sade ve anlaşılır nadide bir edebî eser olarak dünya edebiyatına armağan etmiştir.
Yükseklerde- derinliklerde, gönülde- çarşılarda, neşede- hüzünde, ırmaklarda- okyanuslarda, çiçeklerde- dallarda, aydınlıkta- karanlıkta, sükûnette- harekette, inanılmaz bir teslimiyette- büyük fırtınalarda, bilen- bilmeyen veya soran- cevap veren durumunda, görünen- görünmeyen bir hüviyette görülür, hissedilir şiirlerinde, özellikle gazellerinde ve rubailerinde. Muazzam bir enerjiye, sınırsız bir kaynağa sahiptir. Nasıl bu kadar farklı ve zengin olabilmekte, bir insanın düşünce ve hayal dünyası! Bir beden nasıl taşıyabilmekte bütün bu duyguları!
Divanındaki bazı şiirlerin kendisine ait olmadığı bilgisini de kabul etmek kaydıyla 40 bin beyti aşkın gazel ve rubaileri, Mesnevî’den daha bir yoğunlukta bu duyguları taşımaktadır. Ancak Mesnevî, Dîvân-ı Kebîr ve diğer eserlerinin ortak özellikler barındırdığı da gözlerden uzak tutulmamalıdır. Bu Farsça eserlerinde önemli miktarda Arapça beyit ve şiirler bulunmakta, yer yer bazı Türkçe kelime ve ifadeler de görülmektedir.
Bu değerlendirmelerden sonra örnek teşkil edecek beyitler sunarak, onun duygu ve hayal dünyasına ulaşabilme çabası içerisine girelim. Mesnevî’sinden anlamlı ve eğitici ifadelere bir örnek;
Ey insan! Bu dünya bir ağaç gibi, biz ise onun üzerinde yarı ham meyveler gibiyiz.
Ham meyveler dala sıkıca tutunur. Zira ham iken köşklere uygun değildirler.
Olgunlaşıp tatlı ve ısırılacak hale gelince dalları zayıf tutar.
O ikballe ağzı tatlanınca, insan dünya mülkünden soğur.
Sıkıca tutunuyorsun, taassup hamlıktır, cenin kaldıkça, işin kan içmektir (1).
Diğer bir örnek:
Bir akıllı kişi İsa’ya “Dünyada her şeyden zor olan nedir?” diye sordu.
İsa “Ey cân! En zor şey Allah’ın hışmıdır. Ondan bizim gibi cehennem (de) titrer” dedi.
Bu kişi “Allah’ın hışmından emin olmak nasıl mümkün olur?” dedi. O da dünyada kendi öfkeni terk etmek” diye cevap verd.(2).
Sonuçta Mevlânâ bir noktaya işaret ediyor:
Ben koşuşturma dünyasında güzel ahlaktan başka hiçbir ehliyet görmedim(3)
İnsanın dünyaya ait zevklerle gözlerini ufuklardan ayırdığı ve onarılmaz bir derde düştüğü açıktır. Mevlânâ’dan ilginç bir cömertlik tarifi:
Zevkleri ve lezzetleri terk etmek, cömertliktir. Şehvete batan kişiler, yükselemez.
Bu cömertlik cennet servisinden bir daldır. Elinden böyle bir dalı bırakana yazık!(4)
Aşk güzel davranışlıdır, ancak! :
İnsaf et, aşk güzel davranışlıdır. Yanlışlık, mizacın kötü özellikli olduğundandır.
Sen şehvetini aşk diye adlandırıyorsun. Senin aşkından aşka kadar çok yol var(5).
Dost, göz, çöp ve süpürge kelimeleriyle dostun değerini izah;
Ey avcı! Dost senin gözündür. Çer çöpten temiz tut onu.
Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma, göze çöpten hediye yapma(6).
Tabiata, yıldızlara açılır, seslenir ve onlarla destleşir:
Ey yıldız haber ver sevgilimize, anlasın ıstıraplı gönlümüzü.
Haber ver o âşıkların doktoruna, şurup versin hastamıza (7).
Muhtemelen Tebrizli Şems’in ayrılığında söylenmiş olan şu beyitlerin kaynağı nedir acaba! Şu kızarmış ekmek, kırıntı, ayna ve ırmak tasvirleri ve elde edilen çağrışımlar, hayreti mucip özelliktedir:
Kızarmış ekmek gibi, senin ateşinden kırmızı yüzlüydüm. Şimdi ise, kırıntı ekmek gibi yoldan topla beni.
Yüzünden ayna gibi, hayaller kuruyordum. Şimdi sen, benim yüzümü solgun ve kırış kırış gör.
Irmaktaki sağa sola kıvrılan su gibiyim. Ayrılık sağımdan solumdan tuzak kurdu(8).
Duygusallık ve gönülle baş başa oluş başka nasıl dile getirilebilir?:
Sevgili beni bitkin ve üzüntülü görünce gülerek geldi ve yanı başıma oturdu.
Başımı okşayarak “Ey zavallım! Seni böyle görmeye gönül razı olmuyor” dedi(9).
Mevlânâ’ya göre gönül dünyası büyük ve zengin, bu dünya ile kıyas kabul etmez:
Gönül, gizli bir bağdır, ağaçları gizli. Yüz türlü görünür, ancak bir türlüdür.
Okyanus gibi sınırsız ve sonsuz bir denizdir. Her canın içerisinde yüzlerce dalga vurur(10).
Bu dünya su küpü, gönülse ırmak. Bu dünya hücre, gönülse hayret edilecek bir şehir(11).
Şu rubai, Yaratıcıyı bilmek ve sevmekte hissedilenleri anlatmak için söylenmiş:
Seni bilen canı ne yapar, evladı u iyâli, hanedanı ne yapar!
Divane eder, her iki dünyayı bağışlarsın. Senin divanen her iki cihanı ne yapar!(12)
Aynı duyarlılıkta bir başka beyit:
Bir sevgiye harcanmadıkça sevgilinin güzelliğine feda edilmedikçe nedir altın, nedir can, inci mercan da nedir!(13)
İnsan, dünyada tuzaklar önünde güçsüz ve aç kuşlar gibidir;
Allah’ım! Yüz binlerce tuzak ve yem biz ise zayıf ve yiyeceksiz kuşlar gibiyiz(14).
Ancak ümitsizlik ve keder, yârini ve yardımcısını bilenler için yoktur;
Her adımda binlerce tuzak olsa da sen bizimle oldukça hiçbir keder yoktur(15).
Sorguluyor, araştırıyor, cevap veriyor ve çağlıyor. Kim cesaret edebilir buna?
Günlerce düşüncem, her gece sözüm şudur: “Niçin kendi gönlümün hallerinden habersizim?
Nereden geldim, niçin geldim? Nereye gidiyorum? Artık vatanımı göstermeyecek misin?
Son derece şaşkınım, ne sebeple yarattı beni? Beni yaratmaktaki maksadı neydi?
İyi bilirim, can ulvî âlemdendir. Pılımı pırtımı oraya atmak arzusundayım(16).
Rivayete göre vefatından hemen önce bîtap düşmüş oğlu Sultan Veled’e seslendiği beyitlerle bırakalım sözü:
Git, başını yastığa koy, beni yalnız bırak. Bitkin, uykusuz ve çaresiz beni terk et.
Biz gece sevda dalgası içerisinde sabaha kadar yalnız. İster gel, affet, ister git cefa et.
Benden kaç sen de bu belaya düşmeyesin. Selamet yolunu seç, bela yolunu terk et.
Biz ve gözyaşı, keder köşesine sığınmışız. Bizim gözyaşımızda yüzlerce değirmen kur(17).
Bu yazı, 5 Mayıs 1997 günü düzenlenen Mevlâna ve Mevlevî Edebiyatı Paneli’nde sunulmuştur (X. Millî Mevlâna Kongresi, Tebliğler, I, 315-321, Selçuk Üniversitesi, Konya).
1 Mesnevî, III, 1293-1297.
2 Mesnevî, IV, 113-115.
3 Mesnevî, II, 810.
4 Mesnevî, II, 1272-1273.
5 Divan, Rubai nu. 175.
6 Mesnevî, II, 28-29.
7 Divan, Gazel nu. 104/ 1-2.
8 Divan, Gazel nu. 1084/ 3-5.
9 Divan, Rubai nu. 1230.
10 Dîvân, Rubai nu. 1471.
11 Mesnevî, IV, 811.
12 Dîvân, Rubai nu. 492.
13 Dîvân, Gazel nu. 2528/ 3.
14 Mesnevî, I, 374.
15 Mesnevî, I, 387.
16 Ateş Ahmet, Abdülvehhâb Tarzi, Farsça Grameri, İstanbul, 1962, s. 223.
17 Dîvân, Gazel nu. 2039/ 1-4.